-— — e A şm | Stefan ZWEİG — PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇ | — Bu gibi bir hayatın samimi çev- resins dahil olduğunu zannedip te, onunu labirentinde dolaşmak; hisse- dilen elemin kaynağını keşfedip, kalbine yaklaşmak için icabeden yolu bulamamak, ne büyük bir ızurap yarabbi. Benim için en âcı olan şey, 0- nun vakitsiz ortadan kaybolnşla- rıydıs Birgün, kursa gittiğimde, bir ilândea şöyle bir şey gördüm: Pro- tesör Xin dereleri, iki gün müd- detle tatil edilmiştir. Taiebe arka- daşlarım, hiç te bayrete dükmemiş- lerdi. Fakat kendisini bir gün ev- vel görmüş olduğumdan, başına bir şey gelmiştir kaygusile bemen eve koştum. Halimin perişanlığını farkedince, karısı, &ilik bir tebes- sümle «Bu ekseriya böyle olur> dedi ve soğuk bir tavırla «Yalnız sen, onüt bu âdetini bilmiyordun» diye ilâve ettti. Hakikaten, arka- daşlardan, böyle gece vakti orta- dan kaybolarak telgrafla özür di- lediği, her zaman vaki olduğunu, öğrendim. Bir tarihte, talebe ar- kadaşlardan biri, ona sabahin şaa6 dördünde, Berlinin kenar mahbalie- lerinden birinde rast gelmiş; başka birisi bir taşra şehrinin adi bir meyhanesinde yüzyüze gelmişti. Birdenbire ortadan kaybolur ve nereye gittiğini kimse anlamadan tekrar evine dönermiğ. Bu esrarengiz yok olma bens bir hastalık kadar ıstırap verdi. İki gün büyük bir huzursuzluk ve şaşkınlık içinde dolaştım. Hocamın daimi mevcudiyetine slışkın oldu- gum için, dersler benim için mâ- nasını kaybediverdi. Karmakarışık ve sıkıcı tahminlerle bunalıyor; benim canlı bağlılığımı hesaba kat- mıyan bu münzevi adama kârşı içimde âdeta bir kin duymağa baş- lyordum. Hakiki bayatının kapı- 296 — Servetifünun — 2385 larını kapıyarak, bu adam beni, bir dilenci gibi dışarıda, sokak or- tasında bırakıyordu, Beybude yere, talebe ve âdeta çocuk olduğum için, oudan hesap gormağta hakkım olmadığını, hocam olmasına rağ- men, bana icap ettiğinden yüz misli fazla itimat gösterdiğini, ken- di kendime tekrar ediyordum. Fakat şiddetli ihtiranımın üze- rine mantığın hiç bir tesiri yoktu. Sersem bir çocuk gibi, günde on defa, gelip gelmediğini sormak için eve uğradım. Nihayet karısının gitgide şiddetlenen menfi cevapları karşısında bir nevi hüzün sezmeğe başladım. (ece yarısından sonraya kadar uyumıyarak ayak seslerini kolladım. Sabahleyin, tekrar sor- mağa« cesaret edemediğim için, ayaklarımın ucuna basarak kapı- sına yaklaştım. Tâ üçüncü günü, beklemediğim bir anda odama gi- riverdi. Hemen yerimden fırladım. O derece şaşırmış olacağım ki, yü- zünde fevkalâde bir hayret ve mahcubiyet gördüm ve alelâde bir kaç kelime teati ederken bile gşa- şırdığını farkettim. Yüzüme bakâ- mıyor ve bugün ilk defa alarak konuşmamız durgun ve ipsiz sap- sız bir cereyan takip ediyordu. Her ikimiz de ani kayboluşundan bah- setmekten çekiniyor ve bu sebep- ten takılıp kalıyorduk. Yanımdan ayrılır ayrılmaz içimi bir merak alevi kapladı ve intizar saatlerimle uykumu berbat etti. >» Hâdiseleri derinliğine inmek, onlara bir mâna vermek mücade- lesi içimi haftalarca kavurdu. Bü- yük bir inatla bu granit gibi ses- Rİz ve dert görünen, fakat ateg sa- çan kalbe karşı savaşa atıldım. Nihayet, onun iç âlemine girmek için özlediğim mes'ut saat, geldi. Bir akşam üzeriydi Birkaç saatten- beri yanındaydım. Birdenbire ho- cam kilitli bir çekmeceden Shakes- pearo'in bir takım sonet'lerini çı- kardı. Bunları alarak ilkönce ken- dim mânalarına ermeğe uğraştım. Sonra v, bana bu kısa, ve esrarlı gördüğüm mısraları, izaha başladı. Bahtiyardım. Fakat güzellik hazi- nelerini ruh ile bissederek gözleri- min önüne seren hocamın kelime tufanının zaptedilmediğine üzülü- yordum. Bugün bile “Theatre Globe ta- ribi, ni niçin bitirmediğini, nasıl olup ta sormağa cesaret ettiğime hayret ediyorum. Bu sual ağzım- dan çıkar çıkar çıkmaz, istemeksi- zin bâl& kapanmıyan müthiş bir yaraya acemice dokunduğumu kor- kuyla farkettim. Hemen ayağa kalktı ve bakışlamnı benden ayır» dı. Uzun bir süküt devresi devam etti, Oda karanlık ve sessizlikten bunalıyordu. Nihayet yarıma yak- laştı, gamlı bakışlarını gözlerime dikti vejtitriyen dudaklarile: «Ar- tık mühim işlerle uğraşamıyorum, her şey bitti; bu gibi işlere genç- liğin heyecanı lâzım» diye söylen- di. Sonra devamla: «Bundan baş- ka sebat gösteremiyorum. Neye saklıyayım, ben geçici anlârın & damı oldum, nihayete kadar daya- namıyorum, Evvelden fazla kuv- vetim vardı. Şimdi hemen hiç kel- madı. Ancak konuşmak suretile kendimden geçiyorum, yükseldiği- mi bissediyorum. Fakat sükünetle ve tek başıma çalışmağa muvaffak olamıyorum». Bu ümitsiz sözleri rubumu alt- üst etti. Derin bir ikna heyecanile, her gün öyle çömertçe saçtıklarını saklamasını, onları kaleme alarak muhafaza etmesini, söyledim. — Devami var —