AĞAÇ Bilmecelerin Cennelinde Bizzat gelinin bilmecesi, bakın ne zen- gin ve ne taze tedailerle dolu : Üç gemi yolladım Mısır hurmasına Allan direk diklim burmasına Ana var gelir, gelmezse yalvar gelir Koklanmanış gül, açılmamış nar gelir. Eşyayı en tabii bir ihtiyaçla canlandıran ve insanlaştıran bilmecelere bazan gizli bir elem ve göz yaşları da karışıyor. Fakat bu göz yaşları temiz bir bayram havasında eri- yor ve acılıklarını kaybettiriyorlar: Ku- yuya inen bakraç yukarıya ağlayarak çıkı- yor: “ Aşağı iner güle güle Yukarı çıkar ağlaya ağlaya , Vücudu zanbaktan birer rakkaseye yahut garip bir palyaçoya benzetilen mum beyaz göz yaşlarile ağlıyor : Ol nedir ki cismi var parmak gibi, Giydiği ak konca zambak gibi Koyunca başma ailın külalü Durmaz akar güz yaşı ırmak gibi. Süpürge kaybedilmiş bir hürriyeti düşü- nerek içini çekiyor : “AR, neidim ne idim Suhralarda bey idim Felek beni ne yaplı Beli bağlı kul yaplı. , Fakat bu güler yüzlü elem yalnız ev eşyasında kendini gösterebiliyor. Evden çı- kınca tabiatın taşından toprağından taze bir meşe fışkırmaktadır. Meyveler, çiçekler ve sebzeler bilmeceler cennetinin en neşeli perileridir: Nar bir gelindir: Uyanır, cama dayanır, cam kırılır, kana boyanır. Zeytin yaramaz bir kızdır: “ fare kız sarkar, düşe- rim diye korkar, karpuz, yeşil feraceli, kırmızı fistanlı, siyah düğmeli bir misafirdir. Kavun arabadan atlarken pantalonu patla- yan bir hoca; lahna frenk gömlekli bir kız- dır. Patlıcan alçacık boylu, kadife donlu, asma kabağı sarı entarili ve servi boyludur. vü Bilmeceler adeta çocuk ruhunun eşya karşısındaki hayretini ifade etmektedirler. Dünyaya hayret ve hayranlıkla bakan bir ruh için bir ağaç ne büyük bir mucize, bir meyve ne garip bir mimari, bir insan gözü u ne acaip, ne karikulâde bir varlıktır. Bilme- celer cennetinin her şeyden evvel acaip bir cennet olması yaşamak sevincile dolu bir. ruhun her şeye şaşarak bakmasından ileri geliyor. Bilmece bir elmada bakın neler görüyor : “ Ufacık İırmızı bir ev Ne kapısı var ne penceresi İçinde yıldızdan bir yatak Yalakla beş küçük yavrucak ,, “ Şurrâaliste , (1) bir resim (meselâ Marc Shagall'in resimlerine) çok benzeyen bu kırmızı elmayı ben şaşarak yaşamak saadetinin sembolü olarak görüyorum. Bir meyveye bile “ne tuhaf, ne acayip şeyl, diyerek bakabilmek, yer yüzünü cennete çevirmenin yegâne sırrı değil midir ?. Bilme- celerin dünyası bir rüya kadar, daha doğ- rusu bir rüya gibi acaiptir. Bilmeceler diş- lerimizi esrarlı ve kırmızı bir saray içinde yan yana dizilmiş beyaz kızlar olarak görü- yorlar ve bir çokları “ bir acaip nesne gör- düm ,, diye başlıyor. Demek ki bilmecelerin “acaipliği, , tıpkı yeni bazı cinnet eserlerinin acaipliği gibi, ruhun çok derin bir ihtiyacına, her nesnede bir sır sezmek temayülüne tekabül etmekte- dir. Sanatin yarattığı cennetler her şeyden evvel acaip cennetlerdir. Güzellik karşısında ilk duyulan şey hayrettir. Bilhassa Rimbaud'dan sonra Fransız şiiri ile Türk bilmeceleri arasında şayanı hayret bir ruh benzerliği buluyorum. Dünya sevgisine yepyeni bir mana veren, kâinatı çok taze bir iştiha ile kucaklayan bu şiirin cenneti bilmecelerin cennetile kardeştir. Her ikisinde aynı bahar ve düğün havası esmekte; ruhun başı boş bir tabiatta nasıl hazlar arayacağı sualine her ikisi de aynı cevabı vermektedirler: “ Yeryüzünü bir cennet ve yaşamağı bir düğün olarak göre İM. Andre Gide dünya nimetlerine bilmece- lerdeki sevinçle sarılmış ve her meyvenin içinde bilmeceler gibi bir cennet sezmişti. Sabahattin Rahmi EYİBOĞLU (1) Surrdaliste doğmuş olan sanat eserlerinin sirri, dünyaya beüice bir çocuk rubünün hayretile bakabilmektedir.