- HABER — Akşam postasi ünlük zabıta hikâyesi |(5 9 uncuda *re gidip snız?.. Bek- Parkin- —atiş, dedi, siz de uyuyun, , artık zengin oldunuz, güzel rü- yalar görürsünüz. â'ela SEHER VAKTİ.. Sullivan, Mak Farel, Kaber uyuma- mışlar, odadan ayrılmamışlardı. Kaber Pockins'i uyandırmak istedi. Parkins'in çehresine bir sükün gelmişti;. — bütün kırışıklar silinmiş, dudaklarında bir te- besslüm peyda olmuştu. Kaber; — Bahtiyar adam! dedi ve ei 3€cseltip bir iki dela: — Parkins! Parkins! dedi.. Fakat Parkinsin sesi çıkmıyordu: Sullivan yerinden fırladı, Parkins'i ko- lundan çekti, kaldırdı. Vücud henüz sr- caktı ama Cansızdı. Hemen doktoru çağırdılar. He' — Bu adam ölmüş, dedi. — Öldüğünü biz de anladık ama ne- den Slmüş?. Hekim eliyle anlaşılmaz ket yaptı: — Tik bakışta tabit bir ölüme benzi- yor.. — Hayır, tabii ölüm değil; bu mı öldürdüler, — Nasıl öldürdüler?. — Biz de oörasını anlamak ist'yoruz yal. Ölüyü soydular ve hekim uzun uzun muayene etti; Yara falan yoktu. Polis müdürü: — Zâten yara olmaz ki! dedi, ya giren olmadı.. bir hare- e Oda- — Belki zehirlenmiştir. — Bir şey yemndi ki.. Komiser Kaber sordu: — Tasan korkudan ölebilir mi?. Doktor; — Ölebilir, dedi, ama o zaman yüz- leri böyle olmaz.. — O halde ne aldu?. — Otopside anlaşılır.. Sullivan beklemek istemedi, şapkası nı aldı,.çıktı, bir otomobile bindi ve: — Umum! hapishaneye! dedi.. ... MALLORİ yotağına oturmuş, çe- nesini ellerine dayamıştı. Sullivan'ı gö- rünce: — Başınız sağ olsun! dedi. Komiser kızdı: — Şakanın sırası değil, dedi. Siz. den işin aslını öğrenmeğe geldim. — Anlıyamadınız mı? Sizin gibi öm- tünü mesele halli ile geçiren bir ada- ma yakıştıramadım, doğrusu. — Bu mescle bana çok zor geldi. —— Halbuki çok basit. Düşnün bir ke- re.. Himayenizdeki zata kurşun mu at- tlar? Bıçak mr sapladılar? Boğdular mı? Elektrikle mi öldürdüler? Gazla mı öldürdüler? Bunlardan hiç birine imkân yok, değil mi? O halde ne kaldı.. Ne kalacak? Bir tek şey kaldı.. — Zehir... — Gördünüz mü? O kadar zor değil miş.. — Ama Parkins bir şey yemedi, bir şey içmedi, cigara bile kabul etmedi.. — Ya! Demek K muhakkak sizin hi- | mayeniz altına girdikten sonra bir şey | size | | var, ne de elinde bir âlet. yiyip içmesi lâzımdı? Parkins “göylemedi mi? Öğle yemeğini beraber yemiştik.. — Ne? Öğle yemeğinde mi zehirle- | diniz?. — Elbette, Ama harikulâde bir ze- hir, Bir toz.. Nerede olsa erir, Ben onu bir cigora içinde sakladım.. Parkins'in portosuna döküverdim.. Tesiri on beş saatten evvel gözükmez. Ancak biraz uyku gelir ama o da sona doğru, tatlı bir uyku.. Bundan daha iyi bir ölüm - 42 MARKİZ DÖ POMPADUR — Buldum, Puasson, madam Puasson, gecelik peynuariyle lur mu? Doğrusu Parkins lâyık değildi.. — Ama dün öğle yemeğinde onun sizi ele vereceğinden emin miydiniz? bu iyiliğe — Ermin olsam akşam tayyare mey- danma gider miydim? Bilâkis, ona em- tiyetim vardı.. — Demek ki buna rağmen onu öldür- meğe kalktınız?, — Hayır, onu öldürmem gşarta bağlı idi. Parkins size elbette söylemiştir: Akşam yemeğini beraber yiyecektik. Ben ona zehizi içirdiğim gibi panzehiri de içirecektim.. Anlattım ya! Zehrin te- siri battdir, hiç bir tehlike yoktu. allori birdenbire kızdı: — Aptal! dedi, ona söylemiştim: “Beni ole vermekle hain kendi idamını imzalamış oldu. Hayatta gibi gözükse bile