Kur'an Kuran, Allahın öz kelâmıdır; ve bu kelâm mucizedir. Kur'an nazmı itibariyle başlı bâ- şına bir mucizedir; çünkü bütün kelimeleri Arapça olduğu için her Arap edibi bu kelimeleri teker teker bilir; fakat onlar cümle haline ge- lince insanların yapamıyacağı © bii ha! alır. Hattâ kâinatın en fasih ve en beliği olan Kur'an Sahibinin bile böyle bir âyet meydana getirmesine imkân yoktur. Elimizdeki 30 cüzden ibaret Allâh Kelâmı, en şerefli Mah- lükun lisanından nakledilmiş oldu- ğu halde Kur'anın âyetleri kendisi- nin diğer sözlerile, yâni Hadislerle karışık bulunursa, bir avuç kumun içine düşen pırlantalar gibi derhal göze çarpar; ve her irfan sahibi, «bu Kur'andır ve bu Hadistir» ode- mekte asla tereddüt. etmez. Daha garibi, mânaca Allah tarafından, lâ- fızca Peygamber (lisanından sadir olan «Hadis-i Kudsi» ler bile ayrı bir mahiyet gösterir. Aynı lisandan naklolunan Âyet, Hadis ve Hadis-i Kudsiler birbirlerine katiyen ben- zemezler, Kur'an manzum değildir; nesir de değildir. Edebiyatın hiçbir nev'ine benzemez. ve mukayese kabul et mez. Hükümleri, bütün katiyetle i- fade edilen içtimai kanunlar omec- muasıdır. Fakat hiçbir kanuna da benzemez. En yüksek mütefekkirler tabakasına hitab eden en yüksek kıymetleri ihtiva ettiği halde ipti- dai kimseler de bu lisandan anlar, vecde gelir. Bedevi Arap kızlarının anlıyabileceği derecede açık ve sa- de olmakla beraber, (o(mefhumları karşısında en yüksek şâir, en büyük âlim, en kuvvetli mütefekkir, du- raklar. ve düşünür. Geçmiş ve ge- lecek bütün hâdisattan bahseder; fakat tarih kitabı da değildir. Kız- larını diri diri gömecek kadar vah- şet gösterenleri, eteğinin üstünde ya tan kediyi rahatsız etmemek için cübbesinin eteğini kesecek derecede merhametli kalbe malik (o kılıcı bir terbiye sistemi tesis ettiği halde, sa- dece bir ahlâk kitabı da değildir. Sihir de değildir. Ya nedir? Sadece mucizedir; zira Allah kelâmıdır. Kur'an, nazil olduğu günden bu- güne kadar geçen 14 asırlık bir zâ- mandır ki, mucizeliğini Oomuhafaza ediyor; ve gün geçtikçe Kur'anın a- zameti kendisini o biraz daha açık gösteriyor. Nâzil olduğu zaman Arap edebi- yatı pek parlak bir devir yaşıyordu. Edibler, şâirler, hatibler fesahat ve belâgat müsabakaları tertib ediyor, en parlak kelâm oyunları Kâbeye asılıyordu. Kur'anın fesahati kafşı- sında, büyük edebi zevk sahibi olan şâirlerden birisinin kizı, babasının yazısını duvardan indirmiş «Kur'a- nın güzelliği karşısında bu parçalar- la övünmeğe yer yoktur!» demiştir. O zamanın en büyük edibi ve Ku- reyşin büyüklerinden Velid bin Mu- geyre Kur'anı dinlemeğe gidiyor: dinledikten sonra ayrılıyor. Bakı- nız, bu sahneyi Kur'anı Kerim nasıl tasvir buyurmuştur! «O derince düşündü, takdir etti. Kahrolası nasıl takdir etti; yine kah rolası nasıl takdir etti; yüzünü ek- şitti, kaşlarını çattı, döndü, gurur- landı, bu ancak tesirli bir sihirden, insan sözünden başka birşey değil- dir dedi.» Kuranı Kerimin bu tasvirile, A- rabın en büyük şâiri, Kur'anın mu- cize olduğunu takdir