İslâm inkılâbı-Gerçek ve derin müm inde akıl a Perinve gerçek miminde akıl, aklın son haddine “mahsus şartlar Teindedir: Daire nasıl başladığı noktada biterse, akıl da nihayet hicbir şey anlıyamıyacağını anladığı yerde nihayete erer. Aklı temsil eden Melek, Kâinatın Efendisini «Sid- re-tül-Müntehâ» ya kadar taşıyabildiş ve orada «Bir adım daha ileriye geçemem, geçersem yanar, kül olu rum.» dedi «Ya buradan ileriye nasıl geçilir?» sua- line de'wAşkla...» cevabını verdi. Böylece derin ve ger- cek müminde akıl, kendi nezaret sahasının son hudut taşı görünen noktadün bütün kâinata bakan ve ona göre hakları teslim ve kendi hakkını tahsil eden âza- mi payına maliktir; ve bu âzami paydır ki, aklın bazı hususlarda asgari derecesini kendisine kabul ettirir, İşte, bütün nükte buradadır. erin ve gerçek müminde akıl, hürriyeti haki- kate esaret diye bilir. Hakikate esir olduktan sonradır ki, insan, gerçek ve büyük hürriyetin ne olduğunu an- lar, Yoksa mücerret ve münhasır hürriyet için hürri- yet ve onun aklı, eşeklerin hürriyeti ve aklıdır. o İşte, derin ve mercek müminde ilâhi nimetlerin en zenginlerinden biri olan akıl; Şer'i isimlendirişiyle selim akıl, Şeriati yegâne ve mutlak hakikat mizanı sayar ve bu mutlak mizanı ayrıca mizana cekmek kudretini nefsinde görmez, © Gercek ve derin müminde akıl, yine kendi hük- münü kendisi vermiş olarak, hakikate karşı silâh ma- kamında kullamlacak mutlak tefahhus âleti değil, ha- kikate tâbi olunduktan sonra onun elinden bahşiş ola- rak alınmış, feyzine bu tâbiiyetle ermiş ve ancak ha- kikate mahkümiyet neticesinde onun serbest bırak- tığı bütün kâinat plânında hâkimiyete geçmiş bir va- sıtadır. Selim aklın, o kadar zor olan tarifi ise yalmz bundan ibarettir. a Derin ve gercek müminde akıl şudur: Namüte- nahi ve esrarlı bir ruh feyziyle imana gelen, aklının dudaklarımı kilitliyen, başını boynundan itibaren ke- sen ve topyekün teslim olan adama, bu teslimiyetin- den sonra iade ettikleri gerçek kafa ve büyük akal... Derin ve gerçek müminde akıl icin usul, yalmz bu kadardır. © Gerçek ve derin müminde akıl için usulün akli öl- cüsü «Allah Resulüne esir olan hakikat ve hürriyete ulaşır» düsturudur; ve akıl projektörünün önünde Peygamber, o ışığın ulaşamadığı yerdedir. Allaha ge- lince; hicbir şeyin ulaşamadığı yersizlik yerinde... Bu, hakikatlerin hakikatini gören de, mutlak nurun önün- de; atom çekirdeği gibi çatlayan ve kendi kendisini tahrip etmekten başka care bulamıyan aklın ta ken- disidir, Ve işte aklın, birdenbire asgariye dönen âza- mi payı.. Akıl hakkında en güzel hükmü, hükümlerin en güzellerini getirmiş olan tasavvuf plânı vermiştir: «Bu isme akılla olur, ne de akılsız...» Akıl, kendisi olma- dığı vakit hicbir şey yapılamıyacak olan, kendisini her şey zannettiği vakit de hemen sıfıra inen ve-ebedi Jelâköte köprü dayayan, en büyük ilâhi nimetle en korkunç husran vesilesi arasında, bir bakıma haris kalar harikası, bir bakıma da aşağının aşağısı bir va- “sıtacıktan başka bir şey değildir. Bu vasıta, ayağını iman bukağısına taktığı andan itibaren, nimet ve kür- tuluş vasıtalarının sultanı oluverir anlama aleti olan akıl, yine bizzat kendisi anlamak şartiyle, anlıyamadığını anlıyarak selim akla yükse- lir. Evet, her şey, akılla anlaşılmak işidir; anlamanın esası da anlamadığını anlamak ve Allahın sınırına baş eğmektir. Anlamadığını akıl anlayacaktır. a Ain hududu üzerindeki, bu, inceler incesi hik- meti, garp felsefesi, nihayet 20 nci asırda filozof Berg- son'u yetiştirerek, yine akılla tesbit etti. Filozof Berg- son'a «Sen aklı tahrip ettin ve her şeyi ruhi sezişlere bağladın ama, usulün yine aklidir» diyen akılcılara karşı cevap şudur: «Demek ki, aklın nihai hamlesi ve en geniş nezaret ufku, kendi hicliğini kavramak ve kendi kendisini tahrip etmekmiş!..» Garp, İslâmiyetin getirdiği bu ezeli hakikate, binlerce yıldır, sendeleye sendeleye, henüz bugün varmış gibidir. Sadece var- mış gibidir, zira asli nasipten mahrumdur © Gercek ve derin müminde akıl, Şeriate tam 1es- limiyetten sonra, onun serbest bıraktığı bütün kâinat plânında en ileri hâkimiyet ve istiklâlle eşya ve hâ- diseleri köküne kadar tefahhusa; ve insan hayatını en olgun seviyesine cıkarmak icin gereken nizamı lif lij, çizgi cizgi ve nokta nokta örgüleştirmeğe memurdur. Bu da, gerçek ve derin müminin dünya görüşünü be- lirtirken, her şubesiyl& bütün hayat ve cemiyet plâ- nım kucaklar mikyasta ve en müşahhas kadrolar içini- de ifadelendirilmeğe muhtaçtır. En hassas incelikler- den biri şu noktadır ki, gerçek ve derin mümin, ne ham ve kaba 80fta gibi akıldan korkar ve onun hakiki faaliyetine set ceker, ne de reformacılar ve havai ve nefsani tefsirciler gibi her şeyi akla bağlamaya kal- kar; sadece hududu sıhhatle tâyin eder ve akla mah- sus cevelân sahalarında âzami hak ve hürriyet payına malik olarak hareket eder. Bu takdirde de akıl, dinin en sadık ve faydalı bir hizmetcisi olur ve dinin em- rinde dilediği hayat sistemini inşa eder. Gerçek ve derin müminin aklı, iste bu akıldır. İdeolocya Örgüsü — BÜYÜK DOĞU Geldik! Aç kapıyı, haber var! Ötenin ötesinden. Dudaklarda şarkılar, Tâ Ezel bestesinden. Geldik, ölü dirilsin! Kalelerden girilsin! Sonsuzlar devşirilsin, İnsanlık destesinden. Ahmet ABDÜLBÂKİ O Buisne akılla olur, ne de akılsız... Bi I yi, -———..m mmm. s533Cc53