hakikâtte ölmüştür..,, Bunları ona kaç defa tekrar ettim. intikamınızı önceden almışsınız. Buna biç tesadüf etmemiş- tim... Ama kakkınız var, zor bir mese- iş.. Amma insan çabucak ak- ini kesiyor, bulamıyacağım deyip aramaktan vna yor. — Ben de dün akşamdanberi kendi kendime hep bunu söylüyorum. — Yoksa sizin de mi halledemediği- niz bir mesele var?. — Hem de sizinkinden hayli zor... Hele bir dinleyi Bir adam hapisha- nede bir demir kafes içinde; ne silâhı Kimseden yardım görmesine de imkân yok. Bu 2- dam kafesinden çıkmak, sonra Üç de- mir kapıdan ve yedi metroluk bir du- vardan aşmak, bir ordu polise yakalan- maktan kaçmak için'ne yapmalıdır? — Doğru, bu mesele ötekinden daha sor... Ama halledebileceğinizi hiç um- mam, Mallori bafiffçe omuzlarını silkti ve: — Kim bilir? dedi. — Buna lüzum yok! Güzel bir şekil- 17 ILART — 1938 p YAzAu ve. Gizenrli YALTDİSNEYE” Mîîâü RRBAL MADIĞINI TEBİ lek ETMİİ MWARRKİZ DÖ POMPADÜR B Dedi ve bir facia aktörü jestile elini küçük konağa doğru uzatarak ilâve etti: — Karının misafirperverliğini rik &! Puasson, kendi kafasıı nz bir yumruk atar'ak bağırdı; şey değil! Ben imkânr yok, ? yalnız başıma bulamazdım. Bak şu tiyatro piyesleri bulmasının faydasını.. Dur gideyim?. Ve Noc, yalpalr yürüyüşüne dümen uydurmağa çalışarak, gidip kapıyı şid- detle vurdu. tah- Biran sonra kapıyı bir uşak atçı ve hanımı madien — Puassotlun — kocasını tanıyıp, meseleyi öğrenince, tabif onla- 8t etti. Üçü birden, gövalye d'Assası eve gö- tlrdüler Ve kapıyı kapattılar. Aradan bir dakika geçmemişti ki Bonzanfan sokağı Arjanson konağının önüne gel- miş olan sessir gölgeler tarafından iş- gal edilmişti. Bu adamların şefi olduğu anlaşılan adam bir (ânet savurarak bağırdı: — Uçmuş! Yok! Meydanda yok! İri yarı, dev cüsseli birisi hayretle cevap verdi; — Halbuki ben ona, en müthiş dar- belerimden birisini indirmiştim. Ben böyle vurduğum zamanlar inson ancak birkaç saat sonra ayılır.. Yahut öbür dünyada ayılır.. — Herhalde yan tarafa vardun, bece riksir! Fakat yolumuza devam edelim belki ona yetişiriz.. Polisler Viktuar meydanına doğru yürüdüler ve biraz sonra, zülmetler için de kayboldular. Evin içinde, şövalye, geniş bir kana- penin Üzerine uzatılmıştı. Bulunduğu oda alt kattaydı. .Şamdanları yakmıştı. Evin içindeki gürültüden uyanan Uşak , * göründü. Krebiyon, birkaç kelimeyle öna hadi #eyi izah etti. O da, şövalyenin soluk çehresine bir nazar otfetti. Bu aralık Puasson da, dikkatle bu çehreye bakıyor ve burnuna enfiye tı- kayarak mırildanıyordu: — Onu nerede gördüml. Nerede gördüm onu!. Anju şarabının Şampan şarabından daha iyi olduğuna ne kadar eminsem, bu delikanlıyı kısa bir müd- det evvel gördüğüme de o kçadar emi- nim.. Fakat nerede?. Fakat ne zaman? Fakıt ne münanebetle? Madam Puassön da Ürpermişti. ©O da şövalyeyi bir yerlerde gördü- ğgüne emindi. Fakat zihni, kocasının zihininden da- ha berrak olduğu için hatırlamakta güç lük çekmiyerek mırıldandı: — Buldum!. Bu o garip avcile müna- kaşa eden ve ormanda bizim kızı gözle- rile “yutan,, genç süvaridiri. A!. Şim- di buralarda dolaşıyor.. Kapının önün- de bayılıyor!. Bu meseleyi aydmlat- mam lâzım.. Güzel bir delikanlı.. Va- kur, fakat zengin olmadığı belli.. Sa- kınalrm.. Aptallık etmiyelim! Bunun üzerine Noe Puassonu kolun dan yakaladı ve küçük