19 Mart 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5

19 Mart 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Zonguldak Kömür Havzası Da Evkafınmış Evkaf Bütün Mülk Ve Arazi Sahiplerinden Peşin Olarak 20 Yıllık İcare Vergisi İstiyor Evkafın 20 yıllık icare vergisi istediği Ereğli şirketinin kömür sahası ldak (Özel) — Evkaf Umum sene sonra padişah Abdülmecit 1264 Zonguldakdaki arazi ve tarihinde çıkardığı bir fermanla Zon- sahiplerine gönderdiği birer ih- guldak havzasını Evkafı celilei mülü- tame ile, şimdiye kadar işgal ettik-| kâne) ye vakfetmiştir. toprakların yirmi senelik kirasını — Evkaf idaresinin bugünkü isteği iştir. Kendilerinden kira istenen- |işte Bu eski tarihli fermandan hak al- Mrasında havzanın belli başlı ma-| maktadır. pirketleri de vardır. Evkaf idaresi- Halbuki bir yandan maliye vekâleti yalmz Ereğli şirketinden bu esas- | tirşe edilmiş mal olarak ayrılan toprak- çinde istediği paranın miktarı 120 ları parçalara ayırarak — satmış ve bu Brayı bulmaktadır. |toprakları alanlar da bittabi bedeli mu- *kaf idaresi bu isteğini, Zongul-|kabilinde aldıkları yerleri tapuya bağ- havzasının eski bir fermanla vakıf | lamışlardır. ardan olduğu esasına dayanmak- Evkafın bütün bu yerleri hâlâ va- Wkı' arazi addederek birikmiş kira iste- mesi ortaya yeni bir vaziyet çıkarmış- Konguldak kömür havzası «Uzun tetkik — edilmektedir. met) tarafından bulumduktan 19|tir. Bu vaziyet aa — Köylülere meyvacılık konferansları Kastamoni (Özel) — Her köyde meyvacılık için fenni örnek bahçeleri| |vücude getirilmekte ve köylülere fen- nt meyvacılık hakkında konferanalar verilmektedir. Kastamonuda kır parkı Kastamoni — (Özel) — Takriben 20 hektardan fazla olan eski bir me - zarlığın orman haline konulması ve kır parkı yapılması kararlaştırılmıştır. Jl’iıxlı gelecek sene tamamlanacaktır. önüne konulacaktır. Yakında in- şaata başlanacaktır. Sivasta Stadyom Sıvas (Özel) — Belediye spor- çok sevindiren bir karar hiş, şehrin ortasını bulunan tarafı kapalı Bezirci tarlala- istimlâk ederek stadyom in- ha tahsis etmiştir. Stadın plâ- hazırlanmıştır. Yakında inşaata nacaktır. Sivasta Atatürk Heykeli Sivas (Özel) — Sivasta rekze- ek Atatürk heykeli için açı- müsabakayı heykeltraş Ratıb nıştır. Heykel Sıvas k ünin toplandığı Sivas İisesinin - ee ğ AKAKAK K *_ AM KERVAN YÜRÜYOR -a6 — — Bürhan&ahit — Maba ve etrafında hummalı bir ha- |ormanlardan başka bir şey olmayan ©| 'bir ryapma, kurma, düzeltme ha-|koca dünyayı göklere çıkan — binaları, | göze çarpıyordu. karınca gibi kaynaşan insanları, cennet geçen Şil yarı harabe halindeki | gibi bahçeleri ile görün'İürafiü sörmüş: izel kasabanın rengini, şeklini de-| — Burası neresi? İyordu. Azrail cevap vermiş: a Ansdolodan inen demiryolü| — — Amerika! a yaklaşmuştı. İki ay sonra yö:| — İsrafil, başını sallamığ? Bılan istasyona ilk tren gelecekti.