——— Ö aa a 19.5.935 —e TAN FUUUUÜÜARAAÜÜÜÜÜDÜÜÜÜÜÜAI IADA PI AAA AOA II AAA AAA AAA AUAUA AAA LA AD L AAA A K ÜT ÜR SAYFASI aa aa ararara ESTETIK MODERN SAN'AT , Bütün soysal hayat sonsuz l"_'î aksiyon ve reaksiyon zinci- Fidir. San'at ta bu zincirden lamıyor., 19 uncu asrın Sonlarından zamanımıza kadar Uzanan devrede yer alan — Te- &im san'atini gözden geçirirsek akademizme karşı olan reaksi- Yondan başlıyarak bir sürü ak- siyon ve reaksiyonun biribirini kovaladıguu görürüz. Bugün bu zincirin yalnız iki bü Yük halkası üzerinde duracağız. çünku son devrin bütün san'a- tini ve estetik telâkkilerini bu iki halkadan, (impression- hisme) ve (expressionnisme)- den seyretmek mümkündür. İmpressionnisme, — Bu ta- bir, Monet'nin 1867 yıllarında ASalon) da teşhir etmiş oldu- ğu batan bir güneşi gösteren ve impression yani intiba ismini taşıyan tablosundan gelmekte- dir. Monet'nin bu tablosu im- Pressionnisme adı ile yeni bir €kolün başlangıcı oldu. Bu eko- lün estetik görüşünü anlamak için her şeyden önce san'atkâ- Tın tabiat karşısında takındığı durumu anlamak gerektir. (impressionnisme)e göre Aartist, tabiat karşısında, intiba- ları (passif) bir surette kayde- den psiko - fiziyolojik bir ci- hazdır. TImpressionnisme bize realiteyi tabakai şebekiye tara- fından alındığı gibi gösterir. Göz, hacımları, objeleri gör- mez; satıhları, Işığı ve rengi görür. Eşyaya bağlı bir cins ve v değişmez renkler yoktur; dur- 5 madan değişen sonsuüz renkli “noktalar vardır. (Claus) gibi ilk impressionniste'ler eşyayı kendi renklerile — gösteriyorlar, konturlarını da telkinle ifade edi yorlardı. Yeni impressionniste- ler ise tersine olarak, renkleri tabakai şebekiyeye vurduğu gi- bi gösteriyorlar ve eşyanın açık konturlarile uğraşmıyor- lar, Konturlar, ışık ve renk içinde eriyor. Bunların tablola- Ti yan yana konulmuüş renk tuş- larından ibarettir. Tablo üzerin- de biribirine karışmıyan bu Tenkler uzaktan gözün fiziyolo- İik bir reaksiyonunu vücuda ge- tirirler. (Signac) ın (pointil - ::mz) ibuna güzel bir örnek- o , Expressionnisme. — Expres- Blionnisme, buğulu renklerin, lacımları eriten, kemiren tesi- Tine karşı bir reaksiyondur. Bu Yeni san'at realiteyi artist ta- Tafından faal bir surette hisso- hınduğu gibi, düşünüldüğü gibi Östermeğe çalışır. Expressi- m-"?i'“e ismi altında birçok de- Bişik telâkkiler toplanmakta - g"- Bunlar biribirlerinden fark- olmakla beraber dayandıkla- ? Ptensipten dolayı hepsi & Xpressionniste) tirler, Birço- B d'h' yaşıyan ilk expressi- hhiste'ler dış dünyayı içlerin- .en d“muşlır, fakat ondan ay- v'ğ""”mııırd.:. Düşüncelerini & duygularını anlatmak için dekç Ünyayı değiştirmek ve sa- €ştirmekle beraber yine O- Bu jenel şekline uymuşlardır. &inda Ğxpmsionnisge'ıfrm ara (dlonyaz" Gogh gibi dünyanın Ysiagve) — görüşünü ve Sunu taşıyanlar ve peyi- Yi ihtiraslı ruhlarının he- Böşlarını — katanlar — vardır. rinfcE bir ağaç, hakiki çizgi- hwuğîybemekşim. azaplarla Olabilmi; bir ruhun sembolü Tanlar Ştir, Bir çok modern flâ- hiıt.