No'1876—191 Kalemin Ucundan Mevzu Mevzudan sanat yapan muharrir, köseleden ayak- kabı yapan kunduracıdan farksızdır. Mevzuu, bir kırmızı kadife mahfaza içinde sayılı ve mahtut inci tanesi sananlar eserlerinde mahdut olmaktan kürtula- mazlar. San'atkârın kafasının içinde mevzu, muayyen kalıplar almış, eni boyu belli ilham muskaları değildir. San'at yapmak için mevzu arayan adam, denizde su arayan sersem balıktır. Eserini mevzuunun heyecanile okutan muharrir, bir sünnet düğünü hokkabazcısıdır. Hokkabazın ipile kuyuya inilmediği için, o muharririn safırlarile de san'atın içine inilemez. Mevzu ufuklarını çok dar gören muharrir, mevzuu san'at sayan bir zavallıdır. Eserinin heyecanını mev- zudan alan adam, dökme su ile değirmen döndürmiye çalışan bir değirmencidir. Eser vücude getirmek için mumla mevzu arayan muharrir, ya kör, ya sağırdır. San'at, körlerin, sağırlarin dünyası değil, görenlerin duyanların dünyası, âlemidir. Roman mevzuunu dişi erkek münasebetinin haricine çıkaramıyan muharrir bir romancı değil, cinsi münasebetlere vasıtalık eden kötü adamdır. Bu adama da san'atkâr deniyor, galiba. Bir dolap beygiri gibi, gözü bağlı, hep aynı mevzu etrafında dönen adam, san'atın atsinekleridir. Cemiyeti Akvam reisinin söylediği samimi ve tak- dirli sözler civarda, Leman gölüne nazır camlı büyük salondan etrafa heybetle aksediyordu, 57 milletin murahhasları bizi alkışlıyordu ve ittifakla Türkiye cümhuriyetini, Kemalist Türkiyeyi Akvam cemiyetine davet ve kabul ediyorlardı. Cenevrede 15 sene evvel bol bol ve acı yaşdöken, dokuz gene evvel Lozanda meserretimden parlamış olan gözlerim, bugün Cemiyeti Akvam salonunda milletimin 8on onbeş senelik tarihini sinema şeriti gibi bir daha görüyordu, ve bu üç muhtelif 'tarih lâvhaşı ara &ıra zihnimi saran ve bana vakit vakit yeisler veren ufak tefek hüzün bulutlarını dağıttı, yüreğim ve kalbim yeniden gençleşti. Evet bu sözüm çok samimi ve yürekten gelmedir. 1920nin şiyah ve matemli günlerini geçiren, 1923ün istiklâl zaferini kazanan, 1932nin dünya hürmetini gören türklere bedbinlik, hüzün yakışmaz! Bize yeraşan, samimi bir nikbinlik ile ciddi çalışmak, durmadan çalışmaktan ibarettir. Ancak böyle yapar- sak memleketi ve milleti kurtaran büyük Gazinin kurduğu Kemalist cümhuriyetini hergün daha ziyade yükseltebiliriz. Ordu mebusu Ahmet İhsan SERVETİFÜNUN 131 Onları bazı bazı, şuraya buraya konmuş görürüz. Kondukları yerde bir güzel eser değil, pislik bırakırlar. Bu pislik iğrençtir, müteaffindir. Zavallı muharrir kafasında romanı için vak'alar, hadiseler, insanlar yaratır. Bu hadiseler, insanlar o kadar renksiz ve cansızdır ki hayatta hergün gördük- lerimizin yanında birer kukla gibi kalırlar. Romanında hayatı anlatamıyan, san'at yapamıyan muharrir, mu- bayyirülükul hadiseler, tuhaf ve gülünç insanlarile bize kukla oynatıyor, Bu kuklaların parsacıları kitapçılardır. San'at diyince, niçin hatırımıza fevkalâde şeyler geliyor? Roman diyince niçin hatırımıza vukuu nadir hadiseler, acip tipler geliyor. Ve ekseriya, günlük hayatımızda karşılaştığımız çetrefil, hayret verici bir hadise bize şunu söyletir: — Roman gibi... Adeta romanlarda olduğu gibi... Romanlarda olan şey nedir ?. Muhakkak fevkalâde, hayret verici, müfekkep, ender tesadüf ettiğimiz bir vak'a mıdır?. Günlük hayatımızda daima karşılaştığı- mız ve bize basit gibi görünen hadiseler; insanlar niçin roman mevzuu olamıyor Bizde mevzu, bulunmaz. Hint kumaşı olmaktan kurtulamamıştır. Mevzuu, hayata gözümüzle bakarak değil, pertavsızla bakarak arıyoruz. Roman kahra- manını, tipleri yerde değil, gökte arıyoruz. Bugünün muharriri, mevzuu aramıyacak, görecek- tir. Aranılan mevzudan Kıssai Yüsuf gibi hürafe, gö- rülen mevzudan sanat eseri çıkar. Sanatkâr hayalı, mubhitini, insanları olduğu gibi anlatan adamdır. Fevkalâde şeyleri, maverayı tahayyül eden eser, kitabı mukaddestir. Ne kudsi, ne mucizevi vak'aların sanat çerçevesine girmelerine müsaade edilemez. Biz sanatkârdan mevzu değil, sanat eseri istiyoruz. Etra- fına bakmıyarak, başını iki avucunun arasına almış, mevzu düşünen muharririn vaziyeti, herkesin istihza ve aynı zamanda merhametini davet eden hazin bir sahnedir. Mevzu, hayat şekline bürünmüş, zavallı mu- harririn iki yanından coşkun bir su gibi akmaktadır. R. F. ŞIIR İhtiyarlığım Necip Ali ağabeyime: Ademe giden yolda karanlıklar yoldaşım Kederlerden bembeyaz karlı dağ gibi başıra! Gözlerim perde perde artık bulutlanmakta... İklim iklım dolaşan rüzgârlar nefesimde Fırtınalar esmiyor oğulduyan sesimde İçimde yanar dağlar sönmeden yıkılmakta! Ağlayacak göz gibi kara gökler dopdolu Önümde açılıyor sonsuz bir akşam yolu. Gözlerim perde perde artık bulutlanmakta. Kalbime giren ateş kesilirdi eskiden Şimdi eser kalmadı sevgiliden, sevgiden. İçimde yanar dağlar sönmeden yıkılmakta! Ferit Ali