| — Aferin, buradaki insanlar doğru- da her gün artan bir sevinç | su çok uyanık, çalışkan çıkmışlar, yüz | farpıyordu. yıl önce buraları görmüştüm. Bak, ta- &. bahçe sahipleri âdeta bayram nınmayacak hale getirmişler. orlardı. Daha şimdiden bir kafile| — Azrail ve maiyeti Okyanusu bir an- le bir seyahat yapmağa ve ka-|da geçip Avrupaya yaklaşmışlar, Ön- | ları nimetin kaynağı olan An- ce Britanya, yani İngiliz adası önlerine ziyaret etmeğe hazırlanıyorlar- çıkmış. Buram buram tüten — fabrika bacaları, Canavar gibi denizleri kapla- 19 -3- 996 bada ileri hareketlerin en a- k]lVı'uzu olan Şövalye Hasan Bey *rtasında yakaladığı manifaturacı iğa anlatıyordu: lani bir vak'a anlatırlar. Tanrı dünyayı gezip murakabe etme- Yad etmiş, Azraili bu ise memur kırılmayacak düzlükte geniş caddeleri gören İsrafil sormuş: — Ya burası neresi? — İngiltere! — Aferin buradaki insanlar da ça- 'iş, O da yanında İsrafil olduğu lışkanmışlar. Bak geçen seferki tefti- yayı tetkike başlamış. şimizde hiç te böyle değildi. Koca Hin- *ail her zaman insanlarla düşüp distanı kendilerine bağlamağa lâyık- K için her tarafı tanıyormuş. — |mışlar doğrusu. '& Amerikadan başlamışlar. — | — Kafile oradan kalkmış, Avrupaya a yüz yıl önce balta girmemiş : geçmişler. e| AR y SON POSTA Adapazarında Bir Tahsildar Tevkif Edildi Adapazarı (Özel) — Maliye tah- sildarlarından İsmail Hakkı zabıtaya müracaatla geceleyin evine giderken bir meçhul adamın taarruzuna uğradı- gını, kafası yarıldığını ve üzerindeki 240 liranın çalındığını söylemiştir. Za- bıta yaptığı tahkikat neticesinde tahsil- darın yalan söylediğini ve 240 lirayı zimmetine geçirdiğini tespif — etmiş, kendisini adliyeye — vermiştir. İsmail Hakkı tevkif edilmiştir. Bir köylü çocuk kaza ile öldürüldü Adapazarı (Özel) — Kamışlı kö- yünden Ahmet oğlu Şerafeddin hay- van otlatırken yanına ördek avına çık- mış olan Eşref oğlu Mehmet Emin gel- miş, elindeki çifteyi karıştırmıya baş- lamıştır. Bu esnada çifte patlamış, Şe- rafeddin vurulmuş ve ölmüştü. Meh - met Emin hakkında kanuni takibat yapılmaktadır. Adapazarında Bir Avukata Tecavüz Ettiler Adapazarı (Özel) — Avukat Şev- ki Baysal öğle üzeri evine — giderken kömür pazarında Mevlut isminde biri- nin taarruzuna uğramıştır. Şevki Mevlüdun banını ipotek ede- rek borç para veren Hasan — isminde birinin vekilidir, mahkemede rü'yet &-! dilen bu ipotek davasını kazanmış va- ziyettedir. Mevlut bundan — mütecesir olmuş ve avukatı dövmüştür. izmir Yine Bir Seylâp Tehlikesi Geçirdi Manisa, 17 (Son Posta) — Evvelki gün şehrimizde başlayan yağmur bir| Hergün Bir Makale: Sayfa 5 Kafa Yormak Lüzumu Mecmuaların artması da, tramvay kazaları gibi şikâyet mevzuu — oldu. Hangi ahbaba rastgelseniz, şöyle gü- lümseyerek: — Canım, ne kadar'de çoğaldı, di yor. Fakat böyle söyleyenler içinde, haf tada on on beş kuruşa kıyıp bir mec- mua alanlar azdır. O kadar - ki insan, mecmuaların çoğaldığını nereden far-| ketmişler diye şaşıyor. Zaten okumak keyfi için her hafta şu kadar para vermeğe kıyanlar şikâ- yet etmez, bunu seve seve - yaparlar. Hepsini alamıyorlar mı?.. Ne çıkar; beğenip bağlandıkları bir tanesi vardır, öbürlerini başkalarında görüp okur. Çünkü okumanın tadını alanlar, çoğu biribirlerini tanır, aralarında kitap, mecmua mübadelesi ederler. Ama öylelerin de şikâyete hakkı var: Mecmua bolluğundan değil, azlı- gından... Adların değişmesine bakma- yın, açıp bir göz gezdirin. Göreceksi- niz ki kapaktaki küçük hanım resmin- den (çoğu zaman bir Amerikan veya İngiliz kızı) tâ son sayfaya kadar he« men hemen aynı şeyler. Hem de bu de- vam edip gidiyor. Geçen yılın sayıları ile bu yılınkileri biribirinden