Zonguldak Kömür Havzası Da Evkafınmış Evkaf Bütün Mülk Ve Arazi Sahiplerinden Peşin Olarak 20 Yıllık İcare Vergisi İstiyor Evkafın 20 yıllık icare vergisi istediği Ereğli şirketinin kömür sahası ldak (Özel) — Evkaf Umum sene sonra padişah Abdülmecit 1264 Zonguldakdaki arazi ve tarihinde çıkardığı bir fermanla Zon- sahiplerine gönderdiği birer ih- guldak havzasını Evkafı celilei mülü- tame ile, şimdiye kadar işgal ettik-| kâne) ye vakfetmiştir. toprakların yirmi senelik kirasını — Evkaf idaresinin bugünkü isteği iştir. Kendilerinden kira istenen- |işte Bu eski tarihli fermandan hak al- Mrasında havzanın belli başlı ma-| maktadır. pirketleri de vardır. Evkaf idaresi- Halbuki bir yandan maliye vekâleti yalmz Ereğli şirketinden bu esas- | tirşe edilmiş mal olarak ayrılan toprak- çinde istediği paranın miktarı 120 ları parçalara ayırarak — satmış ve bu Brayı bulmaktadır. |toprakları alanlar da bittabi bedeli mu- *kaf idaresi bu isteğini, Zongul-|kabilinde aldıkları yerleri tapuya bağ- havzasının eski bir fermanla vakıf | lamışlardır. ardan olduğu esasına dayanmak- Evkafın bütün bu yerleri hâlâ va- Wkı' arazi addederek birikmiş kira iste- mesi ortaya yeni bir vaziyet çıkarmış- Konguldak kömür havzası «Uzun tetkik — edilmektedir. met) tarafından bulumduktan 19|tir. Bu vaziyet aa — Köylülere meyvacılık konferansları Kastamoni (Özel) — Her köyde meyvacılık için fenni örnek bahçeleri| |vücude getirilmekte ve köylülere fen- nt meyvacılık hakkında konferanalar verilmektedir. Kastamonuda kır parkı Kastamoni — (Özel) — Takriben 20 hektardan fazla olan eski bir me - zarlığın orman haline konulması ve kır parkı yapılması kararlaştırılmıştır. Jl’iıxlı gelecek sene tamamlanacaktır. önüne konulacaktır. Yakında in- şaata başlanacaktır. Sivasta Stadyom Sıvas (Özel) — Belediye spor- çok sevindiren bir karar hiş, şehrin ortasını bulunan tarafı kapalı Bezirci tarlala- istimlâk ederek stadyom in- ha tahsis etmiştir. Stadın plâ- hazırlanmıştır. Yakında inşaata nacaktır. Sivasta Atatürk Heykeli Sivas (Özel) — Sivasta rekze- ek Atatürk heykeli için açı- müsabakayı heykeltraş Ratıb nıştır. Heykel Sıvas k ünin toplandığı Sivas İisesinin - ee ğ AKAKAK K *_ AM KERVAN YÜRÜYOR -a6 — — Bürhan&ahit — Maba ve etrafında hummalı bir ha- |ormanlardan başka bir şey olmayan ©| 'bir ryapma, kurma, düzeltme ha-|koca dünyayı göklere çıkan — binaları, | göze çarpıyordu. karınca gibi kaynaşan insanları, cennet geçen Şil yarı harabe halindeki | gibi bahçeleri ile görün'İürafiü sörmüş: izel kasabanın rengini, şeklini de-| — Burası neresi? İyordu. Azrail cevap vermiş: a Ansdolodan inen demiryolü| — — Amerika! a yaklaşmuştı. İki ay sonra yö:| — İsrafil, başını sallamığ? Bılan istasyona ilk tren gelecekti.