iğ ui No. 2125—440 “Yeni Edebiyot” gözetesinden bir iktibas : Abdülhak Hâmidin Sesi ve 20nci Asırda Ses Fânlliği! Kâhi kalan bu hubbede bir hoş sedâ imis! Abdülhak Hâmid için yapılacak şeylerin so- nu geleceğine kani değilim. Hayır, yanlış 8öy- ledim, yapılabilecek ve yapılması gerek diye- cekken, yapılacak dedim! Dağ devrildi, umman çalkalandı! Ve hâlâda çalkalanıyor, işte: Bu eserler ve hâtıralar um- manının sahillerindekiler, onları sığdıracak kı- rık, dökük kablar ellerinde, sahillere çarpan dalgalara el uzatıyorlar. Fakat, o endişedeyim, UYANIŞ - BÂKİ - demez miydik?» Ve bu fikri 3-4 sene evvel de belirttiğine işaretle “'Tasavvur ediniz: Bugün elimizde, Hâmidi, meselâ, ömrünün 83 üncü yıldönümünü idrak ederken yapılan merasimde, bizzat hareketi, gülümseyişi, tehassüsü hâlinde filme çekmiş bulunsaydık, ne güzel bir yadigâr olurdu! Gerçi Hâmid, bu kutlulamalarda kendi duygularını anlatan nutku, ekseriyetle bir ar- kadaşına okuturdu. Fakat bilvesile onun sesini, bir şiirini okurken veya derin nüktelerinden birini yaparken, tesbit et- ki çok geçmeden bundan üusanacaklar, yavaş yavaş yorularak, üşenecek- ler... ve artık ne kab te- ” darikine el uzatacaklar, ne de ummaudan katreler top- layıb bunları doldurmıya uğraşacaklar... dolayısile! Ve çok geçmeden ! Yok, eğer bu böyle ol- mıyacaksa, acaba neden bu kadar gecikildi ? Onun bü- yük.üğüne göre, ölümüne kadar yapılan şeylerin hep- si, — çok görülmüş olmasa bile — yeter görülen az şeydir! Bu devirden çok eski bir devrin şairi Bâ- kinin kendisi için söyle- diği ve musalla taşında iken de bir başkasının ken- disi için okuduğu beyti bozarak Kadrini sengi musallâda bilib, ey Hâmid; Durupel bağladılar karşına yârân saf saf! vaftak olurlar. K demek, tam yerinde ve yolunda olarak, doşdoğ- Tuyu söylemekdir! Daha o sağken, hayli zaman evvel, yazıyla ve sözle ikaz edilmek istenildi: uyuklıyanlar! Meselâ, Hâmidin filmi alınsın, sesi plâkda akis bıraksın, denildi; fakat, uyuklıyanlar, bu ikaz- la... sadece: Gerinip esnediler| Bazı hususlarda fikirlerimizin birleşdiği uya- nık arkadaşım Hikmet Münir, «Bugün için..> fıkra sütununda çıkan <Hâmidin nesi sak- Janılmalıydı? >» serlâvhalı bir yazısında, hâtı- ralarının bir müze hâlinde toplauılmasını pek tabii bir şey olarak izah ederken, soruyor: >Fa- kat filmlerini saklıyamaz mıydık ? Sesini zapte- ği Güzel Sözler Sakın bir kadının ruhunu anlamıya kalkışmayın. Zira; o sizin bu hareketinizi keşfeder ve kaçar. Aşkta en çok kazanmak bhülyasında bulunanlar onlardır ki, karşılarındaki kimse- nin mizacına uymak isterler. Fakat; böyle insanlar sun'ileşirler ve o derece az mu- Sevgi; insanları, biraz daha insanlaş- tıran bir kuvvettir. Fakat insanına göre. Bazan gene vevgi, insanı vahşileştirebilir : Cahil ve görgüsüzlere göre. Çok kere neşeli insanlar ciddi gö- rünürler. Ciddi insanlara yakışmıyan birşey vardır : Neşe ve hoppalık. mek de kabildi. Hareket ve ses,.. ve hatta hayatın rengi. İşte 20 nci asrın bu- güne kadar yapabildikleri ! Fakat biz, kıymetli hâtıra- ları, gelecek nesillere ter- kederken, neden bundan istifade etmedik? Dünye» nın diğer yerlerinde, bü- yük adamlara aid elbiseler, filmler ve el yazılarından başka, şimdi birde müte- harrik hayâller ve ses mür- zesi var, Zaptedemedikleri bir şuur kalıyor. Oda mil- İletin vicdanında yaşar!» diyor. Benim, şimdilik burada buna katacağım tek ş*ydir ve o da şudur: Onun sesi! Abdülhak Hâmidin o içten gelen ve içe giren ağır ve ağdalı ton- İ Yu sesi ! Kendisini bir defa dinlemekle bile, kulakdan ruha ve hafızaya girip oralarda yerleşib yereden sesi | O ses, içinde bulunduğumuz teknik tekâmül asrında, Kurunu Ula ve Kurunu Vustada oldu- gu gibi, yalnız işitenlerde ve onlarda da, ancak kendileri de ölünceye kadar kalacak. Bu ses fa- niliğine başka ne demeli?... ne yazık! Ve ne rastgeliş (veya getiriş — ki bu asır- da geçen bu ses bahsinde de, demin olduğu gibi gene pek uzak asırdaki Bâki'nin bir misfal dilimin ucuna geldi: Bâki kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş! Mehmed Selim a sizce Seyfeddin Orban