nkarada her yıl açılmakta olan Devlet Resim ve Heykel sergile- rinin yedincisi, çok defa olduğu gibi bu yılda sessizce açıldı. Bu sessizliği doğuran tek sebep, fikir hareketlerini aksettirecek olan gazete ve mecmua- ların İstanbul'a nazaran Ankara'da yok denecek “kadar az oluşu... İstanbul'da açılan «d» grupunun küçük bir sergisi bile, Devlet merke- zinde büyük bir sergi evinde açılan e yedi yüze yakın eseri toplıyan bu sergiden fazla alâka uyandırmıştı. Yedinci Devlet Sergisi hakkında İstanbul gazetelerinin yalnız birinde bir ses yükseldi. Fakat bu ses, ne is- tediğini bilmeden, birbirine zıt arzu- ların tercümanı olarak yersiz bir te- lâş içinde haykırıyordu. Bu yazıyı o- kurken (Delâkrua) nın omünekkitlere dair söylediklerini hatırladık: Bu bü- yük adam, san'at münekkitlerinin hiçbir zaman ne sam'atkârları ne de halkı tatmin ettiğini kendine has nük- teli bir dille anlattıktan sonra, san'at münekkitlerini (sirk)lerde arslanları yere yıkarak safdillerin hayranlığını toplıyan adamlara benzetir. sergi tenkidinin iyi niyetle ya- zıldığını ilâveye lüzum gören muhar- ririn edasında aynı (sirk) adamının Bo 25 Atm. TA) / 4 ME 1445 ğ a faraf- dece > vardır. n (jüri)sini teşkil eden kademi) mümessillerinden ii pis (klik) olduğu iddia edi- liyor. Ibuki sergi talimatnamesine göre ii de (Güzel San'atlar Akade- misi)nden bir ressam ve bir heykeltıraş muallimden başka (Akademi) müdürü bulunmaktadır. Bu sene (Akademi) mü- dürü . (jüri) ye iştirak etmediği halde jüri)yi on üç aza teşkil ediyordu, (klik) nerede kaldı? Bu tenkit yazısını okurken (Gü- zel San'atlar Akademisi)ne çevrilen bir kin ve garezin türlü tezahüratını her satırın arasında görüyoruz, Hattâ bu yazı sergi vesilesiyle, biraz da bu maksatla yazılmış gibidir. Şahsan (Akademi) ye mensup olduğum halde (Akademi) nin avukatlığını yapmağı düşünmüyorum. Güzel san'atlar işi memleket ölçüsünde büyük bir dâva olarak ele alınmağa muhtaçtır. Bu ara- da tabii (Güzel San'atlar Akademisi) de yeni ihtiyaçlara uygun ve ilerisi için ümit verici bir hale getirilmelidir. Böy- le olmakla beraber (Akademi), resim tedrisatında, Burhan Toprak ve (Leo- pold - Levi)nin (mistik) diye vasıf- GN Cemal Tollu landırılan tesirlerini göremiyorum. Bu telakki, âdeta her siyah elbiseli atla- mın papaz olduğunu zannetmek gibi bir gaflettir. . Yazı bir temenni ile sona eriyor. Türk resminin (kendi: büyük halkına ve cemiyete dönmesi) istiniyor. Bu ci- hetin de izaha muhtaç ve münakaşa- ya müsait olduğunu zannediyoruz. ** Bu (natürmort) düşmanlığına se- bep ne? Neden bir ressamın san'at kaygısı değil de seçtiği mevzu ten- kit ediliyor? Neden bir ressamın har- man ve kağnıları kötü de (röportaj) resimleri nevinden olan çelik döküm- hanesi iyidir ? Tabiatiyle, hiç kim- seden bizim gibi düşünmesini is- temek hakkımız değildir. Amma; ser- giyi tenkit edenlerden hiç olmazs akra esaslı mevzuu iyi tanımış de asını, her devrin iyi eserleriyle