1 E R AĞAÇ M | “LE ROMAN, mancısı, Jansenius'ün Allahına benzemekte- dir. Edebi plâna kaydırılan Mukadderal Sırra, daha az ezici olmakla beraber, için- den çıkılması daha kolay değildir. Burada meslekten bir adam haysiyetile, tecrübemi nakletmem mazur görülsün: Kahramanla- rımdan biri, kendisine çizdiğim yolda, sâkin, uslu ilerilediği ve tarafımdan tespit edilen merhaleleri geçtiği ve nihayet ondan bek. lediğim bütün hareketleri yaptığı vakit, meraklanırım. Tasavvurlarıma bu derece boyun eğme, kendisine has bir hayatı olma- dığını, henüz benden ayrılmadığını, nihayet bir hayal, bir tecrit olarak kaldığını belli eder. İçimden, yarattığım tip, bana karşı koyduğu ve ona yaptırmak istediğim hare- ketlerin önünde, inad ettiği vakit sevinirim. Bu hal, ihtimalki bütün yaratıcıların, uslu çocuğa, müsrif çocuğu üstün tutmalarından- dırr Eserimin kiymetinden, kahramanım, beni, kitâbımın yönünü değiştirmeye mec- bur ettiği, ilk önce sezemediğim ufuklara doğru gittiği vakitki kadar, hiç bir zaman emin olamam. Bu, bize; ( Drame ) larımız- da protagoniste'lerin psikolojisini, Fransız ananesine göre tanzim etmekle beraber, öbür taraftan, her yaratıcının kendine göre ölçeceği nisbette, bizden çıkan ve kendile- rine hayat üflediğimiz mahlâklara emniyet ve onların garabetlerine, tezatlarına, fev- kalâdeliklerine hürmet edebileceğimizi ve onlarda, bize beklenilmez, umulmaz görünen şeylere ehemmiyet vermemiz lâzımgeldiğini anlamamıza yardım edecektir. Zira, onlara verdiğimiz etten yüreğin çarpıntısı, bura- dadır. vi Fransız düzeni ile, Rus çapraşıklığı ara- sındaki ahengi, içimizde en iyileri, az çok şuurla başarmaya çabalayorlar. Fakat, bu- nun için, insani hakikatların hiç birini meç- kul bırakmamak lâzımdır. Zaten, beşeri olan şeylerin hiç biri, onlara yabancı değildir. Maritain'in, meleklere bile kapalı olduğunu temin ettiği, yüreklerin sırrını açığa vur- mayı, bugünün romancısı, kendisinin en mü- him vazifesi saymaktadır. Bunu kendisi ve okuyucuları için değil - meselenin ahlâki tarafını bir köşeye bıra- kıyoruz - sanatı için tehlikesiz başarabilir mi ? İnsanın tabii sevkini, en karanlık kay- naşmalarını, kuyusunda elde etmek ihtirası, geçmişteki ustaların titreyerek Allahın ba. kışlarına bırakdığı ve Maritain'in en ferdi hassasiyet dediği bu şeyi pervasızca ışığa tutmak böyle bir cüret, cezasını ânında eserimizde göstermez mi? Hassasiyetin ka- ranlık kuvvetleri demek, biz demek değil- dir. Ve hakikatte biz yokuz, biz kendi kendimizi yaratıyoruz. Beşeri varlıkta yalı- nız kendisine has olanı, dıştan zaruri ola- rak kabul ettirilmeyeni, bilmeyi iş edinmek- le yalnız şekilsiz ve olurken çözülenin üze- rinde çalışmak tehlikesile (karşılaşıyoruz. Hatta, araştırmamızın mevzuunun bile, ze- kânin pençesinden kurtulması, bozulup da- ğılması tehlikesine düşüyoruz. Böylelikle, beşeri şahsiyet parçalanmaya yüz tutuyor. Zira fikirlerimiz, imanlarımız dıştan gelmek- le beraber gene varlığımızın bütünlüğü için- dedirler. P. Bourget'nin, “ Merhalesinde, en bayağı hareketleri, en âdi sözleri, felsefeleri icabı olduğu halde, Jakoben - Manneron ile ananeci Ferrand, gene etten ve kemikten insanlar olarak görünmektedirler. Çünkü, bir adamın dini ve felsefi fikirleri, onda in- siyaki hayvan kadar - bu fikirler olmasa idi sadece o hayvan olarak kalacakdı - hakiki, ikinci bir tabiat, bir kelime ile, yeni bir adam yaratırlar. Bourget'nin, inceliği insan- ların kendi hayatlarına zihni ve ahlâki bir düzen ve bir mantık koydukları nisbette, onuda, insani duygulara, sert bir mantık tatbik etmesi pek tabii görünmelidir. İnsa- nın, sadece en şahsi insiyaklarını tanımayı istemek ve biteviye daha keskin bir bakış- la, yalnız beşeri ehaos'u kuçaklamak endi- şesinden başka bir şey bilmek ve yalınız insanın bulanık ve geçici hareketlerini çiz- mek, bunda yeni roman için korkunç bir tehdit vardır ve bu tehdit hususiyle Proust'- un kitaplarındadır. Evet Proust'un emsalsiz eseri, bu noktadan, bize bir ihtar ve misal olabilir, ( Yürüyor ) Burhan TOPRAK (François MAURIAC)