PROUST DOSTLUĞU LAM TİE DEPİRSO Y'ST Ve tıpkı ihlirasımızın aşk sahasında sevdiğimiz bir şahıs özünü kendilerinde bulundurdu- gumuz bazı evsalın silirine artık mukavemet ettiğimiz için nasıl bu şahıstan soğuduğumuzu sandığımız anda bize, kendisini bir kat dala sevmekliğimize âmil olan yepyeni bir zaviyeden görünürse, Proust da, tıpkı bu şahıs gibi, yani ruhi haletimiz bizi artık daha başka merak ve- rici mevzulara doğru sürüklediği için artık Proust'tan pek tadacak bir lezzet kalmadığına zahib olduğumuz bir anda, o ana kadar hiç te düşünmediğimiz bir cepkeden bizi birden bire tekrar kendine alır. Evet, Şurası her halde mulhakkakki bu sanatkârların bizim indimizde mahrum bulun- dukları ( dons Jlar - filri vergi ve istidatlar - asıl bizde yoktur ve onlardan mahrum bulunan asıl biziz; ve yene muhakkaktır ki var olan fakat buna rağmen göze görünmiyen hazineleri fark ve temyiz etmeklen alıkoyan sırf kendi kilayetsizliğimizdir, zira bu hazinelerin ülviyeti ancak ve münhasıran «iniliğs» İere görüne” bilir; çünkü her keşif bir «reconnaissance » bir yeniden tanıma olduğuna göre biz de eşyanın değerini, ancak bu eşyayı tanımak ve bu eşyaya sahip olmak şartiyle biçebiliriz. Bunun içindir ki işte bizzat Marcel (1) de, Bergotte'un, manevi ha” yatın zevklerinden balısederken doğru söyleme- diğine vaklile inanmışlı. Zira o zaman kendisi” nin. «manevi hayat» dediği şey, onunla hiç te alâkası olmıyan mantıki fikir yürülmeleriydi. Proust'un gördüğü, Proust'un bize kavralmiış olduğu şey, haddi zatında ehemmiyetsiz veya ehemmiyetli denilebilecek bir mevzuun mevcut olmadığıdır, çünkü zahiren havai görünen şey- leri yalnız dirayet, incelik ve zeraletle değil, aynı zamanda heyecan, ciddiyet ve samimiyetle (1) “Marcel, derken kastettiğim şahıs, “Ala Re- cherehe du Temps Perdu,, de “ben,, iliye konuşan ve bu- nunla beraber romanın zaviyesine göre müellifi ancak nisbi bir mikyasta temsil eden şahıstır , “zuto- bioğraphie,, ile hayali bir yaratına arasındadır. Zirn cser mevzubalısetmek mümkündür. Bundan böyle Proust'un işlemelerini üzerine döktüğü kanöva (çanevas| 'nın mahiyetinin “ehemmiyeti yoktur, Mozart'ın « Flüte enchantöe » de; Shakespeare in «Tempöle»'te olduğu gibi, en harcı âlem bir senaryo, en gülünç bir «guiproguo», en tatlı en ilâhi hattâ en vecitli ve adeta dindar diye- bileceğim - (en ülvi manasında) - musıkıyı içle- rinden fışkırtabi.irler. Yaratıcıda tek ve yegâne hesaba giren cihet, yaratıcının münhasıran şahsi olan verimi, yani başka hiç bir. ferdin veremi- yeceği şeydir ki buda her birimizin içi ile bağlı olduğu gaip ülkenin şarkısıdır. Netekim bir muharriri: esasen temyiz eden şey, özlerinden soyulmuş bulunan fikirlerinin umumi manasın- dan ziyade < asıl - cümlesinin yapısı, cümlesinin örülmüş bulunduğu nesiçtir. Bu itibarla ve «siyle » in de seçilmiş olan malzeme dolayısıyle gayrikabili mukavemet şekilde şartlandırılmış ve hatlâ artiste adetâ mecburi kılınmış olması ilibarile her hangi bir sanat eserinde mevzu ve maddeden ayrı bir şekil tasavvur edilemez. Malzemelerin bu malzemeleri kullanan deha üzerindeki reaksiyonu, bizzat Proust'un şehadet ettiği veçhile, eseri hiç te daha az şalısi kılmaz. Sanalkârın hakiki orijinalitesi, ne umumi evsalta, ne İikirlerin ortaya seriliş tarzında ne de mevzuda değildir. Bilâkis belki sanatkarın münhasıran şalısına ait olan bazı husüsi çizgi» lerde, bazı kemiyetlerde, bazi « İrguences » larda elhasıl bazı « Vocables »lerin intihabin- dadır. Bu « vocables » lerin içinde sanatkârın tabının « harmonigues » leri ses verir. (2) Bergson için olduğu gibi « Temps Retrou- ve» nin mulharriri için de - Bergson feisefe- sinin Proust üzerinde kati bir tesiri olmuş- tur. Dâhiyane eser, ilade edilmez sanılıp da kendi kendisini ifade etmesini istemiş olan tek wunige» bir heyecandan çıkar. (Yürüyer) Georges CATTANİ-Selmin Tevfik SİBER 2” İçerisinde nazariyeler ihtiva eden bir eser, üzerinde İlal etiketi bırakılınış bir eşya gibidir. ,