sevinsek azdır. Bu sevinç, Kurultayın, hemen bu me- seleyi halledeceği ve bek- DİL Dil Kurultayı toplanı- “yor. Haber muazzam: Uy- durma dil faciası üzerinde 'bir karar verilecek ve bu cinnet hamlesinden dönü- lecekmiş... Aradan 15-20 yıl gectikten sonra ağıza alınabilen ve ayrıca resmi Dil Kurultayı çerçevesin- de bahse esas teşkil ede- bilen bir selim akıl, yahut selim akıla istidat, yahut da selim akıla istidadın lenen kararları verebilece- istidadı gibi bir tecelli ği mânasına gelmez. Kim karşısındayız. Ne kadar bilir, ne garip ricat yolla- Madiselerin rı, muvazaalı hesaplar, iti- razlar, mukabil itirazlar vesaire vesaire yükselecek ve kim bilir ne âciz, zayıf ve Tanzimatçı kararlar ve- rilecektir? Ama ne olursa olsun, (olur) la (olmaz) ın dair ortada parlak teza- hürler vardır. Gönül isterdi ki, Dil Ku- rultayından sonra, son 25 yılın bütün meseleleri ve inkılâp dâvaları da kendi kendilerini mihenk taşına vursun ve vaman bir nefs muhasebesinden geçirsin... Kurbağaların diliyle in- gün geçtikçe, ister istemez, birbirinden fark ve temyiz zorunda bulunulduğuna İZAH Ahlâk dâvasında çıkarttığımız ilk ve mahrem prensip sesine karşı uluyanlar, bizi, her şeyi köküne kadar aydınlatmaya ve en canhıraş vesikalarla ko- nuşmaya mecbur etmişti. Bu yüzden 5 inci sayımızı baştan başa vesikalarla doldurduk. Herbiri en muh- kem ve riyazi hakikatleri belirten bu vesikalar için- de, belki en ehemmiyetsiz bir tanesi vardı: Türkö- loji mezunu bir genc kızın «Bana, babamdan kalan tek miras şehvettir'» sözü; ve bu sözün fakülte ko- ridorlarından köpüre köpüre akıp gitmesi... Bu sözü, her hafta pazar günleri fikir ve edebiyat sohbetleri yapmak üzere Necip Fazılın evine gelen muhtelif fakülte ve şubelere mensup üniversite talebelerin- den ikisi anlatmış ve İsmail Ali Sarar isimli arka- daşlarından duyduklarını söylemişlerdi. Sözün fa- külte muhitinde kulaktan kulağa intikal ettiği ve kendilerince ilk kaynağın İsmail Ali Sarar olduğu bu iki genç tarafından vuzuhla bildirilmiş, hâdise bir kâğıt üzerinde bu şekilde tesbit edilmiş, yakın- dan tanıdığımız ve dâvamıza bağlılığını bize Eskişe- hirden cektiği telgraflar ve daha nice yaltaklanma- larla gösteren, yahut böyle görünen İsmail Ali Sarar ise ertesi günü Eskişehirden döner dönmez bu ifa- deyi teyit, etmiş ve isminin diğer iki isim arasında bulunmasını kabul etmişti. Hâdiseyi İsmail Ali Sarar kanaliyle haber verenler de, Edebiyat Fakültesinden Mustafa Atatanır ve Abdullah Rıza Ergüven'dir. Yazı ve şehadet 5 inci sayımızda cıkmış, aradan tam bir ay geçmiş, isim sahiplerinden hiçbiri şeha- detlerinden dolayı herhanai bir itiraz ve ihtiraz yü- zü göstermemiş, yani aradan geçen 4 haftaya naza ran vâkıayı aynen benimsemiş; sonra ve kim bilir nasıl bir tazyik ve tesir altında, şahitlerden ikisi, birdenbire ve cihanda misli az görülmüş bir seciye ifadesiyle, şehadetin tarafımızdan uydurma olduğu- nu iddia edebilecek derecede korkunc bir duruma düşmeyi kabul etmiş ve Babıdli piyasasında kapı kapı gezerek her sıfatın altındaki hallerini hakikat diye mütalâa etmeğe müstait paçavralar aramışlar- dır. Pek tabii olarak hiçbir ciddi gazete kendilerine iltifat göstermemiş, fakat yekün halinde satışları (Büyük Doğu) nun yalnız Ankara satışından daha zayıf olan bir iki neşir vasıtası(!) bu iddiayı mal -— bulmuş Mağribi gibi kullanmakta tereddüt göster- memişlerdir. Mahut kıza ait vecizenin (!) fakülte muhitinde münteşir olduğuna ait şehadetlerinden dönenler, İs- mail Ali Sarar ile Abdullah Rıza Ergüven'dir. Bun- lardan İsmail Ali Sarar, Necip Fazılın evinde bulun- mamış, fakat Eskişehirden döner dönmez vaziyeti aynen kabul etmişti. Abdullah Rıza Ergüven ise, doğrudan doğruya Necip Fazılın evine gelmiş, ifa- desini sadık şahit Mustafa Atatanır ile beraber im- zalamış ve... Evet, işin bir (ve) si var... Ve bu şeha- deti kabul ederken, Allahın bir lütfu olarak, Necip Fazılın odasında, kendisinden başka tam 9 kişi bu- lunmuştur. Bunlar da, böyle bir şehadetin vâki ol- duğuna, ister istemez, tesadüfün sevkiyle şahit olan- lardır. Bu 9 kişiden 8 i üniversitenin muhtelif şube- lerine mensup tertemiz talebeler, bir tanesi de mu- teber bir tüccardır. Buyurun isimlerini: Hidayet Uğur - Edebiyat. Yusuf Ziya Bevzadoğlu - Edebiyat. Kardeşi Beyzadoğlu - Teknik Okul mezunu. Muammer Karabağlı - Hukuk. Muammer Damlı - İktisat. Halil Han - Edebiyat. Mehmet Taşkesen - Teknik Üniversite. Saffet Önvörü - Tüccar, Ve, asli şahitlerden üçüncüsü olan: Mustafa Atatanır - Edebiyat. İfadesini imzaladıktan sonra ayrıca 9 kişinin huzurunda (Ya kimse bulunmasaydı ne olacaktı?) sözünü tesbit eden ve bu tesbit her müeyyidenin üstünde olan ilk dönekle, Eskişehirden gelir gelmez zevk ve şerefle mahut şehadeti benimsiyen ve Necip Fazıla intisabı en büyük gaye diye gösteren ikinci döneğin vaziyetlerini Allaha ve onun aynası olan vicdanlara havale ederiz. Hayret ve dehşet hissimiz şu nokta üzerindedir ki, artık kapatılması ve üze- rine kül dökülmesi gereken bir mevzuda hâlâ süp- rüntüleri eşeliyenler ve orada kendilerini kurtara- cak bir şey bulabileceklerini sananlar, büsbütün ele geçtiklerini anlıyamamaktadır. Susun ve kapatın ya- hu; gerçek, asil ve halis Türk gençliği adına yük- selttiğimiz sesin ihanetçileri, ancak Türk ogençli- ğinin kendilerinden ayıklanması lüzumunu ihtar eden menfi örnekleri isbat etmiş olmaktan başka ne- ye yarayabilirler? BÜYÜK DOĞU T