e e eni ANİ a (Kültür) Birliği Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN IHiç bir millet çıkış noktası ha- linde evvelâ kendisine dönmekle işe başlayarak dünyayı anlayamaz ; an- cak dünyayı anlayarak kendisini bulabilir. | Millet deyince herkes birinci pi- lânda (kültür) birliğini anlar. Nisbet, şecere ve tomar arıyanların bile bun- dan aykırı düşünmelerine ihtimal yok- tur. Öyleyse (kültür) birliği milli ha- yatın çeşidli anlayışları arasında bir çok cereyanları birleştiren en temelli noktadır denilebilir. Maddeci veya ruhcu, hürriyetçi veya müdahaleci, ileri veya geri, milletin bu esaslı ne- ticesini inkâr eden yoktur. Bundan dolayı milli meseleler konuşulduğu zaman bütün öteki davaları bir tarafa atarak, - daha doğrusu onlarin mü- nakaşasını filozoflara ve hallini siyasi- lere bırakarak - (kültür) birliği üze- rinde konuşmak faydalı olur. Fakat (kültür) birliği nedir? Bu kelime, eğer: muhtevasından ayrı bir bahis olarak alınacak olursa hiç bir fayda vermiyecektir. Netekim çok- tanberi münevverlerin ayni kelimeyi kullanmalarına rağmen birbirine ol- dukça aykırı şeyleri kasdetmeleri de bu boş kalıbı muhtevasile beraber ele almamalarından veya aldıklarını açık- ça göstermemelerinden ileri gelmiyor- mu? (Kültür), Almanlarda, medeni- yetle müteradif bir kelimedir. Fran- sızcada bu kelimelerin ayrılışı oldukça itibaridir. Kültür deyince biz, bir mil- letin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve âdetleri ve bunların mahsulleri mecmuunu an- liyoruz. Ziraatta kullanılan (kültür) kelimesi ekilmemiş bir tarlayı ekip biçmek için hazırlamak manâsına, geldiği gibi, mecazi olarak buradan insan kafasını yetiştirmek ve bir ce- miyetin şuurunu beslemek ve yetiş- tirmek demek olduğu için, milli (kül- tür), milletin bütün yaratıcı kuvvet- lerini geliştirebilmek için yapılan ha- zırlıkların mecmuu olacaktır. Bu gö- rüş, kendiliğinden, milletin, içinde bulunduğu insanlık cemiyetinin birle- şik teknikası, ilmi ve kabiliyetlerile kendi kendini yetiştirmesi; ve böyle- likle (kültür) ün mevziiliğinden ayrıl- masını icap ettirir, Fakat bu görüşe tamamile aykırı düşüncelerle karşılaşınca hayret et- memek elden gelmiyor. Bazıları pek alâ diyebiliyorlar ki (kültür) ve teknika ayrı ayrı şeylerdir. Bir millet (kültür) ünü kendi tarihinden, teknikasını ise yabancılardan alır. Teknikasız bir (kültür) kurulabilir. Veya eğer (kül- tür) bir teknikaya muhtaç isede on- dan ayrı bir seciyesi vardır. o Böyle düşünenler medeniyetle (kültür) ü kes- kin hatlarla ayırmak hatasına düşen- lerdir. Bu ayırış şüphesiz mektebi bir fikirden, yani madde ve suretin, esas ve şeklin ayrı ayrı şeyler oldu- gunu zannetmek hatasından ileri gel- mektedir. Halbuki hakikatte madde- siz suret, ve esassız şekil yoktur, olamaz. Medeniyetlerin gelişmesinde, tek- nika vasıtalarının muayyen bir sevi- yesinde, ancak onunla ilgili ve mu- ayyen derecede bir (kültür) den bâh- sedilebilir. Bununla beraber her çağda muhtelif cemiyetler ayni 'teknikayı kullanabilmek kabiliyeti bakımından (kültür) hususiyetleri göstermişlerdir. Mısırın mimarisi Yunana benzemez. Çünkü Mısırdaki (Trahit) Yunanda, veya Yunandaki mermer, Mısırda yoktur. Asurun mimarisi kerpiç tek- nikası ile ilgilidir. Dilde, ırk ve