«çHâvdda Büluk; En son bir gazeteye müracaat ettim. Başmuharrir cenablarının karşısına çıktık. H da, (rejim) ler erir hiçbir fikrim yoktu. Başmuharrir yine bir nağme kopardı : — Yâni nasıl bir dünya arzulayorsunuz? Artık eN mı? Haksızlıkların İakipmili hepsinin me- olmazsa iş bulduğu, doy- .. Hırsızlıkların, başkalarının hakkına SAVE etmeyenlerin, kimseyi istis- etmeyenlerin bol bol bulunmadığı... Par- ol bol bulunmadığı nedemek? Hiç bulunmadığı bir dünya... evilmeğe lâyık, küçücük kızların oros- — Nasıl bir dünyam olmadığı bir. kabağı. sut olduğu, hiç fillerin bulunmadığı bir dünya... lun, çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeğe, doğru şeyler söylemeğe salâhiyetler kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmerlan bu bir şeyleri söyle- Sea bir dünya.. ynen bunları söyleyemedim. Şimdi söy- b Bir şeyler mırıldanmıştım. Adam: — Yâni... Dedi. — SE bu kadar beyfendi | özün kısası, dedi, siz daha müşfik, daha nl daha (ümen) hir dünya istiyor- nuz değil m — Bakın iki kelime ile açıkladınız; bey- fendi | — Pekâlâ, biz size haber göndeririz ! Haber göndermediler. Ben onların nasıl bir dünya istediklerini pekâlâ biliyordum. On- lar bir köpek istiyorlardı. Şahsi servetle kor- kunç istismar zekâlarınının kıvrım kıvrım kıv- randırdığı, kendilerinden zekâca aşağı gör- dükleri bir takım adamlardan havadisler, bayağı yazılar, gülünç fıkralar almak isti- yorlardı. Bu fıkralarda, bu ropörtajlarda hiçbir. dünyaya yer yoktu. Bâzı yolsuz, haksız bir makam kapa- lira getiriyordu. Onların benim rar niçin sorduklarını lam Ben de tutuj — Sizin ia istiyorum | Diyemezdim Ümitle bekledim. Dünyada hiçbir kimse- getirmemiştim desem yalan! Neler isteyenler vardı dünyada? «O halde ne ümit ediyor- dun ?» derseniz «ne bileyim1..» derim. Günlerden cumartesi idi, Kışın bâzı cu- martesi günleri yek gürültüsünden iyim gitmek öyle bir arzu halinde yapışırki b Köprüde vapurlar ne güzel bakar, düdükleri) ne tatlı öter... çim, bu ii insan almayan; bira- haneleri, kahveleri tıklım tıklım şehirden öyle bir tiksinti ile tiksinir ki... Vapur yarı arıya boş, uzaklı aşacak... Kalkarken, camlar muştur. Teriklerin atladığı ileti zin üstünde, sandallar çaparı ile uskumru tu- Sail Faik tuyorlardır. Mep battaniyelere, pa- sa r sürü insan, sanki keyf odada çocuklarına bol Baal balık yedirtmek için balığa çıkmışlar- dır gibi gelir adama... Tanıdık bir iskeleye inersin. Posta mü- vezzii selâm verir. Çımacı, «hoş geldin!» der. Çocuklar arkandan hasretle bakarlar: Şehirden bir adam gelmiş di likanlı- ların hepsi balıktadır. ilmin burnu hiza- üken ufak noktalar halindeki san- üdür. Şimdi artık şehrin girdi çıktısından, gü- rültüsünden uzağız. Ne kahveler, ne kızgın, acı, m zeytinyağı kokan biraha- neler, ne ihtiyar ağızları gibi çürük nefesli, u daldıkları görülür. Bizim köyde yünleri ren- gini atmış, üç defa sökülmüş, örülmüş mavi kırmızı kazaklarla gezen kızlar; Hereke ku- maşı, önleri Reh geri cebli yeleklerle fiyaka yapan ç mber çevirirken, bir küçük ini halinde « öterler. m köyün rıhtım yollarını lodos alt- üst a Bizim köyün iskele enkazında üstleri ziftli büyük midyeleri, zehirlenmek korkusu olmayan insanlar toplar, yerler. Kim- se zehirlenmez. Kimisi Allah, kimisi Panai tıktır. Balıklar, canavarlar kadar kocaman, dişlidirler. Dişlerinin arkasında zehir keseleri vardır. Çocuklar kıpkırmızıdır. Vapura atlamamla Köye varmam bir oldu. Köpekli adamı e buldum. Deli gi- bi sevindi. Çay yaptı. Oturduk, içtik. Oza- man ayıbımı itiraf Bil — Arkası var — temin ederim, aramızdaki perdeyi gördüm. Onun göz-j lerindeki oObenekli perde kalktı ve ben orada ıstırap çek bir insan yerine, mukadder akibeti özleyen hayvanı gördüm, Fakat o da keşfolunduğunu hisse- decek ve bundan hoşlan- mıyacak kadar zeki ve gu- insan olarak, bütün (reâli- te) siyle gözümün önünde idi kızcağız... Hayır, onun bir takım kılı kırka yaran hasta bir zihnin icat ettiği değerlerle alâkası yoktu. O, sade,mütevazı,kendine göre ihtirasları olan etten ve ke- mikten bir insandı, Haya- tından memnundu. Birşey- ler bekliyordu bu hayat- ami ne, varlığına, benliğine nü- fuz etmek gibi büyük, gü- lünç ve şairane iddiaları yoktu. Zihin makanizması, tabii sür'ati, tabii seyri, mutad sıhhatiyle işliyordu. Onu, hakikiliği içinde bul- duğum o ân, ebediyen kay- bettiğim ân oldu. Beni, hayret verecek bir hızla kendinden “ uzaklaştırdı. Şüphesiz beni hiç bir za- man kendinden uzaklaştı- ramadı ve uzaklaştıramaz. Ancak, benden uzakta ka- labildi. Kimbilir? Belki o da benim, maddesinden çok zihniyle yaşar bir in- san olduğumu görmüştü. Hülâsa, yavrucuğum, engel ga kaldı, ten, belki o perde arasıra ri için, bunca zaman geçtiği halde göz- lerini Di göstermekten sakınıyor...» 4 Sustum. Yeni tanıştığım : genç kız: im yağıyor, de- pa gidelim Eve ar Orada, bir (portre) nin önünde duran misafirim tekrar sordu: — Yoksa > (portre ) onun resmi mi si — Evet: diye güldüm, bana hikâyelerdeki beylik Sualleri soruyorsunuz. «O> da kim? — Biraz evvel anlattığı- nız hikâyenin kahramanı... Gözleri bal rengi, koyu kahve benekli... — Beni dikkatle dinle- memişsiniz, Siz bana bir diye sordum söyledim. Sözlerim doğruy-. du. Size cevap verebilmek için odadaki bu portreden istifade ettim, o kadar...