-lq:.'b* bazı expression - Günyay, 'Se hayat telâkkilerini, ıi'ıı.. YI görüş ve anlayış tarz- N . Y Sağl, gi Üslüba” sokmaktadırlar. $0), (Juan Gris) ilâh... gibi bir- çokları da eşyayı, esaslı hende- si çizgilerine irca etmektedir- ler. Uyandırdıkları hareket klâ- sik kübizm ismini taşımakta o- lup, biraz cehitle anlaşılması mümkündür. Halbuki daha ileri giden ex- pressionnisme dış dünya ile o- lan bütün bağlılıktan, üygun - Juktan büsbütün ayrılıyor; ar- tist tarafından tuvalde gösteri- len şey, dış dünyaya ait herhan- gi bir şey olmayıp, renge ve çiz- giye bağlı olan ruh haletleridir. Tablo telkin edici senfoni gibi bir şey oluyor. Bazan tablo, şe- matik bir surette esaslı bir temi bütün varyasyonlarile gelişti- riyor. Artık eşyanım konturları mevzuubahs değildir; şekillerin ancak ruhf bir mekânı vardır. Artık (perspective) yoktur, ar- tık üç buutta mantıki nizam yotkur. —Ekseriya çizgiler, te- dailer uyandırmaktadır. 1911 de Milan'da çıkan futu- riste beyannamesinde şu satır- lar görülüyor: “Bir adamın resmini mi yap- mak istiyorsunuz? Ö halde ©- nun değil, fakat içinde yaşadı- ği havanın resmini yapınız.” Artık artist eşyanım hakikt şekillerini değil, onların şema- tik imajlarını gösteriyor; mese- lâ eski Yunan muhariplerinden birini düşündüğü zaman, bir çizgi ve bir daireyi tasavvur edebilir. Daire şematik bir tarz- da kalkanı, çizgi de oku temsil etmektedir. Expressionniste ar- tistin fırçasile _y_hgy_nggı_' &n kü- çük, en değersiz şeyleri esrar- h bir mana alryor. San'atın ba- yağı sayarak yüz çevirdiği mev- zular, ruhun ve hayatın bir sem- bolü oluyor. Artistin tabloları artık bize kendi hayatından bir şeyler bildirmiyor, yalnız eşya- nın gizli özüne kadar süzülen artistik görüşü anlatıyor. Mis- tik ile expressionniste arasın- daki benzerlik açığa çıkarılabi- lir. Her ikisi de açık görme ha- yallerine malik olmadan, her şeyin özüne bir nevi sempati ile nüfuz ediyorlar. Her ikisinin de çocukça tarafları, karanlık ve taşgın lirizmleri vardır. o Her iki ekolü mukayese eder- sek, impressionnisme'in şuuru tabiat üzerinde hâkim kıldığını görürüz. (H. Bahr) ım dediği gibi: “Impressionniste işiten bir kulaktır; konuşmaz. Ex- pressionniste konuşan bir dil- dir; iştmez.” İyice tetkik edilirse görülür ki, bu iki telâkki, iki eski telâk. kinin, realizm ve idealizmin modern şekillerinden başka bir şey değildir. Binaenaleyh realizm ve ide- alizm hakkında yapılan tenkit- ler burada da değerini muhafa- za eder (1). Iİmpressionniste'ler ne derse desinler, — impressionnisme'de şuurun müdahalesi olduğu gibi, expressionnisme'de de tabiatın müdahalesi vardır. Aşırı impressionnisme ifade- yi öldürdüğü gibi, aşırı expres- sionnisme de idealisme gihi so- 'guk ve anlaşılmaz eserler vü- cuda getirir. San'at eserinde güzelliği vü- cuda getiren şekille ifadenin, objet ile sujet'nin birbirine olan sıkı ilişiğidir. Suud Kemal Yetkin Estetik Doçenti 8. Kemal - San'at Felsefesi, F OU LA L LA L L L L DA P O PD A PSİKOLOJİ VE TERBİYE TEST HASTALIKLARI TESTOMANIE, Bulaşıcı ve salgındırlar. Keş- fedildikleri tarih oldukça yeni- dir. İlk ârazma, kadınlarda kor- seli belin, bir kucak dolusu şap- kaların, erkeklerde bonjurun, silindir