âdet- te, musikide bu hususiyetler daha çok göze çarpar. Böylece, kendiliğinden, milletlerin birbirine pek benzemiyen (kültür) leri o olacağı anlaşılır, Milli (kültür) davasının bu kadar esaslı bir dava olarak meydana çıkmasıda bundandır. Fakat bundan zannetmemelidir ki milli (kültürler medeniyetlere karşı kapalı olan dairelerdir; Medeniyet bütünlerile aralarında tezad vardır. Millet ve milletlerarası - kelimeleri birbirine zıt teşkil ederler. Tersine olarak bütün bu mefhumlar birbirine bağlıdır ve ancak biri ötekiyle müm- kün ve kaimdir. Çünkü milli (kültür)- lerin birbirinden farklı olmaları on- ların temeli olan teknika ve ilmin, dünya görüşünün (düşmanlığından değil; bunların tatbik imkânının tabit şartlara göre azçok farklı olmasın- dandır. Eskiden bu farklar daha çoktu. Çünkü teknika zayıftı. İnsanlar birbir- lerile pek güç temasa gelebiliyorlar- dı. Bir memleketten ötekine taş, tahta, âlet gibi şeyleri; veya ustalar, kalfa- lar gibi insanları taşıyabilmeleri ol- dukça güç oluyordu. Böyle olduğu yi halde daha ilk çağda bile Akdeniz medeniyetinde teknika vasıtalarının na- sıl süratle yayıldığını, Mısırlıların Fe- nikelilere, onların Yunanlılara ve Yu- nanlıların Romalılara hocalık ettikle- rini pekâlâ biliyoruz. Zamanımızda ise mesele büsbütün değişmiştir. Ateşin icadı gibi, buha- rın keşfi de medeniyet tarihinde büyük bir çağ değişmesidir. Bu zamandan- beri artık yalnız bir kıta içinde değil, muhtelif kıtalar arasında sıkı müna- sebetler doğmaya başladı. Eski kapalı medeniyet daireleri kırılarak şamil bir dünya medeniyeti kurulmaya baş- ladı. Yeni milletler ancak bu şamil, X4f dünya medeniyetinin uzuvları olarak bir rol oynayabilirler ve oynamakta- dırlar. Ona intibak edemeyen ve ken- di içine katlanan milletlerin, millet ol- maya hakları yoktur ve eski çağların havasında erimeye mahkümdurlar. Vakıa (Milli kültür)ler yine eser- lerini yaratırken kendi (Folklor) ların- dan kendi örf ve âdetlerinden istifade ediyorlar. Yani onları malzeme olarak kullanıyorlar. (Opera)larını besteler- ken, kanunlarını yazarken, destanla- rını doğururken bu malzemeye daya- nıyorlar. Bunun yeni dünyadan Ame- rika, Finlandiya gibi küçük milletlere kadar birçok örneği var. Bu işin böyle olması bütün bu malzemelerin nasıl bulunduğu yerin taşından, bir ressam bulunduğu memleketin rengin- den ve boyasından istifade ederse, bir p şair ve bir kanuncu da oturduğu top»a- * gın (Folklor)undan ve örf ve âdetinden istifade edecektir. Fakat bu demek değildir ki mimar bütün dünya ilmini ve teknikasını hiçe sayarak, sırf kim- seye benzememek gayesile bulunduğu memleketde hususi bir taş arar; yahut şair hiç bir milletde olmıyan ve hiç bir millete benzemeyen, kimsenin an- lamayacağı (Folklor) hazinelerini keş- feder. Tersine olarak onların aradık- ları, en çok anlaşılır ve en fazla be- şeri olmak kabiliyetinde olan, yani en şamil olan esere ulaşmaktır. Radyo- nun, Ssinamanın, tayyarenin, telsiz telgrafın, telefonun hüküm sürdüğü bir dünyada kendi içine kapanmış, kimseye benzememeği ve yalnız ken- di kendisine benzemeği şiar edinmiş bir (Kültür)ün manası olamaz. Hiç bir millet çıkış noktası ha- linde evvelâ kendisine dönmekle işe başlayarak dünyayı anlayamaz ; ancak dünyayı anlayarak kendisini bulabilir.