| — Aferin, buradaki insanlar doğru- da her gün artan bir sevinç | su çok uyanık, çalışkan çıkmışlar, yüz | farpıyordu. yıl önce buraları görmüştüm. Bak, ta- &. bahçe sahipleri âdeta bayram nınmayacak hale getirmişler. orlardı. Daha şimdiden bir kafile| — Azrail ve maiyeti Okyanusu bir an- le bir seyahat yapmağa ve ka-|da geçip Avrupaya yaklaşmışlar, Ön- | ları nimetin kaynağı olan An- ce Britanya, yani İngiliz adası önlerine ziyaret etmeğe hazırlanıyorlar- çıkmış. Buram buram tüten — fabrika bacaları, Canavar gibi denizleri kapla- 19 -3- 996 bada ileri hareketlerin en a- k]lVı'uzu olan Şövalye Hasan Bey *rtasında yakaladığı manifaturacı iğa anlatıyordu: lani bir vak'a anlatırlar. Tanrı dünyayı gezip murakabe etme- Yad etmiş, Azraili bu ise memur kırılmayacak düzlükte geniş caddeleri gören İsrafil sormuş: — Ya burası neresi? — İngiltere! — Aferin buradaki insanlar da ça- 'iş, O da yanında İsrafil olduğu lışkanmışlar. Bak geçen seferki tefti- yayı tetkike başlamış. şimizde hiç te böyle değildi. Koca Hin- *ail her zaman insanlarla düşüp distanı kendilerine bağlamağa lâyık- K için her tarafı tanıyormuş. — |mışlar doğrusu. '& Amerikadan başlamışlar. — | — Kafile oradan kalkmış, Avrupaya a yüz yıl önce balta girmemiş : geçmişler. e| AR y SON POSTA Adapazarında Bir Tahsildar Tevkif Edildi Adapazarı (Özel) — Maliye tah- sildarlarından İsmail Hakkı zabıtaya müracaatla geceleyin evine giderken bir meçhul adamın taarruzuna uğradı- gını, kafası yarıldığını ve üzerindeki 240 liranın çalındığını söylemiştir. Za- bıta yaptığı tahkikat neticesinde tahsil- darın yalan söylediğini ve 240 lirayı zimmetine geçirdiğini tespif — etmiş, kendisini adliyeye — vermiştir. İsmail Hakkı tevkif edilmiştir. Bir köylü çocuk kaza ile öldürüldü Adapazarı (Özel) — Kamışlı kö- yünden Ahmet oğlu Şerafeddin hay- van otlatırken yanına ördek avına çık- mış olan Eşref oğlu Mehmet Emin gel- miş, elindeki çifteyi karıştırmıya baş- lamıştır. Bu esnada çifte patlamış, Şe- rafeddin vurulmuş ve ölmüştü. Meh - met Emin hakkında kanuni takibat yapılmaktadır. Adapazarında Bir Avukata Tecavüz Ettiler Adapazarı (Özel) — Avukat Şev- ki Baysal öğle üzeri evine — giderken kömür pazarında Mevlut isminde biri- nin taarruzuna uğramıştır. Şevki Mevlüdun banını ipotek ede- rek borç para veren Hasan — isminde birinin vekilidir, mahkemede rü'yet &-! dilen bu ipotek davasını kazanmış va- ziyettedir. Mevlut bundan — mütecesir olmuş ve avukatı dövmüştür. izmir Yine Bir Seylâp Tehlikesi Geçirdi Manisa, 17 (Son Posta) — Evvelki gün şehrimizde başlayan yağmur bir| Hergün Bir Makale: Sayfa 5 Kafa Yormak Lüzumu Mecmuaların artması da, tramvay kazaları gibi şikâyet mevzuu — oldu. Hangi ahbaba rastgelseniz, şöyle gü- lümseyerek: — Canım, ne kadar'de çoğaldı, di yor. Fakat böyle söyleyenler içinde, haf tada on on beş kuruşa kıyıp bir mec- mua alanlar azdır. O kadar - ki insan, mecmuaların çoğaldığını nereden far-| ketmişler diye şaşıyor. Zaten okumak keyfi için her hafta şu kadar para vermeğe kıyanlar şikâ- yet etmez, bunu seve seve - yaparlar. Hepsini alamıyorlar mı?.. Ne çıkar; beğenip bağlandıkları bir tanesi vardır, öbürlerini başkalarında görüp okur. Çünkü okumanın tadını alanlar, çoğu biribirlerini tanır, aralarında kitap, mecmua mübadelesi ederler. Ama öylelerin de şikâyete hakkı var: Mecmua bolluğundan değil, azlı- gından... Adların değişmesine bakma- yın, açıp bir göz gezdirin. Göreceksi- niz ki kapaktaki küçük hanım resmin- den (çoğu zaman bir Amerikan veya İngiliz kızı) tâ son sayfaya kadar he« men hemen aynı şeyler. Hem de bu de- vam edip gidiyor. Geçen yılın sayıları ile bu yılınkileri biribirinden ayırmak bilmem nasıl kabil oluyor? Bunun