1 Ekim 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6

1 Ekim 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KİLİ N. İlhan Berk'e Yağmur üç ay yağar. Eylülde başlar ve ancak kar zamanı kesi- lir. Gökyüzü dâima kurşuni bu- lutlarla sarılıdır. Bütün yolların, köylerin, dağların, ormanların ke naralıkların üzerine gamlı bir hava göker, uzaktan gelen at kişneme- leri ve esneyen köpek havlamala- rıyla insanı bir yola çıkmak has- reti yakalar, Yarı karanlık geçen günlerde «Bir varmış...» lı masal- ların kapısı açılmıştır. Yağmur git gide soğuklaşır ve hafif-titrek ço- cuk sesleri komşu evlerden çınlar: Üşüdüm, dondum, bu soğuktan Bir karı çıktı oluktan... Bu, soğuk yağmurlu günlerin türküşüdür... Kış gönü söylenmez, ağıza alınmaz. Devamlı yağmurun altında or- manlardan dönen arabaların gü- rültüsü, değirmenden gelen #aliga'- ların gıcırtısı, uyuşuk hasret türkü- lerine karışır. Herkes bu yağmur zamanını bilir, herkes bu yağmurdan sonra gelecek olan karı bekler, Hasat zamanı insanlar tarlada, hayvanlar harmanda O koşuşurlar. Demetler yapılır, arabalar bir öteye bir be- riye gidip gelir, Deliorman, sevinçli bir telaş mevsimi yaşar. Sayvanlar- dan tozlu fıçılar çıkarılıp içlerine uzun sivri biber turşusu kurulur, tavanlara haşırlar yayılıp «yeni dünya», <eski dünyâ> karpuzları döşenir. Anbarların delikleri ya- malauır içlerine un ve buğday doldurulur. Sonra eller yıkanır ve semâdan, sükünetle yağmur, don- bahar beklenir... O da birdenbire, er vermeden, sisi, çiği, sarı yapraklarıyla düşer, gelir. Kasabada mısır, buğday, arpa ve fasulya'yı şintk'lerile Tuna bo- yundaki obor'un depolarına «bir- dir»-ciki-dir» seslerile boşaltan sra- bâalar, gelin alıcıları gibi biribirinin sie girmiş uzun, namütenehi ci m 232 — Servetifünun — 2406 KADI Yazan: Cavit YAMAÇ kervanlar gibi ağır-ağır, sırayla deponun aç kapusunun önüne doğ- ru çeker. Deponun diğer kapusun- da Tuus'daki şileplere akan mah- sül, dünyayı dolaşmaya yola çıkar. Kasabalı, arabalar uzun kervan- lar hâlinde köylere doğru kasaba- nın beş kapısından çıkarken, son- baharı anlar, hisseder. Eylülden sonrâ, köylüler, kasabaya, mah- kemelere ve doktora gelir, i Deliorman'ın sonbaharı ve yağ- muru, toprağı çürükten kurtarır, çürümeye yüz tutmuş şeyi de yok eder... — Bir sürü araba kasabadan çıkar- ken kilikadılı Müstecep, en geri- deki ak &tlı arabasını hz sü- rüyordu. Önündeki Karalar'lıyla bir iki lâf etti, sonra kasabadan aldığı üzüm ve peyniri heybesin- .den çıkararak hayvanlar bayırı soluk-soluğa tırmanırken uzun ve ince bir dilim somun kesti. Bir ta- rafta kırmızılıklar içinde Tunaya dalmaya çalışan güneş ertesi günün ne getireceğini kendi de bilmi- yerek, yoldakilere soruyordu. Peynir ve üzümü iştahla ye- meğe koyulan Müstaceb'in gözleri bayvanların ürkerek bastığı ça- mnrlu şoseye kaydı. Yağmur bir hafta yağmıştı, bugün akşam üzeri havas biraz rahat nefes almak için bir-iki saat güneş gülümsemiş- ti, Müstecep kasabaya yağmur al- tında gelmişti. Kilikadı'dan, Silisteye kadar olan yetmişbeş kilometre yolu, ayakla- rina tez, gürbüz, kırçıl tüylü atla, dolu arabayla altı saatte yapmıştı. Yolda, yağmurun altında düşün- müştü: «İhtiyarladın, derler, sana Müstecep, fakat asla! Ellerin yine eskisi gibir. Obor'da fasulysyi Şi- niklere kendi doldurup mesii'e ta- şımış ve etraftakiler «maşallah!» diyerek uzun beyaz bıyıklı, kısa boylu, kulağında çiçek taşıyan bu güler yüzlü ihtiyara, hayretler için» de, gıpta etmişlerdi. Han'a gittiği zaman hancı, Ce- lil ağa kendisine kapıda: — Yahu, bu yaşta, bu yağmur altında, yola-mı çıktın * Hadi, hoş geldin... cümlesiyle karşılamıştı. Beyaz, kır gülünü kulağından düşürmesine içerleyen Müstecep, Celil'in sağır kulağına doğru hay: kırmıştı : — Ebenin körü!,. Sen, şu «mal- ları> dâm'a götür de biraz yem ver! Sakın safi arpa verme ha, hanını canını yakarım. «Mal» tülimesi Müstecep için sadece genç, gürbüz ve kendi eliyle büyüttüğü iki başarı atı için icat edilmişti. Fakat yine «malları»nı «şu hın- zır Celilse bırakmaya kıyamayıp kendi eliyie terlerini yoketmiş ve sonra sevinçle, neş'eyle, tokatlıyarak «sojra slti> yapmıya ban'a bitişik meyhaneye gitmişti. Şimdi çelik dingilli arabanın, ıslak şosede çıkardığı hoş seslerin ahengiyle hem iri ekmek lokmala- larıyla, büyük beymir parçaları ve kehribar rengindeki «Hafız Ali» üzümüyle avurtlarını dolduruyor hem de arabanın dibinde çalkanan erik rakısı binniği, biribir üstüne yığdığı parlak pulluk, kazma, ayak- kabı yemeni, karısı ve kızı için al- dığı benekli çemberleri, basmayı sey- rediyordu... Gün, birden, gözünü yumuverdi, Kervanı» en başında giden &- rabadan bir kamçı şakırtısı ile deli bir ses duyuldu: — Heyytl Haydi oğlum! Ve yirmi araba biribirini kova- lamağa başladılar. Müstecep, kalın bir sigara sardı ve çipil gözlerini ufaltarak düşün- seye daldı: fasulyadan son aldığı beş-altı bin leyi'de diğer paralara katacaktı vebahara kadar odundan alacakları da yemeyip biriktire- cekti... — Devamı 239 da —

Bu sayıdan diğer sayfalar: