ARLAKA DAİR a > duygularının omihrakı, vatan sevgisidir. Şu kadar ki, vatan, yalçın bir madde zemini değil, o zemini kap- layan cemiyet ruhunun bütün iman ve mukaddesat manzumesinden tü- ten mânadır. Vatan fikri ve vatan sevgisi bu mânada teessüs edince, ahlâkın bütün şubelerine yol açılır. Kısaca çerçe- velemek kabildir ki, vatan mefhu- munu, bir cemiyeti içinde barın- dıran bütün mekân kıymetlerinin hakiki muhtevası olarak ruha irca ettikten sonra, ahlâkı da, bu ruhun aşk incizabına bağlamak mevkiin- deyiz. İşte, bu aşkın iklimi içinde- dir ki, fert, bütün hayvani ve ne- bati ilcalarından süzülüp insan mef- küresini (o gerçekleştirmeğe .doğru gidecektir. i Aşk ahlâkının kızgın potasında, bütün miskin: benliklerin ve hay- vani menfaat insiyaklarının eridi- ğine en güzel misâl, bir küçük hi- kâyeciktir : İhtiyar bir kadın, sağ elinde ateş dolu bir kap, sol elinde su dolu bir testi, koşuyor. Manzarayı gö- renler, kadına nereye gittiğini ve ne yapmak “stediğini soruyorlar. . Kadın şu svabı veriyor : — Ateşle Cenneti yakmağa, suy- lada Cehennemi söndürmeğe gidi- Yorum. Tâki, ortada ne Cennet kal: sın; nede Cehennemi Kimse, iyiliği Cennete girmek için yakmasın; gü- nahı da cehennem korkusile işleme- mezlik etmesin! Herkes yalnız Al- lah aşkı adına hareket etsin! İslâm tasavvufunda pek derin ve ince delâletlere kavuşturulan aşk, muhakkaktır ki, insanda herşeyden evvel küçük ve miskin benliği öl. dürür, ve onu büyük ve ebedi benliğe namzet kılar. Hayr ve şerri biribirinden âyıran © “vicdan, her ferdin yaradılış maya- “ sında rüşeym halinde mevcuttur, Fa- zilet zevki, insanlık şerefi, iç azap, vicdandan doğan şeylerdir. Fazilet hissinden mahrum olmayan bir kim- seye, fena hareketlerinin neticeleri münasip bir şekilde ihtar edilirse, bu kimse, çok defa vicdan azabına 4 tutularak halini ıslah eder. Vaktile Eflâtun, hikmet, şecaat ve iffet gibi üç fazilet tasavvur etmiş ve bunla- rın arasındaki ahengi hem fert ve hem cemiyet için daha büyük bir fazilet saymış ve bunada adalet ismini vermiştir. Hikmet, fikrin ay- dınlanması, yani hayrın idrakidir. Şecaat, güzel ve iyi şeyler için çok defa hayatını feda edercesine, zah- metli ve çetin işlere atılmaktır. İffet ise, insanın hayvani arzularını tadil ve idare etmesidir.(Kant), ahlâ- kın esasını vazifede bulur. (Kant) ın, vazifeyi akla bağlaması, bu mef- humun mahiyetini değiştiremez. Va- zifenin felsefi izahı ne olursa olsun, ahlâki kıymeti her zaman ve her yerde birdir. Temelini akıldan alan bir vazife telâkkisi, fazilete yardım ederse de çok defa ahlâkın hakiki çerçevesin- den çıkarak ezici ve yıkıcı bir şekil alır. (Rasyonel) felsefeler, insan- ların fikri tekâmülüne yardım ettik- leri halde, ahlâki durumlarını (Mis- tik) ler derecesinde yükseltememiş- lerdir. Ruhun bütün mimari sırrı, (Mistik) lerin, mutasavvutfların elin- ' »*.. İnsan ruhu, tükenmez bir hazine ve zengin bir kudret kaynağı... Fen adamları tabiat kuvvetlerini insan- ların işine yarayacak şekilde kul- YOLLAR ve GOKLER Üstüste, altaltalar, Bende gökler ve yöllar. Gökler, kat kat maotlik, Yollar, kol kol servilik. Yollar nereye gider; Ve ne düşünür gökler? Göklerin bir sırrı var; Onu arıyor yollar. Gökler suda titriyor, Yollar suda bitiyor. Göklerin gözü yerde, Yollarınki göklerde. Bu yollarda izimiz, Bu göklerde gizlimiz. ollar, beni vardırın! Gökler, tutup kaldırın / Necip Fazıl KISAKÜREK ai Prof. Hüsnü HÂMİT lanmağa nasıl muvaffak oluyorsa, hakiki terbiyeciler de, his ve heye- canları, insanların saadetini tekit edecek şekle koymak vazifesile mü- kelleftir. Yalnız akli bilgiye yataklık eden ilk, orta ve yüksek mekteplerde çocuklar ve gençler, sadece aklın haşin mahsullerini, sadece akli men- faat vasıtası olarak görmektedir. Mektep, yalnız akıl çerçevesinde okutma ve öğretme yeri değil, her şeyden evvel ruhu tesis ve ahlâkı tasfiye ocağıdır. Bu bakımdan Türk mekteplerinin âzami derecede fakre düştüğünü belirtmek milli bir ahlâk borcu olmuştur. Bugünkü mektep sistemlerinde duyguya müstenit ah- lâk terbiye ve telâkkisi, imkânın son haddinde zayıflamıştır. Buna mutlaka bir çare aramalıyız | Medeniyet, yalnız tabii kuvvet- lere değil, beşeri ruh dünyasına da hâkim olma dâvasıdır. Fena duygu: larımız, muzır ve tufeyli otlara ben- zer. Ruh bunlardan temizlenmedikçe iyi duygular inkişaf edemez, Neti- cede, faziletin güzelliği, ve reziletin çirkinliği karşısında mütehassis ol- mıyacak hiç bir insan tasavvur edilemez. uygudan fışkıran otemayüller, ilmin usullerile münakaşa edile- mez. Bir kimsenin ailesini veya va- tanını niçin sevdiği, fenni illiyet usullerile tahkik olunamaz. Ahlâki hükümler, idrar tahlillerindeki (me tot) lara, ilmin tahkik ve isbat usullerine tâbi tutulamaz. İlim, tek başına, ahlâkı ne bina, ne de tah- rip edebilir. Ahlâkı kuran ve yıkan müessir, (objektif) ilmin sınırları dışındadır. a (Rasyonel) ilmin, ruh ve ahlâk bahsinde en (rasyonel) ve en ileri hükmü işte bu olmak gerektir; yok- sa ruh ve ahlâk denilen ezeli ve ebedi vâkıayı, kendi dar hudutları içinde iflâsa mahküm etmek değil.. Ahlâkı doğrudan doğruya tesis edemiyecek olan ilmin, dolayısile ahlâk üzerinde ne nisbette müessir olabileceğini, başka bir yazımızda inceleyeceğiz.