şapkarıım ve tek gözlü- ğün, sokaklarda tek atlı arabala- rın ve ilk acaip otomobillerin, korularda âmazonların ve sürek avlarının, edebiyat kahvelerinin, coşkun sosyalist mitinglerinin moda olduğu “1900,, devrinde, biraz da, bütün bu devrin mah- sülünü damgalıyan rüküş kisve altında rasgeliyoruz. yah elbiseli, burundan takma gözlüklü — o devirde henüz bü- h yük camlı, bağa gözlükler mey- danda yoktu — gür ve karışık saçlı adamlar, koltuklarının al- tında içinden şapirografla ço- galtılmış sualler, mukavvadan, el işi kâğıdından yapılmış şekil- ler, oyuncaklar, grafikler, pro- filler ve rakamlar, rakam- lar, gene rakamlar fış- kıran çantalariyle mektep, mektep dolaşıyorlar. Bu gezin- ti çevresi öyle genişliyor, öyle genişliyor ki, Fransanın Brö- tanya'sında kelebek fiyongalı, tahta pabuçlu minimini kızlarla şeytan bezinden bol pantalon- lu, mintanlı, boynu mendilli kü- çüklere kerrat cetveli ile gramer kaideleri ezberleten köy hoca- sından tutünuz da ta Far - West te geniş şapkalı Kovboy çocukla rına Washington'u anlatan sey- yar muallime, Saksonya'da Goe- the'yi izah eden dimdik, göğsü nişanlı Herr Lehrer'e kadar dünya haritasının başlıca yerle- rini devrilmiş bir mürekkep hok- kası gibi bir anda kaplıyor. Sual broşürlerini Mesihin ki- tabi %ıbi bekliyenler o'duğu kadar. Bunlart getirern postatiya hiddetlenip çı da var. Bütün “meslek erbabı,, iki mu- azzam ordugâh kuruyor: Test- çiler ve test düşmanları. 'Testçiler, iyi niyetli adam- Jar...Her şeyin muayyen bir dü- zene bağlandığı, her bilginin kanunlaştığı bir kelime ile her şeyin ilimleştiği bir çağda, “Ter- biye,, denilen tekniğin değeri su götürmez bir takım bilgi'erin üs tünde kurulması lâzımgeldiğini düşünüyorlar. Diyorlar ki: J. J. Roussean'nun, tiplet Co- pernic'in astronomide yaptığına benziyen terbiye devrimi olalı asırlar geçti. Mektebi, hoca- yı, kitap ve programı çocuğun etrafında döndüreceğimiz za- mnan çoktan geldi. Hatta geçiyor bile.. Fakat biz hâlâ yerimizde sayıyoruz. Elimize “Yetiştir!,, diye verdikleri çocuğu, bu canlı varlığı tanımıyoruz. Onun zihin. ve beden gelişmesinin ve bu çif- te gelişmenin bağlı olduğu tabit kanunları bilmiyoruz. Biz öyle heykeltraşlara benziyoruz - ki, içinden şaheserimizi oyup çıka- racağımız maddenin özel halin- den haberimiz yok. Biz öyle res- samlarız ki yağlı boya ile sulu boyayı, füzenle kuru boyayı bi- ribirinden ayırt edemiyoruz da gene resim yapmıya özeniyoruz. Hatta biz bu heykeltraşlardan, bu ressamlardan daha kötüyüz, Çünkü elimizdeki maddeyi, ço- cuğu babadan kalma usullerle yetiştirdiğimiz. zaman ortaya koyduğumuz insan taslağı, kötü bir tablo, kötü bir heykel gibi bir köşede unutulmakla kalmı- yor; yaşıyor, yaşamağa çabalı- yor, Halbuki, biz ona belki yaşa- ma kabiliyetini veremedik. O zaman, bütün bir hayat, hatta bütün bir nesil sönüyor, yok o- lüyor, Kerrat cetvelile gramer kaide- lerini ezberleten, olur olmaz şey TESTOPHOBİE bilgiyi kulaktan doldurmıya sa- vaşan bizler okutmakta, öğret- mekte devam ediyoruz. Halbuki öğretmek istediğimiz çocuğu öğtenmek ihtiyacındayız..,, Çocuğu tanıyalım! Çocuk