ayırmak bilmem nasıl kabil oluyor? Bunun başlıca iki sebebi var: Mec- mualar —bir ikisi istisna edilirse— bir fikri yazmak için değil, herhangi bir ticaret emtiası olarak - çıkarılıyor. Aradığı biricik şey okuyanların kolay- ca hoşuna gitmek, yani onlara zaten bilmedikleri hiç bir şey aöylememektir, Okuyanların ne istediği de, az çok tu- tonimuş: mecmualardan. — balli oluyor: Artık onu taklid etmek kâfi geliyor. Kafa yormağa ne lüzum var? İkinci sebep: Avrupa mecmuaların-| dan istediğiniz gibi yazı, resim almak hakkı. Falan Fransız veya İngiliz mec-| muasında hoş bir kapak, meraklı bir yazı var; bizde bundan iyisini değil, bunun kadarını da kim becerecek? Hem ona yakın bir resim yapacak, öy-| aralık tehlikeli bir şekil almış; öğleden sonra seller yolları kaplamıştır. Yağ- mur esnasında bazı evlerin çatıları uç- muş, camları kırılmıştır. Çoban İsa kö. le tatlı bir hikâye yazacak bulunsa bi-| le daha pahalıya mal olacak. Bazan | öyle yazıların bir ay içinde iki ayrı mecmuaya tercüme - edildiği nluynı.; Nurullah Ataç İki sebebi anlatırken de kalemimin ucuna bu «kafa yormağa ne lüzum var?» sözü geldi. Biliyorum ki daha r çok sebepler de yazılabilir; fakat düşünün, hemen hepsinden sonra o İşte asıl derdimiz: anın bolluğu, azlığı değil, maktan kaçınmamız. Bir parça olsun hayalimizi işleterek böyle hep biribiri- ne benzer yazılar yazmamıza, mecmu- alar çıkarmamıza imkân mı kalır? Yazan da öyle, okuyan da. Her iki taraf ta işin kolayını arıyor. Çabuk eğ- lendirip çabuk eğlenmekten başka bir şey aramıyor. Hep aynı şeyden bikilir mi? Hayır; — tâ cedlerimizden kalma tubaflıkları dinleyip te kahkaha ile gü- len insanlar, etrafınıza bir göz - gezdi- Tin, bakkafağ' çokdur. Bilmek düşüm mekten, ehemmiyet vermekten gelir. Mühimsemediğimiz şeylerden asla bık- mayız. Onlara iyice dikkat edip te öz- lürini sezmemiş, verebilecekleri zevki tamamiyle tatmamışızdır. (Çok sevdi- ğgimizde her gün tanımadığımız bir şey buluruz da bıkmayız. Evet amma o bulduğumuz yenilik sevdiğimizde de- gil, sevgimizdedir.) Biribirine sayfa sayfa, satır satır benzeyen mecmualar böyle bıkılma- dan artıp duruyor. Çünkü yazan yaz- dıklarına, okuyan okuduklarına ehem- miyet vermiyor. Yazi denilen boş eğv lence üzerinde kafa yoarmak istemiyor. Urfa Umumi Meclisi Urfa (Özel) — Urfa Umumt Mec- lisi toplanmış, ikinci başkanlığa Celâl Kürkçü, kâtipliklere de Yusuf ve Hak- kı seçildikten sonra encümenler intiha- bi yapılmıştır. Urfada iki Tayin Urfa (Özel) — İlbay vekili Kâzım Demirer Diyarıbekir Vali muavinliği- ne, mektupçu Seyfi de Gümüşhane mektupçuluğuna tayin edilmişlerdir. Yeni Fındık Nizamnamesi Ankara, — Yeni fındık nizamna -« mesi 11 nisanda mer'iyet mevküne gi- receğinden şimdi çalışmakta — olan yünde yağmur daha korkunç bir şekil Öbür mecmualarda çıkamayacak - re- |kontrolların vazifesi bitecektir. Yeni göstermişse de nüfusca zayiat olma- simler, yazılar aramak... Kafa yorma- kontrollar Türkofis tarafından seçile- mışlır. Çiçek bahçesi gibi düzgün, temiz, renkli bir memlekete rastlamışlar. Cök-1 lerinde tayyareler ebabil kuşları gibi ci- rit oynuyormuş. Her taral, her köşe | sanki zengin bir adamın köşkünü, bağı, bahçesini hatırlatıyormuş. İsrafil burasmı da tanıyamamış, sormüş: — Ya burası