İSTANBULDAN. HATAYA — 280 inci rayıfadan devam — havada dalgalanan portakal koku- ları içinde, bana, bu şehrin ve bu mıntakanın ıztıraplı yıllarını 861 acı düşündürdü. Hamdolsun şimdi o kadar günler geçti, Hatay ülkesi tekrar öz sahibine kavuştu ve Asi nehri, onun için, şimdi şad ve mes- ut akmaktadır. Antakya'nın meşhur çağlıyan- ları karşısında geçirdiğim tatlı he- yecanlı dakikaları da unutamam. Yalnız o anı tekrar tekrar yaşa- mak için Antakya'ya bir ikinci, bir üçüncü seyahatten de usanacak değilim. Sonra müzesinin zengin- liği de kayde değer. Ne nefis mo- zaiklerle dolu bir müze! Hiç bir tarih sahifesi, Antakya'nın bu mü- zesi kadar insana canlı bir ders veremez. Orada, bu kaybolmuş müzgik sanatının bir zamanlar ne hârikalar yaratmış olduğuna göz- lerimle şahid oldum. Antakya'ya gece karanlıkta git- tiğim için, Amık ovasıile gölünü, ancak iki gün sonra gündüz oto- mobille dönerken gseyredebildim. Mükemmel asfaltın sert virajlarla döne döne dağlara tırmanan yo- luuda otomobilin penceresinden aşağılara bakan gözlerimin önünde gittikçe bir harikalar diyarı açılı- yordu, Amık gölü sanki dağları çatlatacakmış gibi gittikçe geniş- liyor, kabına sığamıyor, bulutlara yükseliyordu. Biz de onutla bera- ber, göklerin ve bulutların mah- lüku olmuş gibiydik. İki saat sü- ren budağ yolculuğunun tadım unutamam ve imkânı yok hakkıyla anlatamam,Buna ya Piyer Loti'nin, yahut Refik Halid'in kalemi gibi bir kalem lâzımdır. Bu tabiat hay- metinin karşısında değme ressam- ların fırçası bile kolayca kımıldı- yamaz. Gerek Antakya'da, gerek İsken- deryede ve Adana'da mevsim, tam mânasıyla bahardı. Sıcak, tatlı bir hava ve insan belini aşan ekinler... Bütün o baharın sıcaklığından ve berraklığından sonra İstanbula ilk döndüğüm gün, tekrar sisli ve bu- lanık hava ile karşılaşınca, tabis- tan bu tezadina karşı doğrusu hay- retten kendimi almadım, Isparta, mütevazı bir şehir.. Daha doğrusu bir tâbirle büyük bir kasaba... Kadın ve çocuk, halı ip- liklerinin üstüne eğilmiş çalışıyor- lar. Fakat kazançları pek azdır. Bugünkü hayat pahalılığında bile gündelikleri en fazla yirmibeş ku- Tuşa çıkarılabilmiş.. Bunları dü- şünmek, ve bu fena hayat şartını biraz gidermek, diğer şehirlerdeki refahı bu kasabaya da getirmek lâzımdır. Yolda trende rastladığım Uşaklı bir Enmaş fabrikası sahibi ile konuştum ve ona amele yev- miyelerinin miktarını sordum. Ba- na cevap olarak: — En az yüz yirmibeş kuruş! Dedi. Zihnimi hâlâ bu muammanın içinden kurtaramıyorum. En az yüz yirmibeş kuruşla en çok yirmi bes kuruş arasındaki fark, tezad- ların tezadı sayılabilir. Ne yazık ki seyahat günleri- min sayılı olması yüzünden, vakit bulup da bu defa Isparta'nın bağ- larını göremedim, Bir başka fır- satta bunu kaçırmak istemem. Seyahatimde &on uğrağım İz- mirdi. İzmire gece yarısı varmış- tım. Ertesi gün Pazardı. Karşıya- ka'da misafiri olduğum bir dos- tumla beraber, şehrin bazı yerle- rini, bilhassa rıhtımı ile Fuar sa- hasını dolaştım. En son tam yirmi yedi yıl evvel gördüğüm bu çehir, Yarabbi, nekadar değişmişti ! Ken- dimi âdeta bir Avrupa şehrinde sanıyordum; İnkılâbın mucizesi bu: radan ne kuvvetle geçmiş ve ne derin izler bırakmıştı ! Şimdi, tekrar İstanbula döndü. güm şu günlerde, içimi güneş dolu hissetmekteyim ve ilk fırsatta bir Anadolu seyahatine daha can at- maktayım. Çünkü bir kere bu yo- la düşenler ve bu yola alışanlar, bir daha kendilerini bu zevkten alamazlar. Ve bu zevk, zevklerin en büyüğüdür. Ana yurduu içinde geçen günler kadar bizim milli imanımızı kuvvetlendirecek başka ne sihir vardır? Orta Anadoluda Ereiyeş'in heybetli destan manza- rası karşısında böyle düşünmüş- tüm, Torotları geçerken de, Ada- na'dan geçerken ve hele Aydın yolu ile İzmire gider ve Afyon yola ile dönerken de hep böyle düşündüm. Bu düşüncem şimdi, bir Türk olarak, hayatta eu bü- yük kuvvetimdir. Halid Fahri OZANSOY Köy Şiirleri — 293 inci Sahifeden devam — Şehir türediğile, köyün harsa bağlılığı arasındaki tezadı ne &a- mimi anlatıştır. Buz kesilir suyu taşın İç, erisin ibtirasın, Köyde vardır özü harsın, Gel gidelim köylere biz.. Köy güzelliğine olan hayranlı- gına ve köye kuvvetle bağlanışına devam olarak, köyü, ilmin naruna ulaştırmak için bizide köye çağır- maktadır. Onda postu köye ser- mek bir idealdir. “Terk edemem, den Davar sesi türkü bana, Köyde ölmek ülkü bana Oüle, güle yolcu sana, Ben köyümü terk edemem Şair, şimdi elde kalan illerimi- zin, Tunanın hasretini duymakta ve arzu ettiği istikbali, zamanın kucağından koparıp almak azmile coşup gürlemektedir; İşte gürlüyorum bugün en içten, Nasıl ayrılırmış Tuna, Meriçten, Anarken bu akşam seni de Sunam, Haykırdım Balkana «nerdesin Tunam ? Kelime ve şekle hakimiyet ba- kımından tarz, sevimlidir, Bazı kerre şekil aksaklığına rastlanabi- lirse de kulağı tırmalanaz, hattâ muniş gelmektedir. Alınan misâller M. U. Turanlı- oğlunun sanatını belirtinektedir, Yalnız, «Köy öğretmeni» ile «Ben» adlı yazılar, bizi inkisara uğrattı doğrusu. Bunların, şairin şahsiyetini arâ- dığı çağlarda yazıldığını tahmin ediyoruz. Şair, kendisini tanitmak ihtiyacında değildir. Zira, biz, onu iyice tanıyabiliriz, samimiyetini du- yurabildiğinin farkında değilmidir acaba ? - Neden, anlaşılmıyacağının üzün- tü ve korkusunu çekmektedir? Bu zorlamada o samimi havadan u- zaklaştığına üzüldük.. : Kitap, heyeti umumiyesile mem- leket duygularını duyan ve duyur- tan samimi bir eserdir. Müellifi tebrik ederken çıkaracağını vâat ettiği diğer kitapları için de başa- rılar dileriz. Hüseyin ULAŞ 299 — Servetifünnn — 2385