salonun bir kö- şesine sürükliyerek : — Pekâlâ, dedi, ben bu delikanlıyla meşgul olurum., Sen gidebilirein. Noe de, arkadaşına dönerek: — Gel Krebiyon!. Dedi, madam Puasson da devam etti: — Dur! Ümit ederim ki, yarınki gü- nü unutmazsın, değil mi? — Canım, buna imkân mr var? — "-Yah saat altıda burada'ol Bili- yorsun ki mesele çok mühimdir. — Gelezeğiz, karıcığım. Güze! yeşil veleğimi, sarı ipekli pantalonumu giye- ceğim.. Kadın soğuk bir tavırla: . tam bin âltın bulacaksın.. Bin de giyinmek için lâzım gelen her şeyi burada bulacaksın; şimdi iyi Ginle; eğer yarın sarhoş olyrsan hepimizi re- zil edersin! Noe itiraz etti: — Madam! — Eğer sarhoş olmazsan, eğer her kes gibi nazikâne ve asilane hareket edersen, merasim elbiselerinin cebinde altın! Duyuyor musun? Bu bin altını kazan - mağa çalış.. * Puasson gözlerini faltaşı gibi açarak bağırdı: 1 — Bin altın! Bu parayla Krebiyon en aşağı ön sene susuzlüktan kurtülür. — Sen de öyle! — Madam! — Git.. Şimdi git.. Ve söylediklerimi unutma ! — Rin altın!.. gidelim dostum.. Bunun üzerine iki ahbap, kolkola gir- di'-- ve yekdiğerine adetâ — yapışarak uzaklaştılar. Gariptir ki, sarhoşlukları- na adetâ braktıkları yerden başlıyor - lardı. Heyecan dağılınca, zihinlerinde- İ duman tekrar kafanIrına hakim olma- ğa başladı. Bunun içindir ki, yine, sokaklarda adımlarile garip hendest şekiller çize- rek ve bazan duraklayarak evlerine doğru yüçümeğe koyuldular. Puaşson şöyle diyordu; — Bin altının kaç şişe Anju şarabr edeceğini hesap edelim. Krebiyon da şu cevabı veriyordu; — Affedersin — dostum.. Herhalde hesap edilecek şişeler Şampan — şarabr- dır.. Filhakika, ebedt münakaşalarının mevzuu bu idi. Onları bir tek nmokta ayırıyordu. Birisi Anju şarabına, diğe- ri de Şampan şarabına bayılryordu. Esasen, en mükemmel dostluklar da Gel, Krebiyon.. Gel bile siyah bir nokta bulunduğu çok doğrudur. Bu müddet zarfınıda madam Puas- son da gşövalye d'Assası iyice tetkik ederek, hiçbir yarası olmadığını anla- mıiştı. Filhakika, genç erkek, sağ şaka- Kanın üzerine, görünürde iz bırakma- yan fakat çok müthiş olan bir darbt yemişti. Kadın: — Bundan öleceğini hiç de zennet- miyorum! Diye düşündü ve korkçunç bir tebes- sümle ilâve etti: — Esasen.. Beynine kan hücum et- mekle ölürse.. Benim bundan habecim yok!. Bu görünmiyor.. Bunun üzerine şövalyeyi kanapenin üzerinde daha iyi yerleştirerek şamdar nı bıraktı ve çekilip gitti. Evde her şey, yine derin bir «üküta daldı. D'Assas, sokakta yere düştüğü ra- man, şuurunu tamamile kaybetmişti. Sonra, yaşamak hususundaki şevki tâ* bilnin verdiği kuvvetle, gözün zulmet, ler içinde göründüğünü zannettiği seri V? soluk ışıkları andıran çok bafif bir ber* raktlık zihnini sarar gibi oldu. Onu yerden kaldırdıklarını, bir yert götürdüklerini, bir yere uzrattıklarıni hisseder gibi oldu. Böylece, bir müddet geçti. Sonra, ağır ağır, düşünceler teşki edildi, zihne yayıldı, dağıldı ve tekra! şekil almağa başladı. Kafasınıda bir kul şun ağırlığı hissediyor ve kulaklarında çok şiddetli, yeknesak ve bir şelâle gü rültüsünü andıran uğultu duyuyordi. Sonra, nibayet bu fikir düşünce p39 çaları, birbirlerine eklenmeğe başladı. Bunun üzerine düşünebildi. Bu korkunç oldu. İlk düşünce, ölüm düşüncesi oldu: Kanm, şiddetli darbeler halinde beYs nine hücum ettiğini hissetti.