ay . Sanat ve Tabiat — 245 den devam — makla beraber hemen her mem- lekette muakipler buldu, Senbolizm içinde bir tabiat endişesinden bahsetmek katiyen imkânsızdır o, Rimband'nın da dediği gibi bir nakıs, bir tezyinat- tır, (Illumination) yani tamamen sunni bir şeydir. Yirminci asrı karakterize eden Modern sanat hareketleri de tek bir istikamet tizerinde inkişaf gös- termiyorlar. Kübizm, edebiyatta Gnillanme Apollinaire tarafından temail edilmiştir, Kubizm objenin bütününü kavramak bakımından yeni bir sanat kurmuştur. Daha dinamik bir halde Marinetti tara- fından ortaya atılan fütürizm ân- latılmak istenilen şeyi değil fakat onun içinde yaşadığı atmosferi tesbit etmek suretile mevzuun dı- şına çıkmayı hareket noktası ola- rak kabul etmiştir. Bu suretle biraz mücerretleşmiş bir şekilde tabiattan büsbütün aynlarak &8a- natın mali olmuştur. Romanyali Tristan Tzaranın harbi umumi €e8- nâsında (1916) İsviçrede ortaya attığı Dadaizm sanat'a paradoksal bir kıymet kazandırarak ona yeni bir veçhe verdi. Dadaizmden daha az yaşıyan Orfizm, Pont - sikro- nizm cereyanları da sanatın mü- cerretliğine devam ettirdiler, Fa- kat bunların yıkıcı vaafh süre&- lizmin doğmasına zemin hazırla- mıştır. Andr6 Breton'un 1924 de neşrettiği beyenname ile kaideleş- miş olan bu yeni sanat hareketi fantazist bir karakter gösterir. Bilhassa (o tahtelşuurda (Omevçut , kuvve halinde ki kıymetleri işle- mesi bakımındau mevzuda bir yenilik yaratmıştır, Yukardanberi tetkik etmiş ol- duğumuz muhtelif ekollerin tabi- at hayranlığına karşı nanl bir aksülâmel doğurmuş oldukları re- alizm ve natürnlizmden sonra t8- biata arka çevirmelerile müşaha- de edilir. Sade şu bir ssırlik t&- rihçe içinde değil, fakat ilk insan- lara çizgi çizmek, şarkı söylemek ve ahenkli cümleler okumak lü- zumunu hissettiren şey, hiç şüp- hesiz tabiatın kifayetsizliğidir. Ve sanat doktrinleri tabiattan uzak- laşukça kuvvetlenmekte, buna mukabil tabiata yüklaştıkça za yıflamaktadırlar. Tabiğât, sanatın mevzuu olmak şartile sanat ile birleşir. Bunun dışında ikinci bir imtizaç şekli yoktur: Aksi takdirde sanat dai- ma vasıta olacak yahut ikinci de- recede bir unsur haline gelecektir. Halbuki sanat her zaman için kendi kendisinin gayesidir. Realist ve natüralist ekoller Edebiyat içinde « tablileşme» tarihile, tabiatı temaile kalkmış- İarsn da yukardaki ponoramada işaret ettiğimiz gibi kifayetsiz kal- mışlar ne tam ilim yaradabilmişler ne de sanat olabilmişlerdir. Bu te- lifçi hareket edebiyat içerisinde yenilmemiş bir müşkül olarak bu günde devam etmektedir. Bilhassa şu noktaya dikkat etmek lâzımdırki realizm bugün gene baş tacı olarak dillerde do- laşmakta ve oldukça geniş bır kit- le tarafından tatbik edilmektedir. Bu ekseriyette milli ve mehelli edebiyat yapmak istiyenlerin elin- de bir tesbih olarak sallanmakta- dır. Realist ekolde bir savattan bahsetmek realizmi anlamamak demektir. Bu gün sinema maki- nası ve ses alma cihazları, realist yazıcıların yapmak istediklerini çok daha muvaffakiyetle beceri- yorlar, Halbuki ne fotoğraf ne de sinematograf sanatin teknik va sıtaları değildirler. Onlar ancak yeni sanai hareketlerinin ortaya çıkardığı aletlerdir. Sanatın en mühim karakteri münferit olnşudur. Bir tek halı bir sanat eseridir. Manifaktürün imal ettiği bu halı sanat eseri değildir. Sanât eserinin ikinci büyük ke- rakteri profeşyonei (olmayışıdır. Yani kazanç gayesini iltizam et- meyişidir. Bir heykelin meydana getirilmeşinde başlıca gaye kazanç değil, fakat bilbelo imalinde başlı- ca kazançtır. Bunun için heykel sanat eseridir. Bilbelo sanat eseri değildir, Sanatın toplu bir tarifini ver- mek lâzım gelirse: Sanat, insan kafası ve eli ta- rafından ortaya konan, nevinde münferit olan ve profesyonel ve faydacı bir gaye takip etmiyen şeydir. Ve bütün bu tarifi içinde san- at, tabiattan tamamen ayrı hatta Çezanne'a rağmen ona zıttır, Fahir ONGER Halkevi hakkında düşünceler — 244 den devam — şahedelerime;, dayanarak yürütü- yorum. Vaktile tulânt kumpanyasi idare etmiş bir san'atkâr tanıyo- rum ki bugün bir kasabamızdaki Halkevinde kâtiplik yapmaktadır ve oranın sahnesi bu gençten çok istifade etmektedir. «Hem kâtiplik, hem aktif isti- fade.. İkisi birden mümkün değil!» denemez.. Görülmedik şey değildir. Şuda bir hakikettirki birçok yerlerde Halkevi kâtipleri başka bir işlede uzaktan ve yakından ilgisi bulunan inşanlardır. Onları evde aradığınız zaman sik &k kaybolduklarını görürsünüz, Bun- lar kendi şahsi meşğuliyetleri için vakit bulurlarda bir san 'atkâr evin asıl gayesi için neden buls- maz |. Hiç bir karşılık beklemeden Halkevinde vazife almayı kendi- mize memleket borcu bildiğimiz ve bu uğurda feragutle, yorulma- dan, el birliğile çalışmağa başla- dığımız gön Halkevlerinın yüksek ve asil gayesi bütün parlaklığile kendini gösterecektir. Bu satırları yazarken de kendi- mi, bir yerine bir çivi çakmak kadar da olsa, bu eve bir hizmet ettiğimi sanarak müteselli oluyo- rum. Gelecek yazımda «Şehir kulüp- leri ve Halkevleri» realitesi üze- rinde duracağım. E. N. GÖKŞEN e Şiir ve romaa& hücum — 246 dan devem — yeltenmemekie vey& tenezzül et- memektedirler. Bu sahada Ömer Seyfeddin'in ölmez eserleri, Sabahattin Âli'nin unutulmaz hikâyeleri ve Said Fa- ik'in şiir dolu yazıları tertemiz, fakat çok tenha bir halide bulun- maktadır. Temenni edelim ki, hiç olmaz- sa, bu güzel, fakat mikdarı az ve bazıları birer cenni-i sakit mahi- yetinde bulunan, yani düşünülmüş vaktinden evvel ifade edilmiş hi- kâyeler yanında, mebzul miktarda ve her devirde tazeliğini, kıyme- tini muhafaza edecek, nevi şahâi- na münhagşır hikâyeler bulunsun. Umran NAZİF « 251 — Servetifünun — 2407