ki bir hasta olan bu mahlük bütün dünyada “belli başlı bir sanatkâra değil, bugünün müşte- rek ruhuna ait bir remizdir. © İman ve gaye bütün insanlık için esastır. Fakat nasıl bir iman ve nasıl bir gaye? * Dünya bugünkü hamleye hazırlanırken mem- İeketimiz « Tanzimutı Hayriye w serlevhası al- 'tinda kısır bir Avrupalılaşma hareketine girişi- yordu. Bu hareketin bayraktarları, Avrupada elçi lik veya talebelik ederken ( St. Michel ) bulva- .rinda halka mahsus kocaman bir kütüphane ol- duğunu hayretle görmüş, ( Hyde - Park) da bir adamın dilediği gibi halka hitap edişini gözleri fal taşı gibi açılarak seyrelmiş, ( Versailles ) da yüzlerce musiki alelinin konserini düşük çene- “sile dinlemiş, ( Charlottenburg ) sarayının gül bahçesinde kendinden geçmiş, basil bir İsviçre köylüsünün ruhi haletini taşıyan bir zümredir. Bu zümrenin memlekete hediye ettiği kıya- fet de, aynı köylünün Berlinde, köylülere hazır elbise satan bir mağazadan çıkarken kırıta kırı- ta sırtında taşıdığı ruba... İçinde yaşadığı cemiyetin bütün duygularını kucaklayamamış da olsa, dili annesinin dilinden ayrı bir karagöz diline de benzese, sahası bir deniz gibi hayatın bütün kıyılarnı tutan bir genişlik yerine, kuyu gibi derinliğine, muayyen bir kaç his darlığına sıkışmış da olsa, şahsiye- tinin, /erdiyetinin en yüksek derecelerine var miş olan eski saf ve mükemmel divan şairi bu rubayı giyince meydan âdi bir mukallide kaldı, Hintlilerin maymun avlamak için harikulâde bir usulleri varmış. Maymunların üzerinde do- laştığı ağaçların dibine ağzı dar bir küp gö- merler ve küpün içine İindık daoldururlarmış. Maymunlar görsün ve taklit etsin diye de elle- rini küpe sokarak bir kaç fındık. alırlar, yerler ve giderlermiş. Maymun fındığı avuçlamak için elini küpe sokup avuçlarını alabildiğine doldu- rur, fakat şiş avucu küpün dar ağzından geç- mediği için kolunu küpten çıkarmaz; bir türlü avucundaki fındıkları bırakmayı akıl edemez ve bir mahlük peydalandı. Belki bir kurtarıcı, bel- böylece canlı canlı gözleri zekâ ve şeytanlıkla pâarlıya dursun, avcısının eline düşermiş. Hazımsız ve anlayışsız taklit psikolojisini ifade için bu misalden başka ne söylenebilir. Tanzimattan sonraki Türk sanatımn da kolu, hem de içinde yalnız fındık kabuğu bulunan bu küpte büyük harp sonuna kadar bekledi. Ara- da (Baudelaire) ve (Rimbaud) gibi bugünün, hallâ yarının girift sanalkârlarından halis numu- neler gelip geçtiği devirde, okuduğu, kounuş- tuğu yeğâne lisan fransızca olan, ne Türk ne Arap, ne İslâm ne gâvur, ne Avrupalı ne Asyalı, levanten bir mektep, ( Musset ) ile(Sully- prudhome) un tuzlu göz yaşlarından başka içe- cek ke vser bulamamışlı. ( Edebiyatı cedide ) devri, şalisiyetli eser vermeyi değil, kimlerin taklide değeri olacağını bile takdir edememiş, baş şairi (Musset) den ve baş romancısı (Goncourt) biraderlerden ile- risini anlayamamış, bir zevk ve idrâk harem ağalığı devridir. Nibayet bu fındık küpünün üstüne bir bal- yoz indi. Bu balyozu indiren ne yeni nesil, ne eski nesildir. Bir kelime ile HAYAT tır. Hayat kendi ilerisinde ve kendisine hâkim yürümesi lâzımgelen (Criterium) ların seviyesi- ni kendi kendine aşmış, dalga yolcuyu sandal. dan evvel götürmüş ve kayık geride parça” lanmıştır. İşte bugünkü bahtsız neslin içinde o bulun- duğu şartlar.. Bir şatonun mancınık güllesi yerine ülürük- le yıkılması tarzında, ölümlerin en şerelsizile rakipsiz, mücadelesiz ölen evvelkiler için ne hazin âkıbet, buyünküler için ne korkunç bir ders ve istikbal... Bugünkü nesil başını kurtarmak için iki büyük devin başını yömeye malıkümdur. Bu devlerden biri, arkasındaki harabeler, kül olmuş kıymetler ve baciyvada dönmüş put- lar arasına dikeceği yeni ve harikulâde şehrin mimarisini gizliyen muadele, ikincisi, içinde ya- şadığı kendisi gibi bezgin ve inkârcı cemiyetin derin, namütenahi derin, ölüm kadar derin kayıtsızlığı.. Kafamızda nasıl kulaklarımızın sıkletini his- setmezsek Kendi sıklet ve haşmetini hissetmiyen