Yazan : Const. ..40...0 sa0vs00 ENE K RO SK O P Maria güldü ve başını iğdi. Yak» laşan bir orkestra gibi yükselen mü- siki bir hisle tahkim eden en- dişe ağzını kapatıyordu. Geç cevap verdi : — Ben de... Teofil başını iğdi. Ateşli, kibar ve yumuşak parmaklarını okşadı. Asistan derhal Öfelia'nın bütün par- maklarını süsliyen yüzüklerini ha- tırladı. Maria da bir tane bile yok- tu. İçinden ,zevk meselesi” dedi. Yolun nihayetinde durdular. Ar- kalarındaki ışığa ve çiftlere baktılar. Teofil kendini ebeveyni gibi tered- dütsüz dinliyen bu kıza kendi hak- kındaki düşündüklerini sormak isti- yordu. Bütün insanlar bir değildir. Bazıları münakaşada bulundukları- nın yüzlerine karşı hissettiklerini, intibaklarını anlatirlar bazıları ise bilâkis her sözü bir gramofon plâğı gibi alıp başka muhitlerde hem in- sanı hem de fikirlerini tenkid eder- ler. Birine hakkındaki iyi veya kötü düşündüklerini söyletmek gayet güçtür. Fakat Teofil Amaru bunu is- tiyordu; iyi veya kötü onun kendi hakkındaki kasdini duyunca rühen ferahlamış, cesaret ve kuvvetini bulmuş gibi olacaktı. Ofelia ona “cameleon, demişti. Acaba Maria ne düşünüyordu ? İki mânalı bir sesle: — Fikirlerim hakkında ne dü- şünüyorsun ? diye sordu. Maria geniş göğüs geçirdi, Elini göğsüne dayıyarak, Teofil'in gözlerine baktı ve: 106 — Servetifünun — 2343 ha Çeviren : Cavit YAMAÇ — Ne söyliyebilirim ki... dedi. Bu cevap Teofil'in işine gelmedi. O Maria'yı kendinin bu sahadaki bü- tün imanlarını" tepeleyip hiç bir işe yaramaz gibi fikirlerini beğenmeyip çekineyeceğini zannetmişti. Veya yeni harikulâde yeni, bir fikir ile onun söylediklerini cezalandırmalıydı. — Bir şey söyle! Bir fikir! Fi- kir beyan etmiyen insanlar kanat- sız kuşlara benzerler, dedi Teofil. — Bir kuş olmağı ne çok ister- dim. — Lâfa bak! Söyle efendim... İşitmiyor musun ? Maria gürültü ile güldü. Teofil'in sinirlenmesi kendini daha iyi tanı- masına yardım ediyordu. Kolundan tutarak : — Oturalım ! dedi. Karanlığın enginine yayıldıkça gözler geniş göğü kucaklıyordu. Alevli bir hayalin şiir havasi bir rüzgârın mavi kanatlarını suyun üze- rinde dolaştırıyordu. Ağaçlar saçlarını suyun berrak kenarlarında yıkıyorlardı. Meçhulü tarassut etmek için bir kayık, bir kuş gibi geçti. Otururken Teofil inad ederek sordu : — Söyler misin, söylemez misin? — Tabiatın her köşesinde neka- dar güzellik hovardalığına rastlarız... — Senden bunu sormadık.. dedi Asistan biraz nefretle. —Tabif hayır, tabii bu değil! Bunu soramazsıni Biz, size kendimizi an- latmak için neler yapsak, bu cihette de nekadar terbiye versek - boştur | Çarpan bir acayiplikle bana hakikat gibi görünen bir şey var: Biz ken- dimizle bile samimi değiliz... Bu benim fikrim... Bir kadının yazdığı bir romanı oku, göreceksin ki hiç bir zaman sona kadar eremez, her şeyi söyliyemez çünkü samimi de- ildir. Onun yanına Tolstoy veya Gib Mihaescu&u oku o zaman fark uçurumunu anlarsın. — Ne demek istiyorsun ? -- Pürüzsüz, çıplak niyet, eserin başından sonuna kadar idare eder. Tabir ki kahramanlarınıda. Beri ta- rafa gelip kötü, sahte, fifilin haki- katinden uzak hadiselerle karşıla- şılaşırsın... Sana söyledim: Bunlar şahsi fikirlerdir. Biri, kadının haki- katı söylediği zaman yalan ve ya- lan söylediği zaman en büyük ha- kikati söylediğini iddia ediyordu. Bu kelime oyununun bu meseleyi güzelce hallettiğini görmiyor mu- sun ? — Öyleyse siz, kadınların, söy- lediklerinden hiç bir şeye inanma» malıyız... dedi Teofil onu kucak- lıyarak : —İşte büyük sırda burada ya za- ten | İnanmamanız icabediyor. Ma- mamafih biz inandırmak, vahşileri uysallaştırmak, hayatı aldatmak için yaratılmışızdır. Teofil iki elile onun başını ya- kaladı ve öptü. Kız ona daha çok sokuldu. Tıpkı koruyan kanatların altında gizlenen kırlangıçlar gibi... Uykudan uyanır gibi kendini