v7 İ Henry BORDEAUX FRANSIZ EDEBİYATINDAN : ÜÇ İNGİLİZCE KELİME Çeviren Mary de Laurane en gözde aşı- ğı Jean Söravel'e sordu: — Üç ingilizce kelime mi öğ- rendiniz ? Benim hoşuma gidecek üç İngilizce kelime ha? Tebessüm etmekte olan Jean: — Üç kelime, dedi? Üç kelime- den bir fazla değil. — Derhal öğrenmek istiyorum. — Yoo.. şimdi söyleyemem. Ortalık kararırken söylersem dahs iyi olur. Monireuz vapuru Cenevre lima- nından ayrılıyordu , İki genç üst güvertenin gerisinden, yakıcı Ağus- tos güneşinden dökülen altın zer- recikleri arkasında şehrin uzakla- yışını seyrediyorladı. daint-Pierre katedralinin kurşuni renkli davar- iarı alev alev yanıyordu. — Baş tarafa gidelim, dedi Mary. Orada daha rahat oluruz. Alessan- dro orkestrasının Mavi Tuna'yı çal- mağa hazırlandığını işidiyorum. Daha rahat oluruz, demek, yak mz kalırız, demekti. Genç kız babast ile birlikte se- yahat ediyordu. Doğrusunu söyle- mek lizımgelirse, babası taciz edici babalardan değildi. Yaşlıca olms- sına rağmen çok genç kalmış, süsüne pek düşkün bir adamdı; şimdiki halde ise, birisi oldukea güzel üç kadına kur yapmakla ıneşguldü. Genç kız önde, delikanlı araka- da, gölün mavi sularına veya ye- gilliklere gömülü sahillerdeki villa- isra bakscakları yerde, çoğu Bas- deker okuyan veya küçük kaşık 248 — Servetifünun — 2381 3 anzsacns Fuat OKAY ; darbeleriyle, rengârenk ahndudu ve kayısı dondurmealarına sinsi sin- si saldıran turist kalabalığı arasın- dan yürüdüler, Genç erkek, kızın peşinden gi- derken, onun hareket etmekte olan vücudunun lâtif kıvraklığını, beyaz ensesini ve kestane rengi gür 8aÇ- larını bir defa daha takdirle &gey- retti. Beyaz fanela bir rob ve ge- Diş kenarlı bir şapka giymişti. Er- tesi gün, yazı geçirmek üzere otur- makta bulunduğu evin şehrinden ayrılacağını ve çılgıncasına sevğiği bu güzel çocuğa veda etmek ce- saretini kendinde bulamadığnı dü- gündü. Etrafı bir dinleyici halkası ile çevrili çaigıcılar gurubunu geçerek, geminin baş tarafına vardılar. Bi- raz sonra Mary, Jean's döndü ve baygın bir sesle: — Haydi söyleyin bakalım. — Neyi? — Üç ingilizce kelimeyi; bura- ya onun için gelmedik mif Cesaret vermek için delikanlıya tatlı tatlı bakıyordu. O gene tebes- süm etti: — Zannederimki orkestra için gelmiştik. . Genç .kız alaycı: — Tabii orkestra için, dedi. Ve birdenbire kollarını kaldıra- rak, iki eliyle, kenariarı rüzgârdan eğilen şapkasını tuttu. Delikanlı : — Kendinize dikkat edin, dedi, bir martı gibi havalanacaksınız. — Oh! aiz beni yakalarsınız! -— Hem de iki elimle, Sizin şapkanızı yakaladığınız gibi. Kız mevzuu kaybetmiyordu : — Çabuk olunpz; üç kelimeni- zi bekliyorum. Fakat, bu cümleyi söyliyebil- mesi için gâyret sarfetmeğe meo- bur oldu. Delikanlı, düşündü: «Bu neşeli keman sesleri ara- sinda bile söylemeğe cesaret ede- miyorum,» Hileye saptı * " — Rüzgâr alıp götürür. Bu üç kıymetii kelimeyi hiç kaybetmek istemem. Biraz sonra yaveşon SÖy- liyeceğim. Genç kız yalan nedir bilmiyen duru gözlerini erkeğin üzerine dik- ti, Sustular; sanki kendilerini :w#i- sin hafif ritmine koyuvermişlerdi.' Halbuki dinledikleri müzik bu de- ğildi; bu müziğin ahenginde eski bir şarkıyı dinlişorlardı. Mary, önlerinde küçük bir deniz gibi uzayan ve genişliyen suları uzaklarda solgun bir renk, #ltin renkli bir sis içinde belirsiz sahil- leri kucakliyan gölü seyrediyor gi- bi görünüyordu. Hakikatte ise, İ- çinde bulunduğu şeyden şaşırmış olarak kalbine bakıyordu. Ogüne kadar kendisini hayatın akışına bırakmıştı. Hayat onden hiç bir çehit, hiçbir fedakârlık bek. lemediği için, nasıl bir nimetten istifade etmekte olduğunun farkında bile değildi. Kolay yaşamanın mi- yoplaştırdığı gözlerinde, kâinat, «- gıklarını meşgul eden mesut bir