lan Filistin topraklarına yahudi akı- rarak, engellemeye çalışmaktadırlar. Problem Birleşmiş Milletlere götürül- müştür. Ortam bu iken Preminger, Uris'li ve Trumbo'lu hikâyesine başlar. Kıb- rısa gelmiş yeni bir dul amerikalı hemşire Kitty (Eva Marle Saint), bi- raz Zorlama, biraz da uydurma bir havarilikte olaylara karışır. Kocası dolayısıyla yakınlık (o duyduğu ingiliz kuvvetler komutanı General Suther- land (Ralp Richardson) ile çaylı, ye- mekli sohbetler yapar, balolara katı- lır. Generali bir bakıma eğitir. Arada, tabii, hikâyenin baş kahra- manı, İrgus teşkilatının gözüpek ada- mı Ari Ben Canaan (Paul Newman) ile de tanışmaktan geri kalmaz. Pre- minger'in bütün çabası, aşk serüven- leri içinde bir destan filme gitmektir. Ama bunun için gerekli (o malzemesi . Senaryocu Trumbo, ille de U- risin roman çizgisinden ayrılmamak zorunda olduğundan, bir yerden son- ra Preminger'e de pek yardımcı ola- y teşkilâtın aykırılıkların, çüncü boyuttakilerle teşkilâtçıların çatışmalarım koyar. Bu yeni boyutla- mada ucuzluk, birbirini kovalamakta- dır. İki teşkilât -biri, aydınların kur- dukları şiddet karşıtı; difteri, eski ku- şaktan olanların intikamcı ve şiddet- ten yana olan teşkiltları -, amaç bir olmakla birlikte, yürünecek yol üze- rinde ayrılığa düşerler. Ben Canaan, amcasının (Hugh Griffith) başı bu- lunduğu şiddetten yana teşkilâtla ça- tışır. Baba Barak Ben Canaan (Lee J. Cobb) ise barıştan, meselenin ba- rış yoluyla çözülmesinden yanadır. O günlerdeki tutumunun ne olduğu bi- linmeyen -gerçekte yahudileri kesin- likle Filistinde istemeyen ve bugün de ayni tutum çevresinde tekvücut o- larak birleşen - arapları ise küçük bir köy muhtarı olan Taha (John De- rek) temsil etmektedir. Aydınların, omeselenin (Birleşmiş Milletlerde çözümünü isteyen teşkilâ- tı yeni bir oyuna girişir: oKahraman Ben Canaan, tam bir sinema uydur- macılığı içinde ingiliz toplama kam- pından subay kılığına girip, imzaları taklit ederek, göçmenlerden ( altıyüz kadarını kaçırır ve battı batacak bir gemi liman- kılları başlarına gelir ve geçidi kapa- tırlar, gemi limanda hapsedilir. Ay- dınların teşkilâtı (o vakit geçirmeden Elbet kötü filmler yapacağız! T. KAKINÇ T abii, ne sanıyordunuz? Elbet kötü filmler yapacağız! Siz aydınlar; siz iki- buçuk-üç lira karşılığında bilet kestirip sinema salonuna girerek rahat koltuklarda yan gelip oturan yerli film seyircileri; siz yerli filmlere karşı yalnızca sövmek için ağız açan eleştirmeci baylar, sinemamızdan ne bekliyordunuz, daha doğrusu, sinemamızın ne olmasını, ne olmamasını isti- yordunuz? Gerçek şudur: bu sorunun karşılığın sinemanm içindekiler de bilmi- yor, dışındakiler de. Bu kurulu, tıkır tıkır çalışan düzemle bilmenin bir fay- da sağlayacağını sanmayınız. Ta Amerikalara kadar giderek bunun okulun- da okumuşlarının da yaptıklarım mmm Bugün yapılanlardan ne bir par- mak ileri, ne de bir parmak geri “Terli film mi? Geç canım?” "diyerek burun kıvıran aydınlarımız, bir günden bir güne sinemamızın üzerine eğildiler mi? Yılda kırk milyon liranın döndüğü bir endüstri