Ee e şe ee ZELZELE z, şiddetle ei sallandığı ve için- deki ei - yani madenleri vesaireyi - meydana çıkardığı zaman, insan: Buna ne oldu ki böyle oluyor... der.» ukluğumda bana ezberletilen süre- — Buna ne olduki böyle oluyor ? Masum bir kasaba © halkını e e ki: Ke büyük kazançların rüyasını gör- mektedir. Kimin aklına gelir ki, beklenmedik kanlı ş bi şakuli darbe, bin şu kadar yuvayı yalnız kire- mitlerini açıkta bırakmak suretile toprağın bağrı, aplıyacak ve ölüm, elinde tırpanı ile çatı altında her kimi buldu ise, olgun birer yemiş gibi, sapır sapır yere dökecek! Temiz kıyafetli bir genç kadın görüp sokuldum. Ayakları çırıl çıplaktı : — Nasılsa kendimi dışarı atabildim... diyordu, terliklerim ayağımdan fırlamış ola- bilir. Fakat çorapları, kim çıkardı. Buna halâ şaşıyorum |.. Başı sargılı bir ihtiyara rastladım; an'a- tıyordu : — Torunum kucağımda idi, sarsıntı olun- ca ikimiz birden yere yuvarlandık, Kendime geldiğim zaman, baktım çocuk yanımda yok! Saçımı başımı yolup haykırmağa başla- Biraz sonra sesini almıyayım mi ?.. Ço- ğumuzu sanki bir kuş gelip kanadı üstüne unda en ufak bir sıyrık bile bulamadım, şa- şılacak şey değil mi ? dapazarındaki akrabasından birini ziya- rete gelen İstanbullu bir bayan, asabi kahka- halar arasında : — Nasıl oldu bilmiyorum, Böyle şey olabilir mi ?, Kime de bana birşey olmasın !, Harabeleri dolaşırken, insan sıfatile bi- zim ne eli ermez, gücü yetmez mahlüklar ol. Selâhattin GÜNGOR duğumuzu daha iyi anladım. Sırası gelince, bütün tabiat eli kudretimize râm gimizi böbürlene böbürlene ilân ederiz, Hal- buki, işte bilânço , meydanda : Dörtte üçü Pp ömülmü a... Ve enkaz al- rağmen, halâ şu zelzeleyi, vaktinden evvel” haber verecek bir âlet icat edemedik. Halâ hâdiselerin sre, üzerinde e. şıyoruz. İçe nüfuz etmekten henüz o kad uzağız ki... Rontgen, bize e çıplak iskele, timizi seyrettiriyor. Ruh denen bilmeceyi çözüp kafamızın mucizeyi ha meselâ şu zelzeleyi tam vaktinde haber alıp tatlı canlarını kurtaran tavuklarla, kediler kadar olamıyoruz. Felâketin derecesini ölçmek ne işe yarar ?. Erbabsak ondan kaçınmanın çaresini bulalım... İbreleri yerinden fırladığı için rasathanelerin (sismoğraf) ı zelzelenin seyrini bile takip ede- miyorlar. Fakat keşki, önceden hesaplıyama- Wi yahut nasıl bir kaza ğe yi içimizde keşfeden var mi?. Büt ömrümüz boyunca karanlıklar içinde yürüyoruz. Ne gel- diğimiz yer belli, nede Me yer... Dün olduğu gibi bugü «Fünun, zunun demedir, hikmetin adı hayret!» Gün geliyor, varlığımızdan bile şüphe etmek zorunda kalıyoruz. ünüyorum, demekki varım!» diyen Me bugün ai namına böyle birkaç kuru sözden başka ne kaldı?. İnanmıyanlar, ne eme desinler : Bizim hiçbir pi İni j mi ?. Sarsak ihtiyarlar görürüz! Halâ nasıl olup ta yaşadıkları, tababet âlemi için bir Mü onra, ötede, genç, dinç, hiçbir uzvi has- talığı m delikanlılara rasta ki, umul- mai si ii rıza ile, ansızın yere serilirler. azarında şahit olduğumuz mucizeler kâfi a mi? İşte şuracıkta üç yaşında e omuzuna düşen bir ince direğin tazyiki ile can a gördük. r, bu bir fiziki mukavemet işi ise, vakalar © mamen aksi şekilde tecelli etmeli idi !.. Dedelerimizin sözünü yabana atmamak gul bir tüccar, ansızın içine gr” başi söyliyerek, dışarı fırlıyor; arkasını — Dur canım... Partiyi yarıda birakma... a > ya gidersin ! diyorlar, Dinlemiyor ve lan dışarı çıkarken koca bina, içi bo- ne e torba gibi yere düşüyor. Oğlu, Çark mesiresinde maç seyretmeğ: giden bir ana, zelzeleden birkaç dakika evvel : — Bakayım, yumurcak nerede kaldı? k Zelselenin eserleri