e ———. a Hikâye ACI KAVUN sx — “Hayır; gözetelerde benim için yazılanlar... — Müsaade a mal Yalvaran bir gesi — Bakmasanız daha iyi eder- siniz... Dediği halde parmakları titri- yerek ve tereddütle onlar da do- laştı : — Mamsaafib... Ve gazetelerden kesilmiş küçük parçaları elime tutuşturdu. Bunlar, ne makale ve ne de onu medhe- den şeylerdi. İşte bir kaçından nümuneler : «Filezofluk taslıyan Hafız Hü- «söyin,dün....camiinde mukadde- «gatı inkâr eder bir viyzda buln- «nurken oradakilerin şikâyeti üze- «rine polise verildi.» «Halkı irşad edeceğim dye ea «ww. ©amlinin kürsüsüne çikan «ve orada Saçma sapan konuşan «serseri filozof Hafız Hüseyinin «mahkemesine dün başlandı. “..., Mahkeme salonu, bıncahınç «doluydu. Herkes, fllezofluk tas- «lıyan maznun Hafız Hüseyinin «mildafaanâmesini merakla dinli- «yordu. Hâkimin, mutad formalite: «den gonr&: «— Hem hafız diye çağırılır. «sip, hemde eami kürsüsünden «alelâcsyib konuşursun bu nasıl <iştiri Doğru muf «<Susline o, yine kürsüde bulu- «puyormuş gibi yüksek sesle an- dlatlı...> Yemi Neşripat : RADİESTEZi (Radiesthösie) Bu kitabın nesariyat kısmı pek meraklı olduğu gibi tatbikat kısmı da pek istifadelidir: Keselâ hasta- lıkların teşhisi, ilâçlarının tayini, tü aramak, maden veya define ara- mak, hattâ doğacak bir yavrunun erkek veya dişi olduğunu bildirir. İkbal, Mondiyal ve Ahimel Halid Kfap- evlerinde bulunur. M6 — Servetifünun — 2081 Tuğru DELİORMAN Bunları, berer birer okuduktan sonra yüzüne baktım: — İyi etmemişsin üstadım; fena yapmışsin bu içi... Ve bilhagsa cami bir kürsüsünden... O, gayet sâkin bir sesle konu- şuyordu. Biraz evvelki fırtına sus- muş, dalgalar uyuşmus, kara bu- Yatlar eriyip kaybolmuştu : Ben sâdece bir hakikati hay- kırmak için oraya çıkmıştım. Bir hekiksti... «Ey insanlar, artık, ah- «retle uğraşacak günler geride «kalmıştır. Dolu esatlerinizi böyle «yerlerde geçiriyorsunuz; yazık de. <ğil mi size!.. Unutmayınız ki, ha- «yatta, harcanacak boş zaman yok- «tur. Hatta, insan ömrü, mütema- <di faaliyet sarfedilee bile kâfi de- ağildir. Hangi birinizin sesine ce- «vap geldi şimdiye kadar, hangi bi- <rinizin $.. Söylediklerim, bunlara yakın şeylerdi. Başını salıyarak kâğıtlara daldı: — Ben, sâdece bir hakikati hay- kırmak istemiştim. Halbuki, ken- dilerini irşad etmek istediğim bu insanlar... Kaşları, yine çatıldı, ses, yine boğuk boğuk çıkmağa başladı; — .. Bunlar beni mahvettiler, Bu mevzuu kapatmak ve baş- ka sahslerda dedikodu yapmak, her halde daha hayırlı olacaktı. Hayatından sordum, Bir x8- manlar memurmuş. Yine bunâ ya- kın bir hâdise yüzünden mesleğin- den çıkarılmış, fakat o, yılmamış; aç kaldığı günlerde bile: “Halk için, halk için, diye bağırmın. Söz arasında, bekâr olduğunu da söy- ledi. — Ben, eshranın sıcak kum- ları arasında, belki bir gün vücu- ânmü kaybedeceğim. Fakat, ben olmiyeceğim dostum; ben cihan durdukça yaşıyacağım. “Figanlarım,, başlıklı dört eseri cedit sahifesi tutan manzum bir şikâyetnâme yazmış. “Figanlarım, dan daktilo ile kopya edilmiş bir nüshayı da be- na uzattı. kendisi ile tanışalıberi söylediklerinin hulâsalarım, burada manzum okudum, Zavallı türkçe, onun elinde, Nasrettin hocanın kuşuna dönmüştü, “Figavlarım, da da kendisinin, Türkiyede yegâne filozof Oolduğundan bahsediyor, hayatları işkence içinde geçmiş bir çok filozof ismi saydıktan ve bun- ların ne çekilde öldüklerini anlat- tıktan âonrs: “Olmasın akıbetim onler gibi Anlaşılsın hayatta benim değerim.,, Diye devam ediyor ve ikide bir müstebit olmadığını tekrar edi- yordu. Bütün bunların okunması, beni bir şaat kadar meşgul etti. Başımı kaldırıp ta rahat bir nefes sidığım sırada, gözüm, kapı tarafına ilişti: -İçeriye, karpuz gibi üstüste yıjhl- mış başlar uzanmıştı. Kompartı- man, ağzına kadar doluydu. Hepsi, âdeta büyülenmiş gibiydiler. Hafız Hüseyinin bana verdiği izahatı bir ilâh dinler gibi saygı ile dinli- yorlardı. Filozofun acıklı sergüzeşti, onlar âa mubakkakki derin yara- lar aşmıştı. Kendi kendilerine : — Ülen, bu büyük sdams ne ola ki kıymışlar... Diyorlardı belki. Hepsinin göz- lerinden bu ifadeyi okumak müm- “ kündü. Tren düdüğü tiz tiz öttü; biraz sonra bir istasyonda durduk. Bu- rası, karanlık ve sessizdi. Hareket çanı çalıncıya kadar, biz de sükün içinde uyuyan ovayı dinledik, Üstad ; — Susadım, yabu şurada su bulmak mümkün değil mi? Diye etrafına bakındığı sırada tren kalktı, Fakat, bizim kapıya karpuz yığını gibi dolmuş başlar, onun bu sözü üzerine derhal hs- rekete geçtiler. Birkaç kişi dışarı fırladı. Biraz sonra gelen cevap: “Hiç bir yerde yok, oldu. — O kadar da susamıştım ki... Yine herkes birbirine bakındı. Yuvarlak yüzlü, basık burunlu, sakalı uzamış kırklık o. adam: — Kavun vör emm Diye mahcup aiiiip Söylendi. Üstad, derhal ona döndü: — Getir yahu, getir be kar- deşim., Biraz sonra Üstadın önüne bir değil, altı kavun sırslanmıştı. Bu adamlar faaliyete geçmişti artık. Kimisi bıçağını kınından sıyırmış