Dö de bak, dedi, ba- na Tanrıkulu, şu ağa- ca bak! Ve üzerinde dü- şün! Düşün ki, güzel ve sonsuz tabiatta, büyüklü- ğü, erginliği, olgunluğu; tek kelimeyle kemali, on- dan daha iyi gösterecek bir örnek bulunamaz. Ağaç, madde ve ruh gibi, herşeyin bir dış ve bir iç yüzünü, toprak üs- tünde ve toprak altındaki gür ve dolaşık varlığile rını daha kalın bir sapta birleştiren, sonra bütün bu sapları birer dala bağlı- yan, bütün bu dalları de- rece derece daha iri dal- lara iliştiren, daha sonra bütün bu daha iri dalları ra toprağın içine dalıp karanlık ve esrarlı bir kök âleminde tekrar kol- lara ayrılan, halattan ipe, ipten sicime;“sicimden ipliğe, her kolu gittikçe daha ince başka kollara bölünen, her başka kolu, gözün göremiyeceği ve hesabın tutamıyacağı in- celiklere ulaşan, muhite doğru namütenahi dağınık ve çok, merkeze doğru namütenahi toplu ve tek, bir şahsiyet muvazenesi- nin ne eşsiz örgüsüdür. İnsanoğlu, dünyaya ayak bastığı gündenberi ağaç onun gözünde çözül- mez bir bilmecedir. Kışın her tarafı dökülür. Esrarlı istikametleri gösteren dal: larile çırçıplak ve kup kuru, bekler. O zaman, o, bir çekmece gibi kapa- lıdır. .Çok geçmeden bu lerinden yeşil dpieliei fışkırır. Tabiatin en girift nakışlarını de çiçeklerle dona: . Fakat o, Mi eserini vermiş değildir. Bütün bunlar, gelmek üzere bu- ŞU AĞACA BAKIL.. lunan bir eserin şenliği... Nitekim biraz sonra çiçek- ler dökülmüş, yapraklar eskimiş ve dallarda birer kandil gibi ışık saçan ye- mişler belirmiştir. Bu ye- mişler, her biri bir ağaçtan gelen ve her biri içinde birer ağaç gizleyen bu ye- mişler, açlık ve susuzluğa Necip Fazıl KISAKÜREK göklerin indirdiği çare- lerdir. Açlık ve susuzluğu dindirmekse, fantazyadan çıkmak, ezeli ve ebedi derde ilâç olmak değil midir? Biraz sonra, o gene yapraklarını dökecek, ge- ne yalçın bir çekmece halinde kupkuru kalacak, korkunç istikametleri gös- Deniz Kokulu Oyle bir kasabada geçti ki çocukluğum, Babam ekmeğimizi kazanırdı denizden. Ben akşama kadar rıhtımda islık çalardım; Ve yorgun gemiciler dönerdi seferden. Üç odalı evimizin, Deniz kokardı her odası Sedef pullu balıkları ne kadar severdim, Ne iyiydi, denizden korkarak ağlaması... İhtiyar balıkçılardan dinlerdim, En korkunç ejder masallarını. Ve dalma düşünürdüm Allahın, bu kadar suyu nasıl yarattığını? Bembeyaz minareli, ufacık kasabamizin Bayram sabahları, hâlâ yaşar gözlerimde. , Şimdi kimler oturur bilmi Deniz kokulu evimizde? Fethi GİRAY 323 tw teren kemik parmaklara benzer dallarile kaskatı donacak ve daldığı rüya içinde yeni verimi, rahim- de bir çocuk gibi we cektir. Böylece her mevsim devrini tekrarlıyan ağaç, dipsiz gökleri dolduran âlemlerin ahenkli ve inzi- batlı devirleri altında, bü- ük varlık orkestrasının vahdet ve sonsuzluğu hi- kâye eden, derin ve sıcak birinci kemanını andırır. Ağaç insanlara neler öğretmedi? En eski dillerde iyilik, fenalık ve bilgi ağaçları birer düstur oldu. En eski çağlarda, geniş alınlı ve kıvırcık sakallı düşünce adamları onun altında top- landılar. Zaten insanoğ- - lunun dünyaya düşüşünü anlatan masalda, Şeytan ve Kadın unsurları yanın- da, yasak meyvayı yetiş- tiren Ağaç nedir? Ağaç bize dünyaya gel- diğimiz günden bugüne kadar içimizi dolduran anlama ve araştırma hırsı- nın dehşetli anatomyası biçiminde görünüyor. Gözlerimiz ona daldığı za- man, garip bir (Röntgen) ışığı altında, ruhumuzun binbir kollu iskeletini gör- müşgibi ürperiyoruz. San- ki bu fevkalâde şahsiye- tin hendesesindeki nizam- la, içinde Allahın sırları yatan ruhumuzun hesret çektiği nizam arasında gizli bir anlaşma seziyoruz. Bak, dedi, bana Tanrı- kulu, şu ağaca bak! Ve üzerinde düşün Ağaç bir pilândır, bir insanın, bir ailenin, bir zümrenin, bir cemiyetin ve bütün insanlığın iç ve dış nizam davasını, madde üzerinde düğüm düğüm ölelim şekilleştir- miş bir pilâ Tohum, kök, de dal, yaprak, tomurcuk ve ye- miş... Herşey bunlar ara- sındaki ahengi anlmak ve kurmaya bakıyor.