başlıca iki sebebi var: Mec- mualar —bir ikisi istisna edilirse— bir fikri yazmak için değil, herhangi bir ticaret emtiası olarak - çıkarılıyor. Aradığı biricik şey okuyanların kolay- ca hoşuna gitmek, yani onlara zaten bilmedikleri hiç bir şey aöylememektir, Okuyanların ne istediği de, az çok tu- tonimuş: mecmualardan. — balli oluyor: Artık onu taklid etmek kâfi geliyor. Kafa yormağa ne lüzum var? İkinci sebep: Avrupa mecmuaların-| dan istediğiniz gibi yazı, resim almak hakkı. Falan Fransız veya İngiliz mec-| muasında hoş bir kapak, meraklı bir yazı var; bizde bundan iyisini değil, bunun kadarını da kim becerecek? Hem ona yakın bir resim yapacak, öy-| aralık tehlikeli bir şekil almış; öğleden sonra seller yolları kaplamıştır. Yağ- mur esnasında bazı evlerin çatıları uç- muş, camları kırılmıştır. Çoban İsa kö. le tatlı bir hikâye yazacak bulunsa bi-| le daha pahalıya mal olacak. Bazan | öyle yazıların bir ay içinde iki ayrı mecmuaya tercüme - edildiği nluynı.; Nurullah Ataç İki sebebi anlatırken de kalemimin ucuna bu «kafa yormağa ne lüzum var?» sözü geldi. Biliyorum ki daha r çok sebepler de yazılabilir; fakat düşünün, hemen hepsinden sonra o İşte asıl derdimiz: anın bolluğu, azlığı değil, maktan kaçınmamız. Bir parça olsun hayalimizi işleterek böyle hep biribiri- ne benzer yazılar yazmamıza, mecmu- alar çıkarmamıza imkân mı kalır? Yazan da öyle, okuyan da. Her iki taraf ta işin kolayını arıyor. Çabuk eğ- lendirip çabuk eğlenmekten başka bir şey aramıyor. Hep aynı şeyden bikilir mi? Hayır; — tâ cedlerimizden kalma tubaflıkları dinleyip te kahkaha ile gü- len insanlar, etrafınıza bir göz - gezdi- Tin, bakkafağ' çokdur. Bilmek düşüm mekten, ehemmiyet vermekten gelir. Mühimsemediğimiz şeylerden asla bık- mayız. Onlara iyice dikkat edip te öz- lürini sezmemiş, verebilecekleri zevki tamamiyle tatmamışızdır. (Çok sevdi- ğgimizde her gün tanımadığımız bir şey buluruz da bıkmayız. Evet amma o bulduğumuz yenilik sevdiğimizde de- gil, sevgimizdedir.) Biribirine sayfa sayfa, satır satır benzeyen mecmualar böyle bıkılma- dan artıp duruyor. Çünkü yazan yaz- dıklarına, okuyan okuduklarına ehem- miyet vermiyor. Yazi denilen boş eğv lence üzerinde kafa yoarmak istemiyor. Urfa Umumi Meclisi Urfa (Özel) — Urfa Umumt Mec- lisi toplanmış, ikinci başkanlığa Celâl Kürkçü, kâtipliklere de Yusuf ve Hak- kı seçildikten sonra encümenler intiha- bi yapılmıştır. Urfada iki Tayin Urfa (Özel) — İlbay vekili Kâzım Demirer Diyarıbekir Vali muavinliği- ne, mektupçu Seyfi de Gümüşhane mektupçuluğuna tayin edilmişlerdir. Yeni Fındık Nizamnamesi Ankara, — Yeni fındık nizamna -« mesi 11 nisanda mer'iyet mevküne gi- receğinden şimdi çalışmakta — olan yünde yağmur daha korkunç bir şekil Öbür mecmualarda çıkamayacak - re- |kontrolların vazifesi bitecektir. Yeni göstermişse de nüfusca zayiat olma- simler, yazılar aramak... Kafa yorma- kontrollar Türkofis tarafından seçile- mışlır. Çiçek bahçesi gibi düzgün, temiz, renkli bir memlekete rastlamışlar. Cök-1 lerinde tayyareler ebabil kuşları gibi ci- rit oynuyormuş. Her taral, her köşe | sanki zengin bir adamın köşkünü, bağı, bahçesini hatırlatıyormuş. İsrafil burasmı da tanıyamamış, sormüş: — Ya burası neresi? Azrail