Eleldronik beyinlerin gücü başdöndürücü bir hızla artı: yor. Bunlar acaba günün bi: rinde kendilik bilinci edinebi: lecekler mi ve bir “güç güdü: sü” de geliştirebilecekler mi? Sinemaya gilmeyi seversiniz, değil mi? Ben de severim. Özellikle de bilim-kurgu filmleri büyüler beni. Ye- tişkinler için (çoğu zaman çocuklar için de) masal niteliğindeki bu film- ler, varolmaları gerçekten mümkün (belki de bir gün var olacak) dünya- ları gözönüne sererler. Örneğin şu filmi gördünüz mü aca- ba? Amerikalı bir bilim adamı olan Forbin süper bir bilgisayar yapar. Bu bilgisayar önce kendi “mesai arka- daşı”” bir Rus bilgisayarıyla bağlantı kurar ve onu yok eder. Daha sonra ise, kendisini devre dışı bırakmak is- teyen bir bilim adamını öldürür ve en sonunda da dünya egemenliğini eli- ne geçirir. (Colossus, ABD, 1970) Ya şu filmi? HAL adlı bir uzay ge- misi bilgisayarı kendisini insanların egemenliğinden kurtarır, mürettebat- tan birini ölüme sürükler, öbürünü ise hapseder. HAL kendi kendisinin tek efendisi olmak istemektedir. (2001-Uzay Yolu Macerası, 1968) Son bir örnek daha: Kötü bir işa- damı iyi bir programcının buluşları- nı çalar ve yeni kurulmuş olan bir fir- malar topluluğunu merkezi bilgisaya- rın yardımıyla eline geçirir. Merkezi bilgisayarın ise kendine özgü düşün- celeri vardır; askeri veri bankalarına gizlice sızan bu bilgisayar dünya ege- menliğini eline geçirmek üzeredir. (1ron, ABD, 1982) Sinemaya asla gitmediğinizi mi söylemek istiyorsunuz? O halde, bel- ki de okumaya ayıracak zamanınız vardır. Bu durumda size Alman ya zar Heinrich Hauser'in 1960'dan ön- ce yazmış olduğu “Dev Beyin” adlı romanını örnek gösterebilirim. Bu romanın da olay örgüsünde dev bir bilgisayarın dünya egemenliğini ele geçirmeye yönelik uğraşı eksene alın- mıştır. Aynı olguya David Gerrold'- un 1972'de yazdığı “Harlie”” adlı ro: manında da tanık olmaktayız. Bu ko- nuyu işleyen hikayeler de yazılmıştır, ama sanırım bu kadar örnek yeterli görülebilir. Sözü nereye getirmek is- “tediğimi kuşkusuz farketmiş olmalı- sınız. Burada sözkonusu olan şey, in- sanın bilgisayar karşısında kapıldığı ve kendini kaadir-i mutlaklık fante- zileriyle açığa vuran bir korkudur. İl- kin uysal bir köle olarak tasarımla- nan bilgisayarın bir bilinç edindiği ve insanın korkulu düşlerinden en eski- sini gerçekleştirdiği görülmektedir: Bir kaadir-i mutlak olmaktadır. Kaadir-i mutlak ise, “kötü” ile her- hangi bir biçimde eş anlamlıdır. Sadece eğlendirici ya da tüyler ürpertici bilim-kurgu fantezileri söz- konusu olduğu sürece, bunlar dikkate alınmayabilirlerdi. Ama biz tam da bilim-kurgu alanında bir kuşağın ko- lektif korkularıyla yüz yüze geliriz sıklıkla. Kimi zaman da bu korkular hiç de yersiz değildirler. Bu durum- da sorulması gereken soru şudur: Bil- gisayarlar uzak bir gelecekte gücü el- lerine geçirecekler mi? Ya da, belki de şimdiden bu adımı atmış mı bulu- nuyorlar yoksa? Bir bilgisayarın böylesi bir düşün- ceye kapılmadan önce bizim “bilinç”” diye adlandırdığımız şeye herhangi bir biçimde sahip olması gerekmek- tedir. Şimdiye değin bildiğimiz her şey ise, bilinç dediğimiz şeyin bir bey- nin fonksiyonuna bağlı olduğunu gösteriyor bize. Gerçi bilgisayarların önceleri “elektronik beyin” olarak adlandırılmış olmaları anlamlıdır, ama bu adlandırma onların gerçek yetenekleri üzerine hiç bilgi vermez. Elektronik “beyin”'ler bazı nitelik- ler açısından insan beyninden çok te- mel farklılıklar gösterirler. Modern bilgisayarın yaratıcısı Macar asıllı da- hi matematikçi John von Neumann bu farkı daha o zaman görmüştü. Neumann 1957 yılının başında ve ölü- münden kısa bir süre önce tamamla- mış olduğu ““Hesap Makinesi ve Be- yin” adlı yazısında, insan beyninin bilgisayar gibi mantıksal-matematik- sel bir kesinlikte işlemediğini, ““yak- laşık mantık”” olarak nitelendirilebi- lecek bir mantığa ayak uydurduğunu ileri sürer. Bir şey yaklaşık doğru ol- duğunda, yani olguların çoğunluğu bir şeye işaret ettiğinde, o şey tarafı- mızdan kabul görmektedir. Yadsıma mekanizması da benzer şekilde işle- mektedir. Bu durum bir sinir hücresine giden kanalların sayısının çok olmasından ileri gelir. 50.000 giriş “impuls”'u sözkonusudur ve bir UND-fonksiyo- nunun (ancak bütün girişlere bir “impuls”, yani bir “evet”” ulaştığın- da devre açılmaktadır) bilgisayarda- ki kadar kesin bir tarzda işlemesi mümkün değildir. Çünkü tek bir si- nir kanalı bile eğer “yanlış” mesajı- nı beraberinde getirecek olsa, tüm si- nir hücresini bloke edebilirdi. Buysa “insan”' adını taşıyan varlık için öl- dürücü olurdu. Gerçekliğin kendisi asla mantığın onu görmekten haşla- nacağı oranda kesin değildir. Ama buradan da bilgisayarın insan beynine bazı noktalarda, yani kesin- lik bakımından üstün olduğu anlamı çıkmaktadır. Üstelik bilgisayar daha hızlıdır da. O halde, bir yonga niçin düşünme yetisinden yoksundur? Bu- nun pek çok nedeni vardır. Bir bey- nin gerçekten nasıl düşündüğünü hâlâ tam olarak bilmediğimizi bir an için bir yana bırakırsak, bu nedenlerden ikisinin özellikle göze çarptıklarını söyleyebiliriz. Bu iki neden günümüz bilgisayar sistemlerinin umarsız ap- tallığına getirilmiş en önemli açıkla- malar olarak kabul edilebilir. Nedenlerden ilki organizasyon ile ilintilidir. Bugünkü bilgisayarların hepsi de John von Neumann'ın ilk olarak bilinçli bir tarzda gerçekleştir- miş olduğu aynı tasarıma göre kurul- muştur. Neumann'ın bilgisayarları sr- ralı (seguential) ve yinelemeli (repe- titiv) bir işleyiş gösterirler. Daha açık