daima acıydı. Onları dinlerken vaktile in- sanlar arasında yaşadığım zamanlar işittiğim kadın ağlamalarına benzetiyordum. Bu hayatın şartlarında hiç bir değişme yoktu. Zaman ve mesafe fikirini sıcak ve soğuk hissini, güzel ve çirkin hükmünü unutmuş gibiydim. Hareketlerimde öyle bir intizam ve ahenk vardı ki kendimi görünmez bir maki- nenin hareketleriyle harekete mecbur zanne- diyordum. Bu hayatta, gördüğüm birinci kaide, bu ahenk 've intizamdan ibaretti. İçinde yaşadığım dekorun ufkunu, ne kadar uzakta olduğunu tahmin etmeye muvaffak olmadığım bir dağ, daha doğrusu bir tepe teşkil ediyordu. Bu tepe bana kâh çok uzak, kâh çok yakın geliyordu. Fakat daima aynı biçimdeydi. Geniş bir etekden başlayarak gittikçe mahrutileşen çıplak, kuru ve sarı renkli bir tepe. Günlerimi hep ona bakarak geçiriyor- dum. Ona bakmak tek ihtiyacımdı. Çünkü yemek ve içmek bağlarını artık bilmiyor- dum. “Bu tepe bana şu hissi veriyordu: O yerinde durduğu müddetçe ben de duraca- ğım. Hayatım onun hayatile beraberdir. O ne kadar yaşarsa ben de o kadar yaşaya- cağım. Bunu düşündükçe gülümsüyordum. Bir tepe ebedidir. © halde ben ebedi olarak yaşayacağım diyordum. Evimin olduğu yerde ne yağmur yağıyor, ne rüzgâr esiyordu. Fakat tepenin başında her zaman duman vardı ve orada esen rüz- gârın ıslığı ta bana kadar geliyordu. Ara sira şimşeklerin bu başa doğru sarı yılanlar gibi aktığını görüyordum. O etrafını sarmış olan tabiat ile geceli gündüzlü bir çarpışma halindeydi. Kapısı daima açık kulubemden daima onun bu kavgalarına bakıyordum. Sarsılmyordu, her fırtınadan sonra gene eskisi gibi hiç bir yeri değişmeden yerli yerinde kalıyordu. *İ, Bir gün tepenin etrafındaki dumanı fazla kara, üstünde esen rüzgârı fazla coş- gun, göğsüne dalan şimşekleri fazla sert buldum. Oradan kopan rüzgâr incir ağacının yapraklarını sarsmaya başladı. Dalların ara- AĞAÇ «4 sındaki kuşların her zamankinden çok deği- şik bir telâşla bağırdıklarını işittim. Hare- ketlerimdeki o ebedi ahenk ve intizam bir- denbire bozuldu. Sonra gittikçe şiddeti ar- tan bir ses kulaklarımı doldurdu. Ses yerin dibinden geliyordu. Sanki toprak kayıyor, kayalar koparak yuvarlanıyorlardı. Havada yanık bir koku, ve duman vardı. Bu hal saatlerce devam etti. Sonra ya- vaş yavaş rüzgâr durdu, gürültü kesildi, duman çekilerek gözlerimin önü açıldı, o zaman ufkumun nihayetsiz bir surette genişlemiş olduğunu gördüm. Tepe artık yoktu . Eteklerinden itibaren meydandan, ortadan kalkmıştı. Yerinde geniş bir su akıyordu; Suyun üstünde bir yelken, bir kuş gibi uçarak kayıyordu. Birden bütün bu manzara silindi. Ku- laklarıma sesler geldi. Bir el gözlerimin üstünden bir örtüyü kaldırdı. Kendimi ya” tağımda çırıl çıplak buldum. Göğsüme be yaz saçlı bir baş dayanmıştı. Bu baş bir saniye sonra bana çevrildi. Gözlerimin içi- ne baktı; ve odada bulunan diger insanlara dönerek bir şeyler söyledi. Samet AĞAOĞLU TÜTSÜ Yakdığı nasıl tütsü Varılmıyor yanına. Yorulmuş, arka üstü, Dönemez mi sağına? Bir gece olsa sonsuz, Bitse ölümden tasam. Günler geçmiyor onsuz, Onun gibi uyusam. Fuat Ömer KESKİNOĞLU