Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
c ea . LO - y MAŞE d | l —ÇT HABER — Akşam postasi 17 MART — 1938 İi , YAZAN ve. Gizeri &“—'l YALTDİSNEYE” çy veAC —— 9 uncuda «re gidip B Bek- Parkin- —iüş, dedi, siz de uyuyun. , artık zengin oldunuz, güzel rü- yalar görürsünüz. * * « SEHER VAKTİ.. Sullivan, Mak Farel, Kaber uyuma- mışlar, odadan ayrılmamışlardı. Kaber Parkins'i uyandırmak istedi. Parkins'in çehresine bir sükün gelmişti; — bütün kırışıklar silinmiş, dudaklarında bir te- bessülm peyda olmuştu, Kaber: — Bahtiyar adam! dedi ve sesini şS:seltip bir iki defa: — Parkins! Parkins! dedi.. Fakat Parkinsin sesi çıkmıyordu: Sullivan yerinden fırladı, Parkins"?! ko- lundan çekti, kaldırdı. Vücud henüz sı- caktı ama cansızdı. Hemen doktoru çağırdılar. Hekim: — Bu adam ölmüş, dedi. — Öldüğünü biz de anladık ama ne- den ölmüş?. Hekim eliyle anlaşılmaz — bir hare- ket yaptı: — İlk bakışta tabii bir ölüme benzi- yor.. — Hayır, tabit ölüm değil; bu ada- mı öldürdüler. — Nasıl öldürdüler?. — Biz de orasını anlamak istiyoruz yal.. Ölüyü soydular ve hekim üzün uzun müayene etti: Yara falan yoktu. Polis müdürü: — Zaten yara olmaz ki! dedi.. Oda- ya giren olmadı.. — Belki zehirlenmiştir. — Bir şey yemedi ki.. Komiser Kaber sordu: — Tnsan korkudanm ölebilir mi?. Doktor: — Ölebilir, dedi, ama o zaman yüz- leri böyle olmaz.. — O halde ne oldu?. — Otopside anlaşılır.. Sullivan beklemek istemedi, şapkası- nı aldı,.çıktı, bir otomobile bindi ve: — Umumi hapishaneyel dedi.. '?& * * MALLORİ yetağına oturmuş, çe- nesini ellerine dayamıştı. Sullivan'ı gö- rünce: — Başınız sağ olsun! dedi. "Komiser kızdı: — Şakanın sırası değil, dedi. Siz- den işin aslını öğrenmeğe geldim. — Anlıryamadınız mı? Sizin gibi öm- rünü mesele halli ile geçiren bir ada- ma yakıştıramadım, doğrüsu, — Bu mesele bana çok zor geldi. — Halbuki çok basit. Düşnün bir ke- re.. Himayenizdeki zata kurşun mu at- tıler? Bıçak mr sapladılar? Boğdular mı? Elektrikle mi öldürdüler? Gazla mı öldürdüler? Bunlardan hiç birine imkân yok, değil mi? O halde ne kaldı.. Ne kalacak? Bir tek şey kaldı.. — Zehir...; — Gördünüz mü? O kadar zor değil- miş.. — Ama Parkins bir şey yemedi, bir şey içmedi, cişaraı bile kabul etmedi.. | — Ya! Demek k: müuhakkak sizin hi- mayeniz altına girdikten sonra bir şey yiyip içmesi lâzımdı? Parkins — size söylemedi mi? Öğle yemeğini beraber yemiştik.. — Ne? Öğle yemeğinde mi zehirle- diniz?. ” — Elbette. Ama harikulâde bir ze- hir. Bir toz.. Nerede olsa erir. Ben onu bir cigara içinde sakladım.. Parkins'in portosuna döküverdim.. Tesiri on beş saatten evvel gözükmez. Ancak biraz uyku gelir ama o da sona doğru, tatlı bir uyku., Bundan daha iyi bir öllüm o- 1 lur mu? Doğrusu Parkins bu iyiliğe lâyık değildi.. — Ama dün öğle yemeğinde onun sizi ele vzreceğinden emin miydiniz? — Emin olsam akşam tayyare mey- danrmma gider miydim? Bilâkis, ona em- niyetim vardı.. — Demek ki buna rağmen onu öldür- meğe kalktınız?. , — Hayır, onu öldürmem şarta bağlı idi. Parkins size elbette söylemiştir: Akşam yemeğini beraber yiyecektik. Ben ona zehiri içirdiğim gibi panzehiri de içirecektim.. Anlattım ya! Zehrin te- siri batidir, hiç bir tehlike yoktu. Mallori birdenbire kızdı: — Aptal! dedi, ona söylemiştim: “Beni ele vermekle hain kendi idamını imzalamış oldu. Hayatta gibi gözükse bile hakikatte ölmüştür..,, Bunları ona kaç defa tekrar ettim. Z XX ünlük zabıta hikâyesi Sullivan: — Yani, dedi, intikamınızı önceden