ersden geldiği ve nere- e bir kabiliyetli biri sanmamalı. Sa- lapurya dünyanın en mağmum adamıdır. Bilmem şu anda nerede bu- bir ihtimalle de, tanıyamıyarak hayretlere düşecek Anlatacağım hâdise, onun, hayatina bedel saydığı hikâ- yedir. * Salapurya hasta idi: Ayakka- bı hastası... Ona en (lüks) ayak- kabıları verseniz, götürür, bir fakire verir ve onun ayağındaki partalları, eğer uyarsa kendi ayağına geçirirdi : — Ben ciğerlerile değil, ayak- ak parmaklarım veya Meni duymazsa ölürüm Birgün, hafif ee yağ- mur altında, vaktile Pariste iken yaptırdığı pardesüsünün seyrediyordu. Dalgınlığından, tatlı bir hatıra halinde genzini okşayan bir kokuyla uyandı. Bir kadın geçmişti. Salapurya başını çevirdi. Geçen kadın da geri dönmüştü; tanımak İster gibi ona baktı, tereddüt edi- yordu. Adam güldü. O zaman kadın iki adımda yanına geldi : — Siz Salapurya değil mi- siniz ?.. — Evet, adım suratımda ya- zılıdır. — Şüphesiz, yalnız size mah- sus olan bir gülüş halinde.. — Allah Allah... — Beni tanımadınız mı ? — Yooooo 1. — Biraz düşünün bakalım, on beş sene evvelini... Pariste, (Mon - Parnas) ta... Nasıl, nasıl ?.. — Yağmurda e şöyle yürüyelim... Yanyana yürümeğe başla” mıştılar. — İhtiyarlamışsınız, Salapur- ya... — Ben de öyle zannediyo- rum. — Bu, beni hatırlamamanız için bir sebep teşkil etmez ki ? Gözlerime bakın, kokumu duy- muyor musunuz ? Zavallı Ço- mar... — Ah, ah... Çomar mı?.. — Biraz daha gayret eder- seniz “Vivi,, nizi hafızanızın ku- yüsundan aydınlığa çıkaracak- NIZ. Salapurya ; hatırlamıştı, İü- sanlar ne nankördür. Onun en sıkıntılı günlerinde bu Vivi im- dadına yetişmiş, muhtelif (ka- bare)lerde Salapuryayı, aşk tüc- carı bir Şark prensi diye tanıt- mıştı. Salapurya, her metelik- siz kalışında bu (kabare)lerden birine düşer, Viviye bin kere Şimdi, mazisinin bu hatırası yüzünü alevler halinde yakı- yordu. Ah, Vivi, nereden de Salapuryanın karşısına çıktın ? İhtiyar hortlakl.. Fakat hayır, ne münasebet! Hiç Vivi ihti- yarlar mı?.. Güya aradan on beş sene geçmi vi Vivi o za- man yirmi yaşında idi, daha doğrusu öyle olduğunu söy- lerdi. Şimdi ise otuz beşinde rak bilhassa bir su birikinti- sine soktu. Bu suretle aklını başına toplamış oldu : — Nereye gidiyoruz (Vivian)? — Hep eskisi gibisin Sala- purya... İk map kendinle alâka- esini ! Benim ne münasebetle İstanbulda olduğum bir an seni meşgul etmiyor ! vi İl bl | Ni i İl NN il l U) ZE Zİ Tİ 18 ei — Sahi.. Cevabı ve merakı bundan ibaret kaldı. Vivi de birşey söylemedi. Tonelle yukarı geç- tiler. İstiklâl caddesinde yeni açılan bir bara girdiler. Vakit çok erkendi. Bir garson, sarı- şın kadını, yerlere kadar eğile- rek selâmladı. Küçük salon akla beraber İs- muştu. Adam, ka dan, yürüyüşünden, bakışın- dan, hattâ kokusundan bura- nın patronu olduğunu derhal anladı. Odasında geni kaldık- ları zaman sord — Beni buraya niçin getir- din (Vivian)? Paralı hödüklere numara mı yapacağım yoksa ?.. Kadın lâkayt : — Hayır, sadece içeceksin!. Dedi. Salapurya düşündü dar mı ?. — Ne olsun istiyordun ?.. — Doğru mia başka bir maksadın yok mu ?. — Madem ki Yüteği tani. söyliyeyim. Biliyorsun, ben ya- bancıyım, rekabet bu işte teh- likeli bir oyun oynar. Yerli bir hâmiye ihtiyacım var. — Ay, bu hâmi ben miyim?., — Elbette. — Benim neyime gövenebi- lirsin Vivi... — Buralısın ;-, yeter |. 225 (45 Salapurya şaş bien eski metresi ondan fazla Çünkü mukabilinde, bu gizli fuhuş yatağını himayesine al- mış oluyordu. , — Ne kadar düşmüşüm ben! Diye düşündü. Yalan değildi tist acaba başka ne iş görebi- lirdi? Beyoğlunun bu dar soka- ğında ?.. Salapurya, imdat ister gibi ayak parmaklarını daldı- racak bir çamurlu birikinti aradı; nafile... Parmakları uzun temas, içine korkunç bir yesin ve ümitsizliğin zehirini akıttı. (Vivian)a baktı. Kadın bu ba- kışın yalvaran mânasını derhal anladı. Birkaç dakika sonra barın en sert içkileri Salapur- yanın önüne dizilmişti. Vapur kamarasına benzeyen, bununla beraber gayet mükellef döşeli bu odada bir hayli müddet, içti. Sonra önüne, bar patronla- rına lâyık siyah elbise, beyaz kalı ve şakacı, bazen büsbütün ayrı bir âleme dalmış, düşün- celi, Salapuryanın giyinmesine nezaret etti. Fakat!. Fakat, sıra ayakkabılara ge- lince işler çatallaştı. Adamın sancısı tuttu, Kıvranmağa, ço- gülüyor, israr ediyordu. Fakat adamın hakikaten ıstırap çek- tiğini görünce razı oldu. Vakti saati gelince salon dolmağa eze May kibar ve çok zengin kimseler olduğu besbelliydi. Bunlardan bazılarını (Vivian) bizzat masa- larına kadar giderek ağırlıyor, bir eksikleri olup olmadığına bakıyordu. Bu arada o gecenin programina dahil artistler nu- maralarını yapmağa başlamış- lardı. Vaktin epey ilerlemiş ol- duğu bir saatte, gayet şık siyah elbisesinin altında, çorap- sız ayaklarile, yırtık ve çamur- lara bulanmış papuçları ara- sından, parmakları cilâlı par- keyi yalayarak, sendeleyerek bir numara sandılar ve şiddetle alkışladılar. Halbuki (Vivian)ın hiddetten benzi limon gibi sa- rarmıştı. Bir kaç kadının Sala- kudurttu, Erkeğin biçimli vü- cuduna, adaleli ve kemikli su- (Sayfayı çeviriniz)