Bir bakışta Teofil, Ofelyanın gelmediğini anladı: Bir çeyrek saat daha var. Ofelia tramvayla gelir. Biri : — Filul, diye bağırdı. Taşradan eski bir mektep arka- daşı, onu bir iki senedenberi görme- mişti. Yaz günleri Teofil Avrupa- daki hastanelere pratik için gidi- yordu. Arada sırada bir Noel veya hem- şiresinin isim gününde taşraya eve uğruyordu. Meşguliyeti onu burada Bükreş'te bağlı tutuyordu. — Karım... Teolil nezaketle iğilerek elini öpti. Bayan memnuniyet dolu göz- lerle öna baktı. — Demek evlendin Ghitza? Bel- ki çocukların da vardır... Eğer... Kadın alnında bir teessüfün işa- retini belitti: — Hayır, çocuklarımız yek... Çünkü o istemiyor. Daha sonra diyor... Seneden seneye beni böy- lece atlatıyor... İhtiyarladıktan son- ra onlarla ne yapacağız? Siz ne dersiniz Bay Teofil ? — Ne bileyim ? Fakat kimi bek- liyorsunuz ?. — Baldızımı... On da randevu- muz var... Şimdi gelir. Güç bir provada galib gelen biri gibi o an gözlerinde muvaffakıyet işaretleri taşıyan bir esmer kız yaklaştı, Birkaç gün için oda kiraladıkları yakın otele kadar onları götürdü. Burası duvarları yıpranmış ışığı zayıf fakat pahalı mobilyalı bir yerdi. Asistan, buraya her adımda salla- nan tahtalarda döşenen bu uzun koridordaki tablo zenginliğine şaştı kaldı. Sonra ufak tefek, köylerini müteallik meselelerden bahsettiler. Onlara mahsulü, hayvanların güzel- liğini ve kendi ile akran delikanlı- lardan haberler sordu. Her ikisi de derhal izahat veriyordu: dostça kat'i... Biraz bozuk tremolu bir tenor sesile : — Allahaısmraladık, gidiyorum! Diyerek onları şaşırttı ve lâkayt bir tonla Ghitza'nın baldızı Marla'ya: — Siz daha kalacak mısınız ? diye sordu. Maria o âna kadar muhafaza ettiği sükünetten vaz geçerek, onu siyah ve iri gözlerile süzdü, ve bu yakın akrabalarının yanında hisset- tiği bütün mahcubiyetini yenerek mubalâgalı bir sevinçle : — Bende geliyorum! dedi. Sokağa inince, kaldırım boyunda yürürken Teofil adımlarını sıklaştırdı. Dostlarına bu kadar sâkin bir halde sânki hiç bir işi yokmuş gibi nasıl refakat ettiğine düşünüyordu. Sanki gelecek an onu hiç te alâkadar et- miyormuş gibi bir sürü de şakalar yapmıştı. Olfelia'yı, bugün unutmamaya and içmesine rağmen yine unutmuştu. Sözde ona bugün laf söylemek fır- satını vermiyecekti. Bu fırsat tabil yokolmuştu Ofelia için o yine “Ca- meleon,, kalıyordu. Gözlerini yum- du. Kirpiklerini acıdıncıya kadar sıktı bir su şelâlesi gibi akan bir hırs kendini kemiriyormuş san- ki, dişlerini sıktı. Maria kolunu yakalıyarak : — Ne yapıyorsun? diye sordu. Teofil cevap vermedi. Bir Ba- yan için çok büyük olan adımlarla caddeyi aştılar. Bir avlunun kena- rında oturup anlatan çoçuklar bu aceleciler geçinciye kadar ayağa kalkıp böylece kaldılar. Sonra yine yerlerine döndüler. eofit'in kafasında Ofelia'yi yine aldattığı fikri bir cıvata gibi dönü- yordu. Bu defa yine haklıydı, tıpkı büyük bir toplantıda ona nişan yüzüğünü takdim ettiği zaman red edince Ofelia'nın “şahsıyetsiz, dedi- gi günkü gibi. Acele etmeli! Ofelia hep oradadır. O, onu tayin ettik- leri zamandan bir saat daha çok beklemeğe alışmıştı. Ona belki bulvarda rastlar, Tesadüfler çok sürprizler gizler. Sıcak elini elinde tuttuğu kıza: — Haydi, daha çabuk! diye yalvardı. Maria, şaşkın şaşkın; — Yürüyemiyorum! diye mın danabildi. Ona bir şey söylememişti. Hiç bir itirazda bulunmamıştı. Böylece hiç bir şeyden habersiz, sanki treni kaçıracakmış gibi onun arkasından koşuyordu. Maria onu fakülteden tanıyordu. Fizioloji profesörile daima beraber gider, diseksiyon, lâboratuvar, vazl: felerini tashih ediyordu. Hürriyet arkasından koyuverilen bir tebes- süme benziyen tebessümü için onu takdir etmişti. Maria Potcoava, pro- grama uymıyan ve meslekinin hu- dudlarını tanımıyan bu faik adamın karşısında içinde bir sıkılganlık ni- Marlin Elektriğin katranı, bilhassa şim- diki gibi uzakta olduğundan elbise- lerini ve yüzlerini boyamıştı. Kaldı- rım dar ve asfalt ayakkabı pençe- leri gibi eskimiş. — Nereye ? — Nereye gitmek istiyorsun ? Ve kız elini onun omuzuna koyarak göğsüne doğru yaklaştı. Teofil durdu. Bunca zamandan» beri kolunda yürümüş olan bu meç- hule ondan hesap istiyordu. Öyle bir cevap ki bunu kendi kendine bile veremezdi. Üniversite asistanı Teofil Amaruyu bu siyah gözlü kız kendine gösterdiği bu alâka ile çekiyordu, Girdikleri parktaki serinlik alınlarındaki teri yumuşak bir havlu gibi siliyor. Sâdece iki kişilik olan patika sağdaz aşağı doğru iniyorlar. Bir iki taş basamak daha çok karanlığa doğru gidiyor. Ağaçların sık yaprakları arasından uzaktaki fenerlerin ışıkları güçlükle görünüyor. Bu öyle mor bir renkki daima rastlanmaz. Arada sırada mürettep plânları olan birinden kor- kan bir kuş gibi uyuyor sükünet, Teofil yine durarak : — Benimle neden geldin? diye sordu. Ofelia'nın kendini beklediği sinemaya derhal gitmek fikrinden vazgeçmişti. Bugün belki Öfelia'ya misafirler, akrabalar filânlar geldi ziyaretede,o da bunları terkedemedi. Böyle şeyler daima olur, Onun davetine derhal icabet et» miş olan Maria bunu izah etmek için : — Bak... diye kekeledi... Asis» tanın böyle bir süal soracağını ne- reden bilebilirdi... Onun her şeyi anladığına hükmediyordu. — Ne söylemek istediğini bili yorum... Beni sevdiğini biliyorum... Beni sevdiğini söylemeğe niyetlenis — Lütfen sayıfayı çeviriniz — 95 — Servetifünun -—- 2942