almışsınız. Buna hiç_ tesadüf etmemiş- tim... Ama hakkımnız var, zor bir mese- le değil miş.. Amma insan çabucak ak- lımndan ümidini kesiyor, bulamryacağım deyip aramaktan vazgeçiyor. — Ben de dün akşamdanberi kendi kendime hep bunu söylüyorum. — Yoksa sizin de mi halledemediği- niz bir mesele var?. — Hem de sizinkinden hayli zor... Hele bir dinleyin: Bir adam hapishar nede bir demir kafes içinde; ne silâhı var, ne de elinde bir âlet, Kimseden yardım görmesine de imkân yok. Bu a- dam kafesinden çıkmak, sonra üç de- mir kapıdan ve yedi metroluk bir du- vardan aşmak, bir ordu polise yakaları- maktan kaçmak için ne yapmalğdır? — Doğru, bu mesele ötekinden daha zor... Ama halledebileceğinizi hiç üm- marmi, Mallori hafiffçe omuzlarımı silkti ve: — Kim bilir? dedi. 4('-"&9:)* & sef'*'( # : | #a # ea * / Y GEL MİKiİ YENİ PLANA BAK NEDEN Sü MÜHENİN &"— YOR BUNL GA & 1 ; EVİ YARI (ç AA Z KÖDEKLER;| HEME SERBEST B!RA iH — g) — ŞU BARAYI AL FAKAT SRA Kİ At 42 MARRİZ DÖ POMPADUR sana 1 Bimd — Buldum, Puasson., Dedi ve bir facia aktörü jestile elini küçük konağa doğru uzatarak ilâve etti: — Karrmın misafirperverliğini tah- rik et! Puasson, kendi kafasına bir yumruk atarak bağırdı: 4 — Olur şey değil! Ben imkânr yok, bu fikri yalnız başıma bulamazdım. Bak şu tiyatro piyesleri x bulmasının faydasını.. Dur gideyim!. Ve Noe, yalpalr yürüyüşüne dümen uydurmağa çalışarak, gidip kapıyı şid- detle vurdu. Biran sonra kapıyı bir uşak atçı ve hanımı madem — Puassonun — kocasımı tanıyıtp, meseleyi öğrenince, tabit onla- ra itaat etti. Üçü birden, şövalye d'Assası eve gö- türdüler ve kapıyı kapattılar. Aradan bir dakika geçmemişti ki Bonzanfan sokağı ÂArjanson konağının önüne gel- miş olan sessiz gölgeler tarafından iş- gal edilmişti. Bu adamların şefi olduğu anlaşılan adam bir lânet savurarak bağırdı: — Uçmuş! Yok! Meydanda yok! İri yarı, dev cüsseli birisi hayretle cevap verdi: " — Halbuki ben ona, en müthiş dar- belerimden birisini indirmiştim. Ben böyle vurduğum zamanlar insan ancak birkaç saat sonra ayılır.. Yahut öbür dünyada ayılır.. — Herhalde yan tarafa vürdun, bece riksiz! Fakat yolumuza devam edelim belki ona yetişiriz.. Polisler Viktuar meydanına doğru yürüdüler ve biraz sonra, zülmetler için de kayboldular. Evin içinde, şövalye, geniş bir kana- penin üzerine uzatılmıştı. Bulunduğu oda alt kattaydı. Uşak , şamdanmları yakmıştı. Evin içindeki gürültüden uyanan madam Puasson, gecelik peynuariyle göründü, Krebiyon, birkaç kelimeyle öona hadi seyi izah etti. O da, şövalyenin soluk çehresine bir nazar atfetti. Bu aralık Puasson da, dikkatle bu çehreye bakıyor ve burnuna enfiye tı- kayarak mırıldanıyordu: — Önu nerede gördüm!. Nerede gördüm onul. Anju şarabının Şampan şarabından daha iyi olduğuna ne kadar eminsem, bu delikanlıyı kısa bir müd- det evvel gördüğüme de o kadar emi- nim.. Fakat nerede?. Fakat ne zaman? Fakat ne münesebetle? Madam Puassön da ürpermişti. O da şövalyeyi bir yerlerde görldü- ğgüne emindi. Fakat zihni, kocasının zihininden da- ha berrak olduğu için hatırlamakta güç lük çekmiyerek mırıldandı: — Buldum!. Bu o garip avcile müna- kaşa eden ve ormarıda bizim kızı gözle- rile “yutan,, genç süvaridir!. A!, Şim- di buralarda dolaşıyor.. Kapının önün- de bayılryor!. Bu meseleyi aydınlat- mam İlâzım.. Güzel bir delikanlı.. Va- kur, fakat zengin olmadığı belli.. Sa- kımalım.. Aptallık etmiyelim!. Bunun üzerine Noe Puassonu kolun dan yakaladı ve küçük salonun bir kö- şesine sürükliyerek: — Pekâlâ, dedi, ben bu delikanlıyla mesgul olurum.. Sen gidebilirs'n. Noe de, arkadaşına dönerek: — Gel Krebiyon!. Dedi, madam Puasson da devam etti: — Dur! Ümit ederim ki, yarımki gü- nü unutmazsın, değil mi? — Carırm, buna imkân mrı var? — “-sah saat altıda burada'ol. Bili- yorsun ki mesele çok mühimdir. — Gelezeğiz, karıcığım. Güzel yeşil yeleğimi, sarı ipekli pantalonumu giye- ceğim.. ci k Katlın soğuk bit tavırla: “MARRKİZ DO POMPADÜR Hai he — Buna lüzum yok! Güzel bir şekil- de giyinmek için lâzım gelen her şeyi burada bulacaksın; şimdi iyi dinle; eğer yarın sarhoş olursan hepimizi re- zil edersin! Noe itiraz etti: — Madam! — Eğer sarhoş olmazsan, eğer her kes gibi nazikâne ve asilane hareket edersen, merasim elbiselerinin cebinde , tam bin altın bulacaksın.. Bin altın! Duyuyor musun? Bu bin altını kazan - mağa çalış.. * Puasson gözlerini faltaşr gibi açarak bağırdı: 1 , — Bin altın! Bu parayla EKrebiyon en aşağı ön sene susuzluktam küurtulur. — Sen de öyle! — Madam! — Git.. Şimdi git.. Ve söylediklerimi unutma f — Bin altın!.. Gel, Krebiyon.. Gel gidelim doöstum.. Bunun üzerine iki ahbap, kolkola gir- di"-- ve yekdiğerine adetâ — yapışarak uzaklaştılar. Gariptir ki, sarhoşlukları- na adetâ bıraktıkları yerden başlıyor « lardı. Heyecan dağılınca, zihinlerinde- ki duman tekrar kafaalrına hakim olma- ğa başladı, | Bunun içindir ki, yine, s&okaklarda adımlarile garip hendest şekiller çize- rek ve bazan duraklayarak evlerine doğru yürümeğe koyuldular. Puaşsön şöyle diyordu: — Bin altının kaç şişe Anju şarabı ödeceğini hesap edelim. Krebiyon da şu cevabı veriyordu: — Affedersin — dostum.. Herhalde hesap edilecek şişeler Şampan şarabı- dır.. Filhakika, ebedi münakaşalarının mevzuu bu idi. Onları bir tek nokta ayırıyordu. Birisi Anju şarabına, idiğe- ri de Şeenpan şarabına bayılryordu. Esasen, en mükemmel dostluklar da FG A — e - t hi l Diye düşündü ve korkunç bir tebes- bile siyah bir nokta bulunduğu çok " doğrudur, .Ş Bu müddet zarfınldla madam Puas- 1' son da şövalye d'Assası iyice tetkik «W ederek, hiçbir yarası olmadığını anla- NN mıştı. Filhakika, genç erkek, sağ şaka- Diğ ğının üzerine, görünürde iz bırakma- 2 yan fakat çok müthiş olan bir darbe K yemişti. â — Bundan öleceğini hiç ide zannet- K miyorum! sümle ilâve etti: - Pu £ — Esasen.. Beynine kan hücum et- K mekle ölürse.. Benim bundan haberim F : yok!. Bu görünmiyor.. | Bunun üzerine şövalyeyi kanapenin üzerinde daha iyi yerleştirerek şamda- | ',ğ nı bıraktı ve çekilip gitti. Evde her şey, yine derin bir süküta zi 'D'Assas, sokakta yere düştüğü za- — —— man, şüurunu tamamile kaybetmişti. ——— Sonra, yaşamak hususundaki sevki ta-- — — biinin verdiği kuvvetle, gözün zulmet- ler içinde göründüğünü zannettiği seri Vi —— —— soluk ışıkları andıran çok hadif bir ber* A raktlık zihnini sarar gibi oldu. 1 YNO Onu yerden kaldırdıklarını, bir yere ——— — — götürdüklerini, bir yere — uzattıklarını İ hisseder gibi oldu. gir | Böylece, bir müddet geçti. Bi - Sonra, ağır ağır, düşünceler teşki CD edildi, zihne yayıldı, dağıldı ve tekra! . şekil almağa başladı. Kafasında bir kül Hu şun ağırlığı hissediyor ve kulaklarında çok şiddetli, yeknesak ve bir şelâle gü rültüsünü andıran uğultu duyuyordi. Sonra, nihayet bu fikir düşünce pâf çaları, birbirlerine eklenmeğe başladı. Bunun üzerine düşüneb'ldi. Bu korkunç oldu. L y £ İlk düşünce, ölüm düşüncesi oldu: —— Kanm, şiddetli darbeler halinde bey? — — nine hücum ettiğini hissetti. egi