etmiş, fakat i- nadi küfrü yüzünden iman etmemiş, «sihir» demek mecburiyetinde kal- mıştır. Bu şâir, kavminin içine düşünce şu,sözü söylemiştir: — «Ben, den demiw bir kelâm dinledim. Ne insan kelâ- mında, ne cin kelâmında bundaki halâvet bulunmaz; onda öyle bir ha- lâvet vardı ki, âlâsı meyva verir, ednası akıcı ve feyizli bir zemin teş kil eder. Bu kelâm herhalde üste çı- kacaktır; bunun üstüne çıkacak bu- lunmıyacaktır.» Bunu işiten Ebu Cehil, hemen koş muş ve ona bu kelâmın lehinde söz söylemenin aşireti arasında mevkii- nin düşmesine sebep olacağını hâ- tırlatnlış ve bu kelâma bir isim ve- riniz diye yaptığı ısrarlara karşı da; — «Ne diyeyim; içinizde şiiri, nazmı, kasideyi, cin şiirlerini benden daha iyi bilen yoktur. Onun söyle- diği bunların hiçbirine benzemez» demiştir. Ve son cevabı — «Siz ona mecnun diyorsunuz; le erememiştir. fakat hiç kimseyi boğazlarkeni 'gör- dünüz mü? Kâhin diyorsunüz; ke- hanetle uğraştığını (o gördünüz mü? Şâir diyorsunuz; şiire elini sürdüğü- nü gördünüz mü? Yalancı nuz; doğrudan başka birşey söyle- diğini duydunuz mu? Bunların hiç biri de onu tarif edemez! Öyleyse?» Kur'an bütün semavi kitapların hükümlerini kaldırdığı için (Ehli kitab) namı altında toplanan Yahu- dilerle Hıristiyanlar, tabii olarak o0- na muarızdırlar. Bu muarızlârın da Kur'ân mucizesi karşısında hay- retlere düştükleri muhakkaktır. Göte — »Kur'an, okuyucusunu fü suniyle cezp, güzelliğiyle teshir e- der.» Devenyort — «Peygamberin ge- tirdiği (Ooakideler şüpheden ve iki yüzlülükten âzadedir. Kur'an, tev- hid akidesinin âbidesidir. Her asır- da gelen Peygamberlerin vazifesi, ilâhi marifeti ihya ve Allahın ka- nununa riayeti teminden ibarettir. Lâtin kilisesi, Hazreti (o Meryemin nefh ve hamil meselesini Kur'andan iktibas etmekte tereddüt gösterme- miştir. o Hıristiyanlar 6 asir içinde doğru yoldan sapmışlardır. * Hazreti Musa ile Hazreti İsa, ileride kendi- erinden üstün Peygamber geleceği - ni ilân etmişlerdi. (Paraklit) veya (Ruhulkudüs)ün gelişi, Allah Re- sullerinin en büyüğü ve sonuncusu olan Peygamberde tecelli — etmiştir. Kur'anın en esaslı maddesi Allahi tevhid ve Peygamberini tasdiktir.» Karlayl — «Bütün o heykeller ve putlar, hakir odun parçalarından i- barettir. Zâhirde ve bâtında yalnız bir mâbud vardır: Putları bırakarak Allaha rücu etmeli. Allah büyüktür ve ondan başka büyük yoktur. O hakikatin Tanrısıdır. Bizş o yarattı. muhafaza eden de odur. Biz ve bü- tün eşya, onun mazharlarıyız. Biz, ezeli nuru örten, fâni ve gelip geçi- ci bir perde hükmündeyiz. Allah büyüktür, İslâm büyüktür.» iklimlerden ge- hayranlıklarını İşte, Kur'ana zıt len sesler arasında, saklıyamıyanların Oove biraz insaf gösterenlerin tavrı!,. Bunlardan baş- ka, aynı iklimlerin, ilimde, fikirde, * siyasette ve sistemli bir şekilde kur'- an ve onun çevrelediği Baget düşmanlık edenlerini, bütün ve dış Örnekleriyle depimiz ie Bunlardan hiçbiri, Kur'anın ulvi ve | münezzeh mevkiini gönüllerde sar- sabilecek en küçük bir başarıya bi- ep 51 diyorsu- |