118 SERVETİFÜNUN No. 7984—574 BİR HİKÂYE ESKİ ARKADASLAR ZUN yıllar daşrada yaşa- i mış bir eski mektep arkada- şıma raatladım. Hâli vakti yerinde idi. Göbeklenmiş, şakakları beyazlanmış gözlük tak- mış ve gözlerinin parlaklığı sönmüş- tü, Evvelâ birbirimize garmaştık. Baki günlerden canlandırmağa ça- lıştık. Dikkat ettim, gülüşü yirmi sene evvelki gülüştü. Maziyi anla- trken maziye daldıkça bu değiş- miş, hırpalanmış yüz maskesinin altına biriken geçmiş günlerden olduğu gibi canlı konuşuyordu. Hele el hareketleri içinde bir kaçı vardı ki, hâlâ o yirmi sene evvel- sine âiddi. Fakat bundan başkası hep değişmişti. Konuşurken kullan- dığı o memuri ağzı, cümlielerindeki kurnluk bunlar bana yabancı idi. Bunları bazı garibsiyor, bazı istihfaf ediyordum. Mazi bahsine kanıksamıstım. Evet, gençlik güzel- di. Fakat madem ki, yağıyoruz, şu halde gençlikten daha iyisi içinde buluuduğumuz anda mevuddur. Gençlikteki abdallıklar, kabalıklar, şuursuz mahrumiyetler, her çeşid ge- riliklerin anlatılmağa değeri vardı. O günlerin çoğunu yüzümüz kızar- madan hatırlıyamayız. Asıl bugüne gölelim. Beki arkadaşımla birer sigara yakmış, savurup dumanlar!- na bakıyor ve her birimiz kendi &lemimizde düşünüyorduk. Ben onun anlattıklarına mukabil |âf bulamıyordum. Hâlâ ihya ettiği hatıraların veedi içinde idi. Süküt uzadıkça benim huzurum kaçıyor, arkadaşım da içinde canlanan yeni hatıralara tatlı tatlı gülümsüyordu. O saatte söze başlaması bir felâket olurdu. Anlattıkları dedim ya, ar- tık beni sarmıyordu. Onun için ben şöze başladım: — Yahu, çoluk gocukünn ne İri- ber? — Ooo... Kaç İhne istersli. Biliyorsun ki, ilk memuriyetim (4. .) Müddeiumumiliğiydi. Ha- © Yazan: Yunus Kazım KÖNİ tırlarsınya. Orada bakdım, bekârlık olacak iş değil. O zamanlar da şimdiki gibi liberte değildi. Valdeyi yanıma getirtdim. Rahmetli evlene- yim diye tutdurdu. Kısaca bir zabit kıziyle evlendim. Ondan şimdi lisenin son gınıfında bir kızım var. Pek severim. Ama ne akıllıdır. Ben onu okutmıyacaktım. Çünkü güzel ha. Kocaya varsın, adam sende diyordum. Ama kız yaman çıktı. Okuyacağım diye ayak dire- di. Ne yaparsın kız çocukları de- âiklerini yaptırırlar. — Başka çocuğun da varmı! — Dört tane daha. Oğlum, millete evlâd! Anlayormusun! Ama bu çocuklar ilk karıdan değil. O Muş hâkimi bulunduğum gene, demek ki. Şeyh Said isyanından sonra... Söyle bakalım kaç sene olmuş... İşte o sıralarda öldu. Ne yaparsın, bekâr kalınmaz a. Fvlen- dim. Bunu sana anlatayım. İstan- bula geldim. Teyzemde misafir idim. Çengelköylüdür. Bir gün o saziyeti açi. Çengelköyünde emlâk akar sahibi bir Hacı Atıf stendiler vazmış. Hep kızlarını iyi yerlere overmiş iş şimdi bir kızı da muallim mektebini bitiri- yormuş. Sana istiyelim mi, dedi. Hiç durma, dedim. Benim yaşım 3b, kız yirmisindeymiş. Ne alâ, ne alâ. Hem de münevver. Zaman da değişti. Daşralarda soayete hayatı da başladı. Bekâr gitsen itibarın yok, Beki tertip bir karısı olmak. O, bekârlıktan fena. Sözün kısası yazin Vekâletten bir izin daha alıp İstanbula gelmiştim. Kız mek- tebini bitirmiş. Beni bekliyorlardı Evlendik, gitti, Bizim hatun bir müddet muallimlik etti. Karı, vaz geç, dedisem de olmadı. Ben 0 zamanlar sık sık memuriyet deği- şiyordum. Nihayet Trabzon Ağırce- za Reisi oldum. Maaşlar epice yük- seldi. Beş sebe oluyor. Karıda hocalığı bıraktı, ben de kurtul dum. Erzurum Müddeiumumisi iken garib bir şey olmuştu. Bak anlatayım. Efendim, Valinin karısı bizimkiyle atışmış. Sebebi bizimki- nin