m in ie Bau az e e S“. yaylâ ikliminden, Akdenizin e göğsüne inmek, İnsanın üzerir rayihalı bir tesir yapıyor. Bizi, Ankaranın, karlı tepeleri ile çevrili ufkundan, bir sel hizi ve gürültüsü ile alıp götüren İE Toroslara kadar ne ruhumuzu aydınlattı, ne de gözlerimize tipi halinde yağan kar- dan başka birşez serdi. Oria Anadolunun uğultulu kış gün- leri içinde, şehirler ve kasabalar, dumanlı havanın bağrında yarı kaybolan, yarı do- nuk bir keder ve hareketsizlikle, bürünen bir dekor arasında uzanıyorlardı. Konya ovasında yer yer farkedilen kocaman kocaman direkli kuyular, artık hiç kullanılmıyacaklarmış gibi duruyorlar- dı. Karlar ile örtülen ip ve kovalar, gün- lerden, hatta haftalardanberi insan eline hasret Kalmanın verdiği bir üzüntü ile, ilik ve güneşli bir sabahı bekliyorlardı... Bizi Adanaya götüren katar, bembe- yaz ulfukların içinde ilerliyor, ilerliyor; fakat yeknesak kış dekorunun içinde, zaman ve mesafe mefhumları bilmek bilmiyor: Bu haleti ruhiyemiz Toroslara kadar devam etti, Orada, yepyeni bir iklimin, yepyeni bir peyizajın, yepyeni bir hüviyelin sıcak deraguşu ile karşılandık. Kar, yerden, göklere yükselen zirvelerin üstüne kaçtı. Çorak toprağı, öbek öbek çamlar kapladı. Düz ovayı, yalçın dağlar ile çevrili vadi- ler sardı. Tabiatin bu değişen dekorunu fren hattının kâh sağından, kâh solundan akan dereler ve güneşli bir sıcaklık ta- mamlıyor. Yalnız, vakit vakit girip çıktı- ğımız tünellerin sim siyahı boşluğu içinde, bu renklerden, bu kokulardan, bu pırıltılı ışıklardan bir an için olsun ayrı kalıyo- rüz. Sonra, yine zirveler, yine çamlar, yine dereler ve güneş Adanaya yaklaşdıkça, tabiat değişme-. başladı. Yavaş Toroslardan zaklaştık, Çukurovanın düz, dümdüz yeşiiliğine kavuştuk. Z Ova, namütenahi uzanıyor. Önümüz, yanlarımiz, pırıl pırıl bir renk asaleli ve toprağın, nebatların, çiçeklerin buram ram tüten ve dağılan rayihaları ile örtülü. Toroslar, arkamızda ve giltikçe küçülü” yor, birer vapur dumanı gibi havaya İa- e kalan bulutlar ile baş başa veriyor- lar. İzgi c Nihayet * Venice » ye geldik. Yol, bu- rada ikiye ayrılıyor: Bir ine yem- yeşil ova içinde Mersine ; diğer bir kol da 14 ANKARADAN yine yemyeşil ova içinde Adanaya gidi- esim varacak olan yol arkadaşları- mız, bize veda ettiler. Onları, Banilyö ireni diyeceğim geliyor, Adanadan kalkan katar alacak. Bu telâki Obekleyişi çok sürmedi ve biz de Adanaya doğru yola, koyuldu Şehire hemen girmek üzere iken, üs- tünden geçtiğimiz demir köprünün iki yanındaki YE gözüme çarptı. Biri sa- ğa, biri sola giden iki kanal göz a gine uzanıyor. Yüzlerce amele luksuz çalışıyor. Vagonetler ile kazılan ii taşınıyor. Bir yanda kocaman bir şahmerdan, diğer bir yanda yerleri kazan makineler... Ve daha bir sürü tefer- ruaf... Bütün bunlar, eyi üç dertleri, yani feyezandan, kuraktan ve bataklan kurtarmak istiyen Nafia Vekâletine ait iş proğramının tatbik N Adana ovası, cenupla Akdeniz, şimalde Toros dağları ile çevrilen 200. 000: hektarlık öyle bir sahadır ki, bugün, harikulâde verim kabiliyetine rağmen bu üç afetlen yakası kurlarılmadıkça toprağın o 65 inden ha- yır yoktur! ya dağlardan gelen sellerin aşkın ve taşkınlığı, ya ilkbaharda çekil- miyen e arsızlığı hem ekileni mah m de yeni zeraiyata imkân bi- İşte, Nafia Vekâleti Türkiyenin Mısırı ölan Çukurovayı, feyezandan da, kurak- tan da, bataktarı da kurtarmak. kararını vermiş, Adanaya tutmuştur. Ova, regülalörden ayrılan ka- nallar ile sulanacak, Tarsusta yapılan Ber- dan barajı ile Misirım Niline kavuşacak ve bu mıntaka Türkiyenin bitmez tüken- mez bir zahire anbarı, bir pamuk hinter- landı olacaktır. Nafia Vekili Sayın General Âli Fuat Cebesoyun açılış törenini yaptığı Berdan regülatörü, bu müjdenin ilk işareli, yani gözle görülür, el ile tutulur ilk senbo- lidir. Fakat, bu işaretler, bu senboller, edebi bir atmesfer içinde gördüklerimiz, hatta yaptıklarımız kadar kolay değildir: sene- ler süren insan emeğinin, aşarat hanesine idir. uzamaktadır, âdeta bütün Çukurovayı bir örümcek ağı gibi kaplamaktadır. AKDENİZE Yazan: Sabih ALAÇAM Adanalılar, kendilerine mes'ut yarınlar vadeden Nafia Vskâletine ait inşaat ile o kadar yakından alâkadar oluyorlar ki, beni istasyondan otele e arabacı bile, yolda regülatörden bahsi İşte, Adanaya gelir ini gözüme çarpan ve bana ilk anlatılan mevzu bu di. Şehire alıştıkça ve muhit ile ünsiyelim arttıkça, Adananın diğer güzel dekorla- rını görmek fırsatlarını da elde ettim, Meselâ, vilâyet dairesinin önündeki park, Seyhana dayanan sahil yolu, portakal bahçeleri gibi Portakal bahçelerini anlatacağım : Ara; rindan portakallar. ii ağaçlar ile do- ludur ve bu yol “K , da bilmekte" dir! “ Kanara, el ilk defa işitince, ben de hayrette kaldım! meğer, mezbaha demek imiş! Adanalılar kanamak kelime sinden bu isimi mekânı çıkarmışlar! gü- zel bir buluş! Ebedi Şef Atatürk Adanayı teşriflerinde bu. kelime ile alâkadar ok muş ve “Kanara, tâbirini beğenmiş Doğrusunu şöylemek lâzım gelirse, bun- da mezbahanın, Adana belediyesinin yü- zünü ağartacak kadar temiz, muntazam ve bakımlı olması âmil rolünü oynıyot. sahipleri hep Biribirlerine “* Kivra,, di- ye sesleniyorlar. “Bu mahalli tâbirin de ne demek olduğunu merak ettim! anlak tılar; sünnet edilen çocuğu, ameliye €s- nasında tutan, onun * Kivra , 1 olurmuş! Yani, vaftiz babası gibi birşey! hatta, konuştuğum portakal bahçesi sahibi, beni oğlunun “Kirva,, sı yapmak istedi. Ad resimi verdim, yakamı kurtardım ! “ Deniz kenarında doğan, büyüyen ve yaşayan bir insan, aylarca kara ile, dağ lar ile çevrili şehirlerde kalırsa, bu acı ve engin suyun hasretini çekmeğe başlıyor. İşte, ben e Ankaradan Afyonkarahii- orta Anadolunun birçi gözlerime hiçte fevkalâde gelmiyen deniz manzarası, meselâ Eskişehirde harikulâde bir hayal gibi içime seriliyordu. Adanaya geldikten sonra, ufuklara hasret ile ba tim ve « Tevfik Eikretin > denize ait ola Pl adeta yeniden ezberlemişim gibi hatırlı g Hani KER tezayyür, heyecan?