kötü eserlerini tefrik edecek bir olgunluğa varmış bulunmasını istemek hakkı- mızdır. Büyük devirleri yapan. (plâstik) endişelere sırt çevirip sadece edebi ve siyasi fikirlerle sürüklenenler, yal- nız kendi devirlerinin (illüstratör) ü olarak, tarihi vesikalar nevinden bir kıymet taşıyacaklardır. san'atımız mevzuata uymaz da, memurların herkesin e- line def'i belâ kabilinden birer kâğıt tutuşturmaları mı, yoksa arzuhalcilerin bu kâğıtların imlâsı için. birer lira almaları mı nizama uy- gundur? Anlıyamadım. Şu genç telgırafçı çocuklardan Allah razı olsun; bereket hâlden anlıyorlar da eski- den evim olan yere şimdi müdür korkusuna bir ya- bancı gibi giriyor ve gece- leri saatlerce çalışarak kur- dumu döküyorum. (Manip- le) yi elime aldığım zaman kendimden geçiyorum; mer- kezlere «Baba» rumuzu- nu verince akan sular du- ruyor, genç e saatin içinde temizliyorum.» Bu sirada şehrin saati akşamın beşini vurdu, önde müdür olmak üzere posta- haneden memurlar çıkmağa başladı. Müdür başını çe- virerek geçti, Selâmi baba yine gözlüğünün üstünden bakarak onu süzdü ve beş dakika içinde postahane bir kız mektebi gibi boşal- dı. Siyah göğüslüklü me- mur bayanlar için «Kara tavuklar» diye mırıldandı Selâmi baba... Biraz sonra bize telgırafdairesinin pen- ceresini işaret etti, oradan bu nöbetçi olduğu anlaşılan Faruk, grupumuza doğru bakıp gülümsüyor ve (maniple) ile Selâmi ba- baya bir şeyler söylediği anlaşılıyordu. Selâmi baba dinledi dinledi de bize izah etti : u gece iş yüklü, saat onda beni yardıma çağırıyor. Dedi. Pa > Yaz tatili sonunda, mek- tebime ve (Sömestr) de de tekrar memleketime dön- Sağa di Kilis 5 düğüm zaman ilk işim ona uğramak oldu. Tabii yer- lerde bir karışkar var- ken onu portakal ağacı- Ve sol elinin baş parmağı, hâlâ (maniple)nin düğmesin- de... «Yahu Selâmi baba hiç de uyumazd» demeğe nın altında aramadım; o kalmadan işi anlamış, (ma- doğruca Sabir efendinin o niple)yi zorla onun parmak- yanına girdim. Hikâye- larından kurtararak müte- sinin sonunu da, Sabir (o madiyen burayı arıyan An- efendiden dinlemek omu- kaddermiş... O, aynı miha- niki hareketlerle kedisini indirdi, gözlüğünü çıkardı ve buruşuk göz çukurla- rında biriken yaşları far- kettirmemeğe çalışarak an- latıverdi : — Zaten marazlı idi; so- bir gecede yine tel- girafçılara yardıma gitti. Titrek ve bitkin hâlinden şüphelenmemişler. Ötekiler uyumakta olsun, bu geçmiş (maniple) başına yazmış da yazmış. Neden sonra kuv- vetli (maniple) sesleriyle Fa- ruk uyanmış, bir de bak- mış ki, Selâmi baba yüzü koyun masanın üstünde... kara merkezine : «Ne var?» diye sormuş. «Selâmi baba bir tel yaz- dırıyordu; yarım bıraktı» demişler. Beriki yine sormuş : «Ne yazdırdı?» Meğer baba kendi sonunu bildi- recekmiş, demiş ki : <Riyaseti Cumhur Umumi Kâtipliğine.. Dersaadet şif- resini çözen Ankara tel- gırafçısı Selâmi Mors...» Bu kadar! «Bu kadar değil, yazda telgrafı Sağ al dei Fa ei db