EBÜLABBAS (ATÂOĞLU ) — Allah sırrını takdis etsin — Mansur (Hallâc)ı öldüren ve- zir, ona sordu: — Hallâc hakkında ne düşü- ae e o kadar işin var ki, e bir a bile başını kal- dırmana imkân yok... Sen, üzerinde olanları yerine getirmeğe bakl.. Elâlemin rahatını: alıp vereceğini düzene koyl.. Nene lâzım senin, — Oy bana karşı mı geliyor- sun? Ve işkenceyle, Mansurdan son- ra, Ebülabbas (Atâoğlu)nu öldürttu. *ik v Atâoğlu'na sordular : — İbadetlerin en üstünü nedir? O da cevap verdi: — Ara vermeden Allahı NK. dü- ##* — Allahla, açıkta ve gizlide muameleniz, edep üzerine olsun... ABDÜLMELİK (İSKÂF) — Allah sırrını takdis etsin — Mansur'un talebesinden... Mansur'a sormuştu : — Şeyhim; bana ârifi anlat! — Ârif odurki, (... ) senesinin Zilkade ayının bitmesine 6 gün kala Bağdat'ta Tâk kapısısına götü- rülür; orada eli ayağı kesilir, göz- leri oyulur ve başaşağı darağacın- da sallandırılır; sonra da ateşe ve- rilip külü savrulur. nsurun bu cevabına karşı, talebesi şöyle diyor : ediği tarihi, zamanı ve Gi gözledim. Meğerse tarif ettiği, kendisi imiş... İBRAHİM (FÂTEKOĞLU) — Allah sırrını takdis etsin — Bu da iğnesi ın talebesinden... Diyor — Madi u öldürdükleri gece, rüyada Allahı gördüm. Sordum: “Allahım; ne sırdır ki kulun Hü- seyin Mansur'u bu hale getirdin?,, Cevap verdi: “Kendi sırrımı ona açtim, herkese gösterdi. Ona bah- şettim, halki kendi nefsine dâvet: etti.,, #*w . > Tefsirci : — Mansur'un öldürülmesi hâ- disesi, kendisi için keramet değil; bir noksandır. Eğer M mamlanmış olsaydı, mazdı. Sözü ehline bildirmek ge- rek... Tâ ki O'nun sırrı ayağa düş- mesin... Ehil olmayana sır vermek, ona, taşıyamayacağı yükü yüklet- mektir, kik Yine tefsirci : — Hallâc, söylediği mahut söz- de de tamam değildi. Eğer sözün- 1 Trhli İİ EZ710013715ı Biri, Hazreti Ömer'i dâva etti. Dâva edilen Hazreti Ömer- dir; mücessem adalet ve hakka- niyet Hazreti Ömer, hâkimin kar- şısına çıktı. Hâkimde, gayet ta- bii olarak Halifeler Halifesine Hazr parmağını hâkime uzattı: — İşte, tarafsız olmamanın ilk alâmeti, bu gösterdiğiniz hür: mettir | Dâvacının iddialarında hiçbir delil yoktu. Halifeye yemin teklif etti. Hâkim de dâvacıdan, Haz- rTeti Ömer gibi bir şahsiyete kar- şı böyle bir yemin isteğinde bu- lunmamasını, yemin teklifini geri almasını istedi. Hazreti Ömer hâkime : — Gözünde, hak tevzii nok- tasından, insanların en âdisiyle Ömer birbirine müsavi olmazsa, dedi, sen hiçbir vakit hâkimlik mevkiine lâyık olamazsın !.. * Böyleyken??? Adıdeğmez de tamam olsaydı, o söz onun ma- kamı, nefsi ve dirilik sebebi olur- du. Kimse o söze karşı gelemezdi, Ben o sözlerden daha ulularını söyledim ve halkın aşağı tabakası beni duydu, kimse inkâr edemedi; sözlerim gizli kaldı, zira ehl olma- gep zaten bir va anlayamadı. Ebuabdullah. ati) anlatıyor: ig 2 mkttne Ci e — Hilelerin envaını kullanarak Mansur'u görmek için zindana gir- meğe muvaffak oldum, Ne görsem iyiP. Hârikulâde bir saray... Her tarafa, en güzel cinsten eşya seril- miş... Bir tarafta, el ve yüz silmek için nefis havlular... Ortada, anlatıl- maz güzellikte bir hizmetkâr... Ona sordum: “Şeyh nerede?,,.. Dedi : “Abdest almakla meşgul..., Sordum “Şeyhe ne zamandanberi hizmet etmektesin?,,... Dedi : .« “Üzerindeki zincirlerle gün- de 1000 rekât nafile namazı kılar?,... “Ne yer, ne içer?,... “Her gün, ye- meklerin en bulunmazlariyle dolu bir sofrayı önüne getiririz. Yemek- lere şöyle bir göz atar, bir lokma almaz., O ânda Mansur, yanımıza geldi. Kim ve nereli olduğumu sordu. Söyledim. Derken zindan memuru içeriye girdi. Müthiş bir ıstırap içindeydi. Mansur'a derdini döktü : “Halifeye hakkımda bir yalan uydurmuşlar. Güya buradaki mahpuslardan bir zengini, kendi- sinden on bin dinar alıp salıver- mişim, yerine ayak takımından bi- rini koymuşum... Şimdi beni asa- caklar., Mansur, zindan memuruna “Kalk git ve merak etme, dedi. Adamcağız çıkip gitti. Mansur'un, dizlerini yere koyup ellerini yük- seklere doğru kaldırdığını gördüm. Bir müddet sonra zindan memuru uçarcasına döndü ve affedildiği haberini getirdi. *e* Anlatıyor : — Mansur'un, bir gece, parma- ğını uzatıp bir kere «Allah...» deme- siyle yüzlerce-sönük kandili nura boğduğunu biliyorum. O parmak- tan çıkan nur, yine dönüp O par- “mağa girdi. Anlatıyor : — Bir kere de, henüz can ver- miş bir papağana yine parmağının ucuyla dokunur dokunmaz hayva- nın dirildiğini vd yerinden kalktı- ğını gördum. Anlatıyor: — «Tevhid nedir?» sualine şu cevabı verdi : «Sebebe muhtaç olanı, sebebe muhtaç olmayandan ayırmaktır.»...