Köy kahvesinde, Klikadılılara, tütünden kısılan sesini tamir ede- rek «Muhacirlik kolay değil. Evini barkını bozup yeniden kuracaksın. Para lâzım...» demişti. Köylülerden. biri yere bakıp mırıldanmıştı : — Bu meyhane değil Âşık Müs- tecep... Muhacirliği fıçı içinde-mi öğrendin den? Bu alaylı lâfa Müstecep, kula- ğındaki çiçeği düzelterek derhal cevabı kondurmuştu : — Öyle, ba fıçı içinde öğrenil- mez... Ölü atların nsllarını toplayıp kazancıyla hac yolunu tutmakla belki... Sonra, beni dinle, ben ada- mın geçmişine tüzlu sn dökerim, bir daha meyhane lâfını ağzına a- lırsan seni haoca bedavadan göb- deririm ibtiyar keçi... Keçi sakalın altından Hacı İş- Iâm'in sesi duyulmamış, onun ce- vabı yerine Müstecep kahvenin or- tadına ayağa fırlamış ve bir iki da- kika dolaşarak ortalığa meydan 0- kumuştu. Bereket, o esnada köyün genç hocası kahveye gelmiş, her- kes ve Müstecep hürmeten susmuş- lar ve mesele kapanmıştı, Hayvanlar, yağmur ve sellerin kamburlaştırdığı şösenin su birik- miş oyuklarına bastıkça, bayırı da- ha süratli adımlarla çıkmaya ni- yetleniyorlardı. Ve yağmur yine kendini belli etmeden sinsi-sinsi yağmağa başladı. Yeni mavi renge boyanmış ara banın şık sonbâhar yağmurunda sanki gittikçe keyti artıyor ve yo- lun kenarındaki uçurumların öte- sinde muazzam devler gibi duran kanaralıklara doğru taze bir setle, hüzünlü delikanlı ahenkleri bırakı- yordu. Müstecep çuhayı üzerine çekmiş aldığı eşyaları da bunun bir köşe- sine toplamıştı. Binniği yakalarken daba, tıku- ğını çekip ağzına dayadı veiri bi. yıklarını silerken : -— Ölü hayvan bezirgânıl Gider- ken yalniz ona hakkımı helâl et- miyeceğim, 'Tarlasının üç tarafını kendi arazisiyle kaplamış olan Ha- cı İslâm'a otuz-beş yıl evvel ara- zisini yok pahasına satmadığı için bu onun âmansiz düşmanı kesilmiş ve gittiği yerde Müstecep ten «gâ- var», «Mihor> lâğıplarıyla bahseb- mişti. Fakat köyde şöyle dört göz ara- sı bir görüşmeyi daima atlatmıştı. Çünkü Müstecep, vaktiyle 'civarın en belâlisi gibi anılmıştır. — Şimdi de onun ve sülâlesini de eşek gibi anırtarak döverim... Yol kenarındakı köyler geride kalmış, şaşkın gözler gibi mütam&- diyen açılıp kapanıyorlardı; Müste- cep yine erik rakısını ağzına daya- dı: — Âşık Müstecep ölmedi... Se- nin kör çocuğuna kızını versin... Küstah hem aleyhinde bulunmuş hemde onun kışını, gözüne «gey- tab perdesi» nin babasını: cezalan- dırmak için indiği, oğluna iste- mişti. Atlardan biri höndeğe doğru kişnedi. Müstecep ileriye bakınca, kervandan bir hayli geride kaldı- gını gördü. Alfatar'a, hana, diğer araba- lardan bir bayli sonra eren Müs- teceb, büyük ban'da atlarının üze- rine çuhaları yerleştirip onları su- ladı. Hanın, beş altı veremli fener altında aydınlatan sayvanında bir kahve istedi: — Kolay gele Petre! Bir kah- ve getir! Bir bağ sırığı gibi uzun ve bilmem meden durmadan diyle- rini göstererek herkesin tepesinde sırıtan kahveci «Kolay gele Petre>» dâimi edâsiyle cevap verdi : — Geliyor! Geliyor! Ve sonra yeşil çiçekli bir fin- can işinde kaynayan bir kahve getirdi. — Kolay gele, Kilikadılı! Petre, sağına <Kölay gele, soluna «Kolay geler, yemek yişe- De, Su içene, yürüyene, yatana ler- kese, «Kolay gele» diyordu, iltifatta bulunulken de dişsiz ağzının çök- müş avurtlarını yutmak ister gibi yanaklarını aşağı, iniyor gibiydi. Birden, avlu içinden, sik yağan yağmurdan pınar başından birbi- rine çarpan âcı kova gürültüleriyle acı acı bağıran iki sen vükseldi; — Sen, bırak. Sıra benimi. — Bırak! Bırak! Diyorum sana! Ve iki kişi birbirine girdi, Ko- valar kalktı ve gürültüyle çeki- şenlerin kafasına indi, haykırışlar küfürler büyük bir kıyamettir koptu, Petre sırıtarak : — Hol Ho! Kolay gele! Köylüler yerlerinden fırladı ve bütün o kalabalık sayvanın kena- rnuda toplandı : — Baltaciyeniköylü bunlar.,. — Hepsi canına tezdir... Döğüşenler ellerinde kovalar yerlere serilmiş boğuşuyorlardı. Ağır nefesleri ve biribirine taka- sizlikle savurduğu küfürler duyul- maktaydı. Müsteceb yerindeh 21p- layarak kükredi: — Ne duruyorsunuz be? Ne seyrediyorsunuz? Oo gözboyacıları! Neden ayırmıyorsunuz bunları? Ve bunları söylerken daha, pı- “nara doğru koştu; çamur içinde boğaz boğaza döğüşen delikanlı- ları ortasına atladı. Birine ya: pışarak bu ağır çamurlar vücutları dişlerini sıkarak ayırmağa çalıştı. — Devamı 239 da — Günlerden biri için methiye Bir türlü anlayamıyorum Her akşam sokaktayım. Şiir yazamam eden Ne yapsam Keyiflenemem Kahvede Can sıkıntısından durulmaz Bu böyle ne zamana kadar sürecek Sebebsiz korku Denizden ve rüzgârdan değil Saadetten Sabahattin KUDRET 233 — Servetifünun — 2406