psi- kolojisini öğrenelim! diye bar bar bağırıyor testçiler.. Artık salgın bütün mekteple- ri kaplamıştır. Ders saatinde test, nefes alma da test, evde test, gezintide test. Bütün bir çocuk nesli testlere alıştırılmıştır. Hatta bazı yerler de gayretkeş hocalar, testlerin karşılığını talebesine ezberleti- yor bile. Adeta mektepte kerrat cetve- li ile gramer kaidelerinin yerini test almıştır. Fakat muziplikten mi bil- mem, bazan çok tuhaf testler de gönderiliyor. Meselâ “Kız ço- cukları hangi cins bebeklerle oynamaktan zevkalırlar: Taş bebekle mi yoksa bez bebekle mi?,, Daha buna benzer birçok garibeler... İşte testlerin bu ha- le gelmesine “Testomanie,, di- yebiliriz. Her “manie,, nin aşağı yukarı bir “phobie,, si vardır. Testlerden bıkkınlık da derhal bir “phobie,, halini alıyor. Onla- rın da tözü şu: “Öğretmek, bir seziş işidir. Hocada ilk aranılan şey, budur. Hocalık, uzun bir çıraklıktır. Ona, çocuğun dikkatini, zihnel yorgunluğunu, hafızasını.. v. s. ölçmek, rakamlandırmaktan zi- yade çocuğun dikkatini nasıl uyanık tutmak, zihnel yorgan- luğunu nasıl gidermek, hafızası- nı nasıl kuvvetlendirmek lâzım- geldiğini bilmek yetişir, Bu bil- | giyi hoca, hocalık ede ede öğre- nir. Testlerle ancak yanlış bir si kurulabilir. Hakiki ve canlı çocuk psikolojisini siz test psi- kologları değil, biz. müşahede psikologları meydana getirebili- TİZ.y Test düşmanlarının başında “Size psikologların verebileceği bütün bilgiler bir avuç içine sı- ğacak kadar azdır.,, diyen W. James bile var. Zaman geçiyor. Bir aralık testçilere kapalı olan üniversite kapıları, bu sefer test düşman- larma kapalıdır. Fakat bütün dünyada usulüne güvenemiyen, muvaffakıyetine — güvenemiyen muztarip bir hoca kütlesi şekil alıyor. Test usulünü ilk ortaya atan- lardan biri olan A. Binet, bu Ka osu durultmak ister gibi, başlan giçtaki ifratların gemini bir par ça kısmak mecburiyetinde kalı- yor ve şöyle içten bir itirafta bu. lunuyor: “Eski — pedagoji, — diyor, tekerlekleri çarpık, demirleri paslı, tahtaları çürük, battal bir göçmen arabasıydı. Her adımda bu arabadan türlü, türlü gacırtı- lar çıkıyor, türlü türlü parçalar fırlayıp düşüyordu. Bir sıska “Seziş,, beygirinin sürüklediği bu arabada o kadar sürat yoktu. Yoktu ama gene bir çuvaldız boyu yol alabiliyordu. Yeni pe- dagoji, fabrikadan yeni çıkmış, boyaları ve cilâsı pırıl, pırıl ya- nan çelikten bir lokamotife ben- zyor. Bu Ilokomotifin — onu | da koş görmelisiniz — yalnız bir tek kusuru var: İşlemiyor!,, Üstat Binet'nin bu mea-cul- ?k:lıl: mıme;c ttı;'ııılınhrm ine biraz wphobe- lara da biraz ferıhel;k verdi mi? Bunu gelecek yazılarımızda anlatmağa çalışacağız. Psikoloji ve Terbiye Doçenti Sabri Ander BATI EDEBİYATLARI Tabiat mefhumu üzerinde Medeniyeti adım adım takip ederek her asrın fikri özeni için, muhayyilenin her hamlesile ge- nişliyen mefhumlar vardır; ınc- selâ tabiat mefhumu.. On yedin- ci asırdanberi bilhassa Fransız edebiyat ve san'at tarihinde bü- tün mektep kavgalarına karışan bu mefhum, adeta bir macera rTomanmın kahramanıdır. Her devir tabiate yeni bir pencere açmış, her san'at hareketi