cevap vermiş; — Almanya! — Ha... Desene ki daha yüz yıl ev- vel adını sanını Napolyonun mahmu- zuna bağlayan Almanya burası... Afe- rin. Hem namlarını kurtarmışlar hem yurtlarını: çennete çevirmişler. “Çalış: kan kimselermiş Almanlar.. Böyle böyle Azrail ve maiyeti Fran- sayı, İtalyayı, hattâ Balkanları dolaş- mışlar. Hayret ve takdir içinde kılmış-ı lar. Kafile Balkanlardan Akdenize doğ—! ru hareket edince daha uzaktan İsrafil işaret etmiş: — Ha.. Tanıdım. Buraları Türki- yorum. İşte bakın yine hiç değişiklik yok. Şövalye Hasan Bey Haci — Sadığın aptal aptal dinleyişini gözden kaçırmı- yordu. — Bitmedi, dedi. Ve ilâve etti: — İsrafil eğer yakında yine dünya- yı gezecek olursa bu sefer de Türkiye- yi tanıyamayacak. Çünkü artık bu top- raklar masal ve efsane âlemi olmak- tan kurtuldu. a ne lüzum var? Şövalye Hasan Bey bunu — anlatır- ken gözleri parlıyordu. Manifaturacı Hacı Sadık başını sa- ladı: — Dediğin doğru amma gel ben de sana bir kıasa anlatayım. — Söyle bakalım. — Tanrı taâlâ vaktiyle kullarını dünya yüzüne yollarken her milletten bir mürahhas huzuruna kabul - edip dünyada ne istediklerini sormuş. İçeriye önce Türk girmiş. Tanrı sormuş: — Ey kulum, seni dünyaya gönde- riyorum. Orada ne istersin? | Türk cennette alıştığı rahatı kaçır- mamak için: | — Güzel sular, güzel çimenler, gü-| zel kadınlar isterim. Demiş, — Peki, dünyanın güzel yerleri, gü- zel kadınları senin olsun. I Arkadan Ermeni girmiş. Ermeni de: — Güzel yerler, güzel kadınlar. .— | Demeye kalmamış tanrı taalâ: — | Ermeni içerlemiş: — Zo bu ne hesaptır! Der demez Tanrı Taalâ: — Peki, demiş, hesabı kitabı da sa- na verdim. Ermeni çıkmış. Arkadan Rum gir- | Mmiş. — Güzel yerler, güzel kadınlar. — Onları Türke verdim. — Bire bu ne biçim hesap? —Hesabı, kitabı Ermeniye veıdim.; cektir. — Matafeo, bu işde bize ne kaldı? — Pek âlâ işi, gücü de sana - ver- dim. ©O da çıkmış. Arkadan Yahudi girmiş: — Ne istiyorsun! — Ne isteyeceğim, cennetteki rahat- hk varken dünyaya gitmek olur mu? — Pazarlık yok. Gideceksin orada ne istersin? — Yüzel yerler, yüzel karilar. — Onları Türk aldı. — Hesap etmedin mi ki geride biz de varız. — Hesabı, kitabı Ermeniye ver- dim. — Böyle iş olur? — İşi gücü Ruma verdim. Yahudi içerlemiş: — Peki biz parasız hava mı alaca- gz? — Pek âlâ sana da havadan — para kazanmayı verdim. İnsanlar bu şartlarla dünya yüzüne inmişler. Her biri Tanrı Taalânın ver- yan dritnotları, bal dök te yala dene-|Ye değil mi? Evet, evet, her yüz vıl| — Wok demiş onu Türke verdim, diği hünerle iş tutmuş. Biz de dün- cek temizlikte ve yumurta kaydırsan | Yaptığım teftişlerde ayni halde görü- kaşka bir şey iste: yanın en güzel yerlerinde tatlı — sular, güzel havalar, güzel kadınlarla zevku safa etmeğe koyulmuşuz. — Ne dersin buna ! Şövalye Hasan Bey güldü: — Benim fıkra ile senin kıssa biribi- rini tutuyor. İsrafil, artık Türkiyeyi es- ki halinde görmiyeceği gibi Türkler de Tanrı Taalânın verdiği güzel yerle- re, güzel sulara, güzel kadınlara lâyık |olmayacak bir tenbellikte görülmeye- cek. (Arkası var) İA GE ĞÜL Pa a a A RL ON n Da tü aü N ERİNDAGNA GA H ENRe Dd ee ' kan k kadettedlinetlien elti SRNaİMMdİ 'v'..m""—# öale ada lli ea Bdi DA e aND laeğin d edi