GÜNAH GÖNÜLLÜLERİ adeta birdenbire; kauçuk ceryanlı elektrik titremeğe bâş- muştu, ve kabuğu z teli dokunmuş gibi, lamıştı: soyulmuş > Hicran, dedim, üşüyor musun ? — Evet... Fakat tenim, etim, dışım değil, içim... İçimin, soba ateşile ısına- mayan bir yeri üşüdü Celâl ağabey. e; ciğerlerini, belki yüz nefesde doldurub, boşaltacak kadar bol havayı bir solukta alıp bırakırcasına, : e Sonra hikâyesine devam etti: Fakat başladığı itirafı tamamlaya leebur edilmiş bir mücrim edasile.. — Bir geceydi, dedi, böyle, karlı, soğuk bir kış gecesi. Kötü bir nezle, beynimi çürük bir yaraya döndürmüştü. Ve bütün mafs 'sallarım beynimden de fazla sızlıyordu. Fakat, yatağımda yatarken sıcak bir bakışın hasreti içimi, bütün bu maddi ağrıları o unutduracak Okadar sızlatıyordu. Göz pınarlarım; kızgın güneş altın» daki susuz topraklar gibii kup kuruydu. Ve kuru kuru yanıyordu. Bir aralık, yarı açılan kapının ara- lığında onun; annemin yerini alan kadının başını gördüm. Fakat onu tanıyamıyacaktım ner deyse. Çünkü yüzünde, biç alışmadığım, görmediğim şefkatli bir ahenk vardı. Ve bu şefkat ahengi, onun daima hain, daima riyakâr dolu yüzünü, kuvvetli bir makiyyaj gibi değiş» tirmiş, yabancı, başka bir sima haline getirmişti adeta. Bu şefkat, onun sade kalmamış, sesine de bulşmıştı : tıbkı yine manalarla yüzünde — Hasta mısın Hicran ? Sonra yanıma sokuldu. Soğuk avu- cunu, yanan bir soba kadar sıcak alnıma koydu. Ve : çinisi akıllı sesini o, dedi, senin adam ateşin varl A çocuk, hiçde çıkarmıyorsun. Ben bu hale gelsem, evin altını üstüne katarım alimallah | Mühim bir tehlike karşisında alına» cak tedbirleri tasarlar gibi, bir müddet düşündü ve ilâve etti: — Seni evveli iyice terletmek lâzım. Grib olacak bu. Ben sıcak bir ıhlamur o bazırlatayım, birde aldırayım sana, Sonra da bir doktor çağırtalım | Ondan gördüğüm bu ummadığım ihtimam, ve müşfik alâka beni şaşırt- 28 asprin (Baş tarafı 3 üncü sayfada) mışlı. Önun, kabuğu köseleleşmiş ru- hunda, iğreti bir şefkatin e ceğine bile inanamıyordu “gön — Ehemmiyetli birşeyim e des dim, sıcak bir ıhlamurla asprin çek bile. Doktor için boşuna zahmet etme yin | O, bana iyice örlünmemi tavsiye ederek odamın kapısını çekerken — Yok, yok; dedi, en büyük derdler, böyle ufak tefek r ehemmiyet wermemekten doğar. görünen ihtimale karşı, doktor görsün bir kerel akkak ki, uzviyetimizin yor- gunluğu, halsizliği, kırgınlığı, hattâ sakatlığı, maneviyatımıza da tesir edi- yor. Ve kollarımızın, ellerimizin, ayak- hulâsa, maddi varlığımızın yorgun, halsiz, kırgın düşdüğü anlarda larımızın, gönüllerimiz de heyecandan, hayatiyet. ten, takatdan kesiliyor. Ve o anlarda bizler, tıbkı tırnakları sökülmüş ve dişleri dökülmüş kediler gibi, en ufak şefkatlere susuyoruz. Annemin yerini alan kadının; bana, uzviyetimin ve maneviyatımın © zayıf anında gösterdiği alâka, gözlerimi ya- şartmıştı. Ve, hastalığın çürütdüğü bir mans tıkla, onun hakkında beslediğim fena düşüncelerden, kanaatlerden, hüküm:- lerden utandım. Hizmetçinin yudumunu yeniden açıldı. ıhlamurun kapı getirdiği içiyordum ki, Saniye hanımın yanında; tanıma dığım bir genç vardı. O, yatağıma iyice sokulan bu yabancı erkekle tanış tırdı bizi. Şemseddin adında bir doktormuş o. Beni, başını bafifçe eğerek selâmladı. Sıhhatimden şikâyetlerime dair sorduğu beylik suallere verdiğim cevabları diks katle dinledi. Ve nabzımı sayarken sordu : — Derece koydunuz mu? Aldığı menfi cevab üzerine, kendi derecesile ateşimi de yokladı. Göğsümü, ciğerlerimi Ouzun uzun dinledikden sonra, endişeli bir eda ile: azla üşülmüşsünüz efendim! dedi. Bayan Saniye; samimi görünür bir endişeyle atıldı : — Yani korkulacak birşey mi var doktor? O, reçete cevab verd iğ — Hayır... Değil... değil amma, dik. kat etmek lâzım tabii | bitirdikten kâğıdını doldururken " Ve işini sonra döndü: — Maalesef, dedi, zatürreeye çevir- meğe pek müstail görünen bir güp... Bünyenizi takviye tübler yazdım. Yirmi dört saatte bir uğrar bu şiringaları bizzat yaparım. Mantol borike veriyorum. (Genzinizin sökmesi için onu kullanırsınız. Diğer hapları da, kutularının üzeri lerine yazılacak tariflere göre alırsınız. Doktorun “sözleri, annemin yerini alan kadını. bir ana kadar üzmüş gibi bana | görünüyordu. Doktor elimi sıkarken : » dedi. enjeksiyon için bir, nihayet iki sunte kadar Geçmiş olsun efendi Sonra, babayani bir ie takınarak ilâve etti; — Kendinize lâzım ha! Doktorun o bedbin sözleri, üzücü kuruntularla doldurmuştu. Bu | teşhisin telkini altına girince, kendimi hakikaten fena hissetmeğe başlamıştım. Halsizliğim, e ve ağris larım iyice çoğalmış gibi id oktor, vadettiği vi evvel geldi. Onunla beraber gelen Saniyenin ilâç şişelerile, çek iyi obakmanız içimi / elindeki tepsinin içi ilâç kutularile doluydı. Doktor; kaynatlığı koca bir şırır: gaya çekdiği tübleri cildimin içine boşaltdı ve, fazla oturmadan vedalaştı. Saniye de onu geçirmeğe gitmişti. Onlar çıktıktan sonra, mantol kutu aldığım beyaz tozu genzime iyice çektim. Hicranın perde perde sönen sesini saran titreklik, perde perde artmıştı. Son cümlesini, hissedilen bir 207 | lukla tamamladı. Sarı başı, topuzlanmı; gibi yastığa düşdü. Omuzları; fıbkı bir rakkase göğsü gibi sarsılıyor ve o, sebebini sezeme* diğim bir e boğulurcasına hınç* kırıyordu — Ti edemezsin, dedi, fasav: vur edemezsin Celal agabey. Dir şefkat perdesi arkasında, benim kadar | zavallı bir kızcağıza kurulan tuzağın dehşetini tasavvur edemezsin ! (Arkası var) sundan