tabi- ata yeni bir mana katmıştır. Fa- kat bu, her devirde yalnız bir ta- biat telâkkisi var demek değil- dir. Mefhumların renkten renge girmesini biz ancak ileri hare- ketleri temsil eden eserlerde gö- rebiliriz. Halk arasında bütün telâkkiler karışık bir halde ya- şarlar, Hatta yirminci asırda ta- biati on ikinci asrın gözü ile gö- ren münevverler yok değildir. Her mefhum kültürümüzün nevi ve derecesine göre değişir: Ba- na tabiati nasıl düşündüğünü söyle, sana kim olduğunu söyli- yeyim! Orta zamanlarda, yani melek- lerin alçacık göklerden inerek insanlar arasında dolaştığı de- virde, Tabiat, Allah ve güzellik fikirlerine bağlı idi. Pantcizmde olduğu gibi tabiat doğrudan doğruya ilâhi bir tecelli değil, Allahın yapıcı, şekil ve nizam verici (kolu) idi. Fakat bu Ta- biat yalnız güzellik hatta yalnız “Güzel sevgililer,, yaratmakla meşguldür. Orta Zamanlar bhiz- zat tabiatı da güzel bir kadın olarak görüyordu. Tabiat keli- mesine yalnız kadın güzelliğini metheden mısralarda raslıyoruz ve bazan “Güzel sevgiler,, ibda- ında Allah, tabiatle rekabete gi- rişiyor: Ja ta fist Dicusiderer main nue Por Naturp faiçe muger, (1) tak- | yordu. Şeniyette gibi dünyevileşmeğe, yalnız dir edilirken artık taklit edilme- ğe başlanıyor. Tabiat artık bir ilâh değil ancak bir idealdir. Fa- kat insan vücuduna inhisar, da- ha olgun bir şekilde, gene de- vam etmektedir. Münekkitlerin hâlâ dillerinden düşüremedikle- ri “ Tabiate göre,, “ Tabiatte olduğu gibi,, “Tabiate uygun,, tabirleri rönesansta söylenilme- ğe başlanmıştı. * Tabiat taklidini, Eskileri tak- litle beraber düstur haline ko- yan Fransız klâsikleri için yal- nız İnsani Tabiat mevzuubahis- ti. Zaten zaman ve mekân bir- likleri başka türlü bir tabiat te- lâkkisinin teşekkülüne mânidi. Boileau, Tabiat zengindir der- ken insan ve ihtiras çeşitlerinin çokluğunu kastediyordu. Ede- biyat henüz Dış Tabiate, güne- şe, toprağa ve yeşilliğe kapıları- nı açmamıştı. Lafontaine bile dış tabiatı keşfetmiş sayılamaz; çünkü o da, asrının felsefesi gi- bi, her tuttuğunu insanlaştırı- yordu. Kargaları bile!, Kırlara giden salon kadınları tabiattan yalnız bir “Gübre kokusu,, alı- yorlardı. Versay da, bütün gü- zelliğine rağmen, tabiat mefhu- muna açık havayı teneffüs etti- remedi. Parklar ve hıyabanlar birer ölçülü mısra kadar “akli,, ve muntazamdı, Fakat asıl bü- yük adım atılmıştı: — tabiat in- sani olmakla beraber bir şeniyet olarak görülmeğe başlanmıştı. Artık daha geniş ufukların keş- fine çıkılabilirdi. On sekizinci asrın işi de bu oldu. On yedinci asrın bayrağı Akıl- dı; on sekizinci asrın bayrağı Tabiat olacak.. Filhakika Ansik- lopedi asrının bütün fikri faali- yeti tabiat mefhumu etrafında .toplanır. İngilterede filosof Loc ke'un sansüalizmile başlıyan“Ta biata doğru yürüyüş,, ü Fransa- da bir akın halini aldı. Tabii ilimlerin harikulâde gelişmesile tabiat artık alabildiğine genişli- yor ve Ansiklopedinin kocaman sayıfalarmı | ralizm tabiat mefhumunun etra- atçılık adeta yeni bir din olu- yordu; fakat ibadeti ilim!. Rous- scau bu dinin peygamberi oldu. Bu peygamber insanları tabia- tin şefkatli sinesine çağırıyor ve tabilliğe dönenlere dünyevi cen- neti vadediyordu. Şüphesiz bu da gene ideal bir tabiattı ve Rousseau'yu dinliyenler bu cen- nete benziyen “her dem bahar,, tabiatın nerede olduğunu pek bilmiyorlardı. Tabiat henüz cde- biyata bütün mevsimleri, bütün renkleri, vahşi ve munis bütün güzelliklerile girmemişti. İşte bu işi yapmak da on dokuzuncu asra kalıyordu. N Chateaubriand bu keşfedilen tabiatın ilk büyük ressamı oldu ve yeşilliği asırlardanberi özle- miş olan muhayyileleri ta Ame- rikanın bakir ormanlarına ka- dar götürdü. Romantikler tabi- ati ekseriya bir mabet, bir inzi- va yeri yahut basit ve mes'ut bir melce olarak gördüler. Ce- miyetin tatmin edemediği ruh- lar tabiatın çağırışına koşuyor. lardı. Böylece insanla tabiat ara- sında, gittikçe mudilleşen bir kaynaşma başladı: Artist, tabi- attan aldığı renk ve seslere mu- kabil ona kendi ruhunu aşıladı. “Marizara bir ruh haletidir,, for- mülü ile tabiat mefhumu yeni bir devreye girmiş, harici âlem, on sekizinci asırda kazandığı is- tiklâli yeniden kaybetmiş olu- yordu. Bir ayna haline gelen ta- biat, ruh haletlerine göre tasar- lanıyordu. Sembolizm bu ruh ve tabiat vahdetini bir mektep aki- desi yapacaktır. I')a'k:t ondan önce tabiatin başına daha gele- cekler vardı: Realizm ve Natu- findaki çetçeyele: bir seçimin Beçi- c her şey tabiat fikrine girmiyor, yahut, gerek klâsik ve gerek romantiklerde, idealleşerek giriyordu: Natura- lizm çirkin, daha doğrusu çirkin addolunan tabiatı da edebiyata soktu ve klâsiklerin bir manada yarım bırakmış oldukları insant tabiati tamamladı. Bu suretle iç ve dış, güzel ve çirkin bütün ta- biatler, bütün Kosmos, bu tabi- at mefhumuna girmiş oluyordu. Sembolizm tabiatin bütün ka- pılarını açık buldu. Fakat o, dış tabiati yalnız renk ve seslerde değil, daha geniş bir birlik için- de ve beş duygusu ile birden duydu. — Baudelaire tabiat mef- humuna göğüs dolusu kokular- la, şiirin o zamana kadar tat- madığı tatma ve dokunma ihsas larını getiriyor ve unsurların bütün mutalarını “karanlık ve derin bir vahdet,, içinde birleş- tiriyordu: Uzakta biribiriyle -anlaşan ; aksl “sedilne Gece kadar sonsuz, işik kadar çenie, — * Karanlık ve derin bir vabdet içinde Sesler, renkler ve kokular biribirine karım (Correspondances, Bandelaire) Sembolizm hareketi, ile ede- biyatta tabiat mefhumunu an- sızın bir ihsas tazeliği dol- durdu. Renkler, sesler ve koku- lar doğrudan dağruya birer haz menbar oluyorlardı. İnsanlar ar- tık tabiatin karşısına çıplak bir ruh, hattâ çıplak bir vücutla çık mak ihtiyacını duydular. Bu ih- tiyaç yirminci asırda yeni bir tabiatçılık doğuracak ve Andr& Gide “Dünyevi Gıdalar,, 1 ile ta- biatte yeni bir cennet daha bu- lacaktır. Yeni edebiyat yaşama- ğt başir başma bir haz olarak görmeğe daha yeni başlamıştır. Tabiat —mefhumu, hayat ham- lesi, usare ve tabiatin iç yüzü olan fiınamizmle doluyor, Belki de mistiklerdeki yapıcı tabiat telâkkisi yeni bir mana ile tek- Tar yaşıyacaktır. Sabahattin Rahmi Batı edebiyatları doçenti (1) Allab, Tabiatin gözlerini kamaştır « mak için onu (Sevgilisini) kendi. cüyle