imha edilememiş sokak köpekleri de eski İs- tanbul sokak köpeklerinin cinsindendir. Ay- nı ırk vaktile bütün buralara yayılmış demek oluyor. Sokaklardan geçerken, bazen, Atinada olduğu gibi, evlerin, dükkânların bodrum katlarında çalgı ve şarkı seslerinin kalın bir sis halinde yığılan bir sigara dumanı tabakasını oynattığı ve içindekilerin sıh- hatli neşesine ve o havaya tahammüldeki kayıtsızlıklarına şaşırtan dumanlı kahveba- neler, birahaneler görülür. Garsonlarda, en iyi lokantalarda bile, bizim Rum garsonla: rını hatırlatırcasına lâübalidirler. Büdapeş- tenin o resmi teşrifat memurlarını andırır, ütülü vaziyetlerle eğilen ve bir türlü in- tikal edemedikleri sözlerinize bile ciddi bir yüzle: “ Biteşön! , diyen teşrifatperest gar- sonları nekadar uzakta! Hele, yanyana, ayakta aralarında gülen, şakalaşan şoförler, espapları, tavurları, yüz- leri ve bütün hallerile Beyoğlunun sokak- larına sıralanmış bekliyen arabalarını bıra- kıp sokak başında toplaşan ve yanyana ayakta aralarında gülen, şakalaşan şoförlere ne kadar benziyorlar! Öyle sanırsınız ki mu- ayyen markalı otomobilleri otomobillerimize ne kadar benziyorsa bu şoförler de şoförle- rimize okadar benzemekteler. Belediyenin yığılan karları kaldırmak” tan âciz olduğu bu şehirde karlar eriyerek siyah, sulu bir çamura döndükleri zaman geçen bu otomobillerin önünde onların ya- ya kaldırımlarına, dükkânların camekânla- rına ve yoldakilerin üstlerine, başlarına sıçrattıkları çamurdan kaçanların halleri de, güya aynı vaziyette bizimkilerini tanzir ve taklit ediyor gibidir. Ve kışın iç kapıların yanında toplaşan lâstik ve snow - boots ka” labalığı da tıpkı bizim kapılarımızın yanın: dakilerini andırıyor. Bir gece yanımızda Romanyalı bir ma- damla birlikte sinemaya gitmişdik. Filmin hiç güldürücü olmamasına rağmen bu ma- dam bir türlü kendini tutamıyarak muttasıl gülüyordu. Meğer ekrana aksettirilen ingi- lizce metnin rumence tercümesi öyle hatır ve hayale gelmiyecek kadar saçma, uydurma, beceriksiz ve yanlışmış ki asıl metnin ya- nında bu acaip tercüme iddialarını gör- dükçe gülmemeye imkân yokmuş. Ve o za man anladım ki bizde “ Tigresse royale, i “Malikâne kaplan ,, diye tercüme etmiş olan, AĞAÇ bizi kâh güldüren, kâh kızdıran sinema zih- niyet ve üslübuda burada aynen hâkim ve sinema âlemlerimiz arasında da bir mutaba- kat var. Yoldan, çalgıları önde, her gün, hâki espaplarile askerler geçtikçe halkta, bizim halkımızda olduğu gibi, alay seyretmek zev- ki görülüyor ki Rumenlerin Beyleri İstan- bula tayin olunup büyük merasimle bu şehre girdikleri zaman seyrettikleri eski âlâyişler ve alaylardan kalma bir itiyat olacak. Levantinlerin fransızcasında: “İstanbulu bir gören ona bir daha döner, onu artık bırakamaz ,, manasına gelen “ Taksim su- yundan bir içen bir daha içer , diye bir söz vardır. Rumencede de Bükreşten geçen Dambovitza suyundan bir içen onu bir daha bırakamaz ,, manasina bir darbı mesel var- mış. Bende bu şehri ne zaman terketsem onun şarkiı - garplı Jezzetine doyamamış olduğumu duyar ve ona tekrar dönmek ar- zusunu beslerim. Hayat karşısında toy fakat gürbüz hali, eski zamanı hatırlatmaktan hali kalmıyan gençliği, meydana serdiği hayata muhabbet- li kalbi ve bizi duyuran, söyliyen Şarklılığı ile beni kendine bağlıyor. Yollarda kaç defa rastladığım ve demin otelin pencere- sinden seyrettiğim bir eşini Beyoğlunda, Köprü başlarında, veya Sirkeci civarında gördüğümüz bir manzaraydı. Ellerinde ta- şıdıkları sepetlerde, kaplarda bir takım şey- ler satan seyyar satıcılar birdenbire koşa- rak ve yan sokaklara sıvışarak çil yavrusu tarzında dağıldılar. Eğer Ahmet Haşim gibi! “ Neden bu korku, neden ansızın bu cuş-u-huruş?, derseniz, çünkü yolun birinden bir eski zaman satrapı azametile bir belediye ça- vuşu sökün etti, geldi ve geçti. Ve o za“ man kenar yollara sapmış ne kadar satıcı varsa hepside derhal saklanmış olduk- ları sokaklardan memnun ve mağrur birer eda ile, dudaklarında sinema aktörü Albert Pröjean'ın tebessümlerinden birile, meyda. na çıkarak gelip gene demin bıraktıkları yerlerine kondular. Ve bizde vaktile gülünç bulduğum ve adetâ kızdığım bu manzara birdenbire size tarif edemiyeceğim kadar rikkatime dokundu. Abdülhak Şinasi HİSAR