dalının iç ve dış sorunları üzerine hangi fikra yazarı- mız kafa yordu? Hiç biri! Gelmiş geçmiş hükümet edenlerin hangi Turizm ve Tanıtma, hangi Milli Eğitim, hangi Çalışma Bakanları sinemamızla yakın- dan ilgilendiler? Bırakınız bu Bakanları, bir gelir ve vergi kaynağı olduğu halde hile hangi Maliye Bakanı «Acaba, bu sinema dedikleri ne mene şeydir?" dedi ve üzerine vardı? Sonra da ağız birliği korosu: "terli film mi? ez efendim! Aman, ne kötü şeyler onlar! Geçenlerde kaza eseri birini gördüm Evet, görülenlerin hemen hemen hepsi "kaza eseri" ili hiç bi- ri beğenilmez. Niçin beğenilsin? Kötüdürler, ilkeldirler. Daha da kötüleri çev- riliyor ve çevrilecek, Türk sineması bir çöküntüye doğru hızla gidiyor. Bunu durdurabilecek, engelleyebilecek güç ya geç kalmıştır, ya da yoktur. Garip olan; varlığı kabul edilmemiş, yok sayılan birşeye karşı hemen home herkesteki bu saldırı düşkünlüğüdür. Saldırmak ve sövmek ise, sine- amıza hiç birşey kazandırmıyor. Don Kişot ile yeldeğirmeni hikayesini hatırlayınız! Bu alanda kahraman olmak o kadar da kolay ki! Politikada yıldızı sön- mekte olan biri "kânun! kanun!" diye koşturuyor. Ama iyiniyeti bilgi des- teklemedikçe, tersine akan ırmağı nasıl geriye çevirirsiniz? Bugün küfü filmler yapılıyorsa, suç yalnızca yapanların değildir. Uzak daran aydınlarındır, düşünme gereğini duymayan yazarlarımızındır, kötüyü reddetme bilincinden yoksun seyircimizindir; ilgisiz ilgililerindir. Bu büyük uykudan uyanılsın, sinemamızın sorunları enine boyuna konuşulup çözüm- lensin, ilgililer sinemanın varlığını kabullensinler, ondan sonra iyi film leyiniz, ondan sonra iyi yerine kötü verildiğinde saldırınız, sövünüz! Karanlığa tabanca sıkmak, kurşun israfından başka nedir ki! işe girişir ve sonradan adı, kutsal ki- odus"a bakarsanız, bu çekişme ve sa- taptaki, Musanın kavmiyle Mısırdan Oo vaş son derece "meşrü"dur. Bu "meş- çıkışını deyimleyen "Exodus"e çevri- (o rü"luk öylesine bir biçim ve yorumda lecek olan "Olympia" gemisi serüve- (o©le alınmaktadır ki, Preminger, ya- ni böylece başlar. pımcı-rejisör olarak, Oo kendiliğinden aşırı bir "tek-taraflılık"a düşmekte- Preminger çuvallıyor dir. Preminger ısrar eder. Yahudileri daha da haklı çıkarmak için o günle- rin ara ulusları ingilizlerle arapları, şiddetten gözü dönmüş kişilerle temsil ettirir. Bunlara, birbiri arkasına ci- nayetler işlettirir, bu arada bir bö- yahudilere, Filistin, Birinci Dünya Savaşı sonunda da vaadedilmiştir ama, bu Söz tutulmamıştır. "Uluslar da insanlara benzerler, sözlerini tut- mazlar." İkinci Dünya Savaşı sonun- da ise, bu eski vaad yeniden tazelen- miştir. Uyutmacılık, uluslararası bü- yük politika oyunları, bu gerçekleştir- meyi uzatınca, yahudiler başka yol- ları denemeye girişmişlerdir. . Haklı, ya da haksız, amaçlarına ulaşmak için savaşmışlar, didinmişler, ölmüşler, öl- dürmüşlerdir. Preminger'in filmi "Ex- lümde de nâzilere çamur atmayı u- nutmaz. Sonra ne mi olmaktadır? 200 da- kikalık bir süreyi doldurabilme yolun- da Preminger, her önüne çıkan olay- dan yararlanmaktadır. AKİS/31