“BEENE BT SehirMümessilleri,Şefin H uzurund ün sabah, saat dokuzda, Cüm- hurreisimiz İsmet İnönü, Dol- mabahçe sarayının üst salonunda, evvelki akşamki yerini almış bulu- nuyordu., Cümhurreisimizin, daha tren yorgunluğunu gidermeden baş- ladığı bu tetkiklerin ilk safhasını, dünkü nüsh da ol Ş dur. Çünkü biz, bu temaslara lâkayt ka- Jabilmiş tek vatandaşa rastlamadık. Dünkü y da, Cü ze bugün bazı pamuklu eşya numu- neleri, ve bazı malâümat takdim et- mesi mukarrer olan bir gençten de bahis vardır. İsmet İnönünün notla- rını karıştırmaya başlar başlamaz, ilk aradığı sima, bu genç oldu: — Hani, dedi, bir çocuk vardı: Ba- basından, kendisine sorduğum bazı suallerin cevaplarını öğrenip getire- cekti? Geldi mi 0? Ellerinde kocaman paketlerle or- taya çıkan Bay Fuat cevap verdi: — Buradayım efendim. — Gel bakalım.. Bu paketlerde de istediğim numuneler mi var? — Evet efendim! Genç fabrikatör, yeşil çuhalı bü- yük masaya sokuldu. O, paketlerini birer birer açtıkça, Cümhurreisimi- zin yanlarında oturan Dahiliye Ve- kili Öztrak, Vali Lütfi Kırdar, sabık yaver Fikret Atlı, masaya serilen eş- yalara büyük bir alâka ve dikkatle eğiliyorlardı. Her gün, tuhafiyeci ca- mekânlarında gözlerimize ilişen bu alelâde eşyalar, İnönünün alâkasına mazhar oldukları :çin, bizlere dahi hayli ehemmiyetli görünüyordu. Her kes, olanca dikkati, serildikten — sonra fevkalâdele- şen eşyalara dikilen gözlerinde top- lamıştı. İnönü, eşyaları birer birer gözden ve elden geçirdikten sonra, genç fabrikatöre sordu: — Bunlardan, Nazilli fabrikası da yapıyor mu? — Yapıyor efendim! —Bu sizin işinizi bozmaz rleğil mi? — Bozar. — Niçin? Hani ya, bu pamuklular- çok satılıyordu? Rekabetin iyi neticeleri ir gün evvelki sözlerinin, mu- hatabı tarafindati “böyle tam zamanında hatırlarışı, genç fabrika- törü müşkül mevkie sokmuştu, ke- keledi. — Çok satılıyor ama, ne de olsa, Nazilli dokunur bize, — Neden? — O da ayni eşyaları çıkarınca, a- raya rekabet giriyor: Rekabet yü- zünden biz, eşyaları ucuzlatmak mec buriyetinde kalıyoruz, Cümhurreisimizin simasında, mem nun bir tebessüm belirdi: — Fena mı? Bizim istediğimiz de vecuzluk değil mi? Sen, rekabeti, bazı şeylerde isti- yorsun, bazı şeylerde işine gelmiyor, Neden 0? İ | Genç fabrikatgr, galiba bu suali işitmedi. Ve Cühfhurreisimize cevap yerine, bir takım esvap verdi: — İşte, dedi, bu da emir buyurdu- Bunuz elbise; takımı, 375 kuruşa mal oluyor. İnönü, elbiseyi, kendisine esvap a- lacak meraklı bir müşteri dikkatile evirdi, çevirdi, sonra: Teisimi- — Bizim, daha ucuza mal edebil- memiz mümkün değil, Meselâ, bakı- Nız, şu gördüğünüz şey pamukludur. | Avrupa malıdır. Bu da, ayni eşyanın bizim taraf d yapıl , Biz, bunu, 60 kuruştan aşağıya satama- yız. Halbuki, Avrupalılar, ayni şeyi, bizim gümrükte, 39 kuruşa teslim e- debiliyorlar, — Nasıl olur? İhracat perimi meselesi — Bu malın içinde, - bizdeki fiyat- lara göre - sade 50 kuruşluk mevaddı iptidaiye var, — Onlar nasıl daha ucuza mal edi- yorlar? —— Onlar, pamuğun kilosunu 25, 30 kuruştan buluyorlar, Biz ise, kilo- suna 50—652 kuruş veriyoruz. Onların işçileri tecrübeli; bizimki- lerden daha fazla iş çıkarıyorlar, Ma- kinelere iyi bakıyorlar. Buna rağ- men, bizimkilerden daha ucuza çalı- şıyorlar, Sonra, hükümet, onlara, ihracatla- rına mukabil, yüzde on beş, yüzde on yedi nisbetinde prim veriyor. Üste- Cumhurreisimiz, Muhtelif Sanat Ve Meslek Erbabı Vatandaşları Dün de lik de ihracat mallarından hiçbir ver- gi almıyorlar! — Siz de Mraca muvaffak olun: biz de size prim verelim. Biz de siz- den vergi almıyalım! — Bunun için her şeyden evvel, pamuğun ucuzlatılabilmesi lâzım. — Bunun için ne yapmak lâzım? — Vergiyi azaltmak! — Pamuğun vergisi ağır mı? — Çok. Yüz kuruşluk pamuğun, 25 kuruşluk vergisi var. 120 kuruş- luk pamuğun vergisi 40 kuruştur. Bu yüzden, dahilden pamuk alıp ta iplik yapmak işimize gelmiyor. Ha- riçten getirtsek, yine uymuyor: Çün- kü bu sefer de, gümrük vergisi ağır! — Bu vergiler inerse ne olur? — Sarfiyat artar. O suretle de, mal, yüzde on, on beş, hattâ 20 nis- betinde ucuzlar. — Biz ne kadar pamuk çıkarabili- yoruz? — 300 bin balya. Bu miktarın. 120 bin balyası, memleketin ihtiyacına kâfidir. Geri kalanları ihraç edebili- Tiz. — Böyle olduğu halde, pamuğun bu kadar pahalı oluşu neden? — Almanlar, bizden çok pamuk a- hyorlar ve iyi fiyat veriyorlar: çün- kü buna mukabil, bize de pahalı fi- yatla kendi mallarını veriyorlar ve biz, bu işte, iki katlı zararlı çıkıyo- ruz. Üstelik, memlekette pamuk fi- yatı bizim zararımıza olarak yükse- liyor. — Şimdi, memlekette ne kadar pa- muklu imalâtı var? — 890 milyon metre, — Buna ne kadar pamuk gider? — 70—75 bin balya! Fakat triko- tajda kullanılan pamuk, bu yeküna dahil değildir. O takdirde, pamuk sarfiyatımız, 120 bin balyayı bulur, — Zannetmem! Siz, dünkü sualle- rimin cevaplarını da getirdiniz mi? Memlekette, insan başına düşen giye cek miktarının ne kadar arttığını öğ- renmek istemiştim? — Öğrendim efendim: bu gün, gi- yime en çok para harcıyan memleket Arjantindir. Orada, insan başına, se- nede 20—25 metre kumaş düşüyor. Bizde ise, adam başına, senede 7,5 metre pamuklu kumaş düşüyor, Hal- buki, bizde, on sene evvel, adam ba- şına düşen senelik kumaş, 5 metre idi. — Peki çocuğum, rim! teşekkür ede- Arabacılar Cemiyeti reisinin sözleri Dün. İsmet İnönünün karşısın- daki sandalyaya oturan ikin- ci vatandaş, Emirgânlı Faik Değir- menci idi. Kendisi Arabacılar cemi- yeti reisi imiş. Kendisinin de atları, arabaları varmış: — Biz, diyor, kamyonlarla reka- S arayda Kabul Ettiler te ne yapalım? Sen bizi de kurtar paşam, Yenilik ve eskilik mücadelesi Büyük Cümhurreisimizin, makine- leşen, ilerliyen hayatın muhafazakâr ve tabii mağdurlarını temsil eden ihtiyara verdiği hakikat dolu cevap şu oldu: — Size, çare olarak, başka bir sa- ha bulmak lâzım: çünkü başka çare akla gelemez: bu netice tabiidir. Şi- mendifer gelir, kervan gider, tram- vay gelir, faytonu ortadan kaldirır, Daha ucuzu, daha kolayı, daha hız- İıyı, daha lâzımı getiren “yenilik,, gelince, “eskiliğe,, çekilip gitmek dü- şer! : İnönünün gözlerinde, yeniliğin za- | - ferini dinlemenin sevincile, eskinin hazin mağlübiyetine şahit olmanın a- cısı bir araya gelmişti. — Öyle oğlum.. dedi. Siz yine iyi dayanmışsınız! x Bahç Mehmet anlatıyor betten müştekiyiz: Yalnız İst: yüzlerce yük arabası, bir çok ta bi- nek arabası var. Beygirlerin sayısı 1200 ü geçer. Arabacıların yekünu 4500 i bulur. Bu yüzden geçinen bir çok ta saraç, nalbant var. Şimdi, bun lar, her gün daha fena bir âkıbete doğru gidiyorlar. Saman eskiden yüz paraydı: şimdi otuz paraya. Fakat buna rağmen, kimse alıp hayvanına yediremiyor. Açlıktan cılızlaşan bi- çare beygirlerin kıymeti, 150 lirâ - dan 50, altmiş, bilemedin yetmiş li- raya düştü. Fakat arabacı ne yapsın? Dört tüccar bir araya gelip bir kam- yon aldığı için, bize, taşınacak yük olarak “hayat,, kalıyor. Kendi kur- sağımız boşken, atımızın midesini nasıl düşünelim? Şehir haricine çık- sak, hiç iş yok: çünkü kamyonlar tâ Edirneye kadar gidiyor: hem de pe- şinden araba, at koştursan değil, kur- şun atsan yetişmez! Biz bu vaziyet- iz gazeteciler, dün de “günün en şayanı dikkat siması,, sıfa- tını müştereken, bahçıvan Mehmede vermiştik. Bahçıvan Mehmet Kadı- köylü imiş. Şimdi Merdivenköyünde yaşıyormuş. Sulak olmıyan arazisine, kışın buğday, arpa, yulaf, mısir, ya- zın da domates, bakla, bezelye gibi susuz yetişen şeyler ekermiş. Doma- tes gibi biraz suya muhtaç olan mah- sulü de arazisine bitişik dereden dol- durup elile taşıdığı sularla beslermiş. Ekip biçtiği arazi de, kendine ait değilmiş: kendisi, o toprakların sade ce kiracısı ve ortakçısı imiş, muha- cirmiş, başında babası, annesi, kız ve erkek kardeşleri, refikası, bir ta- necik te çocuğu varmış: bu İtibarla, kazandıkları, ancak boğazına yetiş- miş, onu toprak sahibi edememiş, 4 senedir evli olan bahçıvanın yalnız bir tane çocuk sahibi bulunduğunu öğrenen “aileci,, İnönü Soruyor: — Neden yalnız bir çocuk? Bahçıvan, sevimili bir kanaatkârlık la boynunu bükerek cevap veriyor: — Yeter o kadarı! — Tarlanı eker, biçerken hangi â- letleri kullanıyorsun? — Pulluğumuz var. Tırmığımız var, Düven var, tırpan var, — Makine yok mu? — Çok pahalı o. — Tek başına alacak değilsin ya? Bir kaç arkadaş bir olun, alm bir makine. — Bizim bütün köy birleşsek yine alamayız! -— Bir kaç köy birleşin? — O 'kadar adamı birleştirmek, o kadar para bulmaktan da zor! Yeni mahsul vaziyeti — Peki mahsulünüz temiz mi ba- ti? — Arpalarımız, buğdaydarımız, yu laflarımız biraz hastacaydı. Amubara girdik miydi, haşa huzurdan bit- lenmiş gibi kaşınıyorduk. Çare dü- şündük: hasta mahsulden birazını, Üsküdar ziraat memurluğuna yolla- dık. Oradan Bornuvaya yazıldı. Bek- ledik, bekledik, Bornuyadan Üsküda- ra gelen cevap, sonunda bize de u- laştı: Fakat bize, mahsulümüze mu- sallat olan hastalığın tedavi çaresini değil, sadece ismini bildiriyorlardı. Fakat sonradan, mahsulümüzü, - kü- kürtle tedavi ettik. — O aklı kim verdi size? — Kimseden almadık paşam: ken- di aklımız! — Fayda gördünüz demek? — Gördük. —,- Temizleme makineniz de yok mu? — Köyde, 25 sene evvel alınmış bir makine var: eski ama, idare edi- yoruz. Bizim asıl derdimi makinesi, nlir Ka 4-3- 939 — Ne olacak onu alırsanız? — Ne olmıyacak ki Yağmurdan korkumuz olmaz. Malımız temiz ç- kar, İşimiz kolay, çabuk biter, Bizde fena havalı aylarda boş kalınca, baş- ka işlerle uğraşırız, vaziyetimizi bi- raz daha düzeltiriz. — BSen hiç harman makinesi gör- dün mü? — Görmesem sever miyim paşam? On beş sene evvel, Hakkı Bey adım da bir zenginin çiftliğinde gördüm- dü! Gazetelerde okuyup — duruyoruz: Halk için 10 liraya ucuz radyo ma- kineleri getiriliyormuş: halkın ucuz radyo makinesi olsun da köylünün u- cuz harman makinesi niçin olmasın | paşam? Köye mektep binası Köylünün bu masum hasreti, Cümhurreisimizi mütet gi etmişti: — Üzülme çocuğum! dedi. Bunun- la uğraşıyoruz. Bu hükümetin de da- vasıdır. Bundan başka bir dileğin de var mı? Açık sözlü, temiz özlü köylü, bu suale de, salonda bulunanlara lezzet- li bir heyecan veren şu cevabı verdi: —Köyüm için de bir çift lâfım var paşam:Bizim köyde, eskiden bir bektaşi tekkesi. vardı. Şimdi içi boş ama, kendisi sapa sağlam duruyor. Halbuki, köyümüzde mektep bina- sı yok. Çocuklarımız, kiralık binada okuyorlar. Eğer, Maarif Vekili, gü- nün birinde, masrafı kısmak ister de, bizim mektebin kirasını hatırlarsa, yavrularımız tahsilin yarı yolunda kalırlar. O zaman biz, İstanbulun burnu dibinde cahil kalırsak, vebali vardır. Böyle olduğu için, ben, o ha- rap bektaşi tekkesinin tamir ettiri- lerek mektep haline sokulmasını isti- yorum. Hem bu iş, sade maarifin de- gil, inkılâbı bizim gibi candan se- ven herkesin vazifesidir. Çünkü o “tekke,, öyle ayakta durdukça, yıkıl- madıkça, kolay kolay ölmez! Bunun haricinde, bize emlâki mil- liyeden arazi de verilirse memleket kazanır:— Çünkü, biz.. bugün bombo;ş duran ©o dağları hep “bağ,, yapiveri- riz paşam! İhracat tüccarı söylüyor ıra, ihracat tüccarı Kerim Ak- tara gelmişti. O, Almanyaya, İtalyaya, Çekoslovakyaya, Amerika- ya, İsvece, biraz da Fransaya tuzlu veyahut tuzsuz koyun, kuzu, oğlak, keçi derisi sevkedermiş. Hemen bü- tün ihracat tacirleri gibi halinden memnuün hiçbir şikâyeti yok: — İhracatımızın vazıyeti umumi- yesi çok iyidir, diyor. Kliring, takas sistemleri bu iyiliğin başlıca Âmili, ve kamçısı oldu. Bunlar, dünya iktı- sadiyatınım rahatsızlığına enjeksiyon Mahiyetindedir. İthalâtçılar, kendi menfaatlerini düşünürler. Bu itibarla, onlar sadece, malı, ucuz satıldığı yerlerden almak isterler. Halbuki, milli menfaatimiz ihracat yapılan yerlerden ithalât yap mamızı iktiza ettirir. Zannı âciza- nemce; ithalâtçıların işlerine gelmi- yen budur. Hakikatte kliring, çok sağ lam karakteri havi bir sistemdir. Susmasından sözünü bitirdiği an-« laşılan tüccara İnönün sordu: — Bana istifade edebileceğim bir şey söyler misiniz? — Estağfurullah paşam! Yünlü kumaş imalâtı Şimdi konuşan, Karamürsel men« sucat şirketi müdürü Mehmet Alidir. Söze başlarken, onu da halinden çok memnun görüyoruz: — Yünlü kumaş imalâtında inki- şaf var, İmalât fazla, satış yolunda, elde stok mal yok. Fakat nihayet o da madalyanın - kendisine göre - ters tarafını çeviriyor: — Buna rağmen, imalât, ihtiyaca KÂâfi sayılabilecek miktarda değildir. — Sizin fabrikanızın sermayesi ne kadar? — 400 bin lira. Hem bizim fabri- ka, leketin ilk fabri- kasıdır. Hattâ Milli Müdafaa senele- rinde.. İsmet İnönü, bahsin mecrasını, ken disini daha fazla alâkadar eden nok- talara çeviriyor: — Şimdi, ne kadar kumaş imal e- diliyor? — 5 milyonmetre, — Az. Hem nefaset bakımından da, maalesef umduğumuz dereceden