neresi? Azrail cevap vermiş; — Almanya! — Ha... Desene ki daha yüz yıl ev- vel adını sanını Napolyonun mahmu- zuna bağlayan Almanya burası... Afe- rin. Hem namlarını kurtarmışlar hem yurtlarını: çennete çevirmişler. “Çalış: kan kimselermiş Almanlar.. Böyle böyle Azrail ve maiyeti Fran- sayı, İtalyayı, hattâ Balkanları dolaş- mışlar. Hayret ve takdir içinde kılmış-ı lar. Kafile Balkanlardan Akdenize doğ—! ru hareket edince daha uzaktan İsrafil işaret etmiş: — Ha.. Tanıdım. Buraları Türki- yorum. İşte bakın yine hiç değişiklik yok. Şövalye Hasan Bey Haci — Sadığın aptal aptal dinleyişini gözden kaçırmı- yordu. — Bitmedi, dedi. Ve ilâve etti: — İsrafil eğer yakında yine dünya- yı gezecek olursa bu sefer de Türkiye- yi tanıyamayacak. Çünkü artık bu top- raklar masal ve efsane âlemi olmak- tan kurtuldu. a ne lüzum var? Şövalye Hasan Bey bunu — anlatır- ken gözleri parlıyordu. Manifaturacı Hacı Sadık başını sa- ladı: — Dediğin doğru amma gel ben de sana bir kıasa anlatayım. — Söyle bakalım. — Tanrı taâlâ vaktiyle kullarını dünya yüzüne yollarken her milletten bir mürahhas huzuruna kabul - edip dünyada ne istediklerini sormuş. İçeriye önce Türk girmiş. Tanrı sormuş: — Ey kulum, seni dünyaya gönde- riyorum. Orada ne istersin? | Türk cennette alıştığı rahatı kaçır- mamak için: | — Güzel sular, güzel çimenler, gü-| zel kadınlar isterim. Demiş, — Peki, dünyanın güzel yerleri, gü- zel kadınları senin olsun. I Arkadan Ermeni girmiş. Ermeni de: — Güzel yerler, güzel kadınlar. .— | Demeye kalmamış tanrı taalâ: — | Ermeni içerlemiş: — Zo bu ne hesaptır! Der demez Tanrı Taalâ: — Peki, demiş, hesabı kitabı da sa- na verdim. Ermeni çıkmış. Arkadan Rum gir- | Mmiş. — Güzel yerler, güzel kadınlar. — Onları Türke verdim. — Bire bu ne biçim hesap? —Hesabı, kitabı Ermeniye veıdim.; cektir. — Matafeo, bu işde bize ne kaldı? — Pek âlâ işi, gücü de sana - ver- dim. ©O da çıkmış. Arkadan Yahudi girmiş: — Ne istiyorsun! — Ne isteyeceğim, cennetteki rahat- hk varken dünyaya gitmek olur mu? — Pazarlık yok. Gideceksin orada ne istersin? — Yüzel yerler, yüzel karilar. — Onları Türk aldı. — Hesap etmedin mi ki geride biz de varız. — Hesabı, kitabı Ermeniye ver- dim. — Böyle iş olur? — İşi gücü Ruma verdim. Yahudi içerlemiş: — Peki biz parasız hava mı alaca- gz? — Pek âlâ sana da havadan — para kazanmayı verdim. İnsanlar bu şartlarla dünya yüzüne inmişler. Her biri Tanrı Taalânın ver- yan dritnotları, bal dök te yala dene-|Ye değil mi? Evet, evet, her yüz vıl| — Wok demiş onu Türke verdim, diği hünerle iş tutmuş. Biz de dün- cek temizlikte ve yumurta kaydırsan | Yaptığım teftişlerde ayni halde görü- kaşka bir şey iste: yanın en güzel yerlerinde tatlı — sular, güzel havalar, güzel kadınlarla zevku safa etmeğe koyulmuşuz. — Ne dersin buna ! Şövalye Hasan Bey güldü: — Benim fıkra ile senin kıssa biribi- rini tutuyor. İsrafil, artık Türkiyeyi es- ki halinde görmiyeceği gibi Türkler de Tanrı Taalânın verdiği güzel yerle- re, güzel sulara, güzel kadınlara lâyık |olmayacak bir tenbellikte görülmeye- cek. (Arkası var) İA GE ĞÜL Pa a a A RL ON n Da tü aü N ERİNDAGNA GA H ENRe Dd ee ' kan k kadettedlinetlien elti SRNaİMMdİ 'v'..m""—# öale ada lli ea Bdi DA e aND laeğin d edi

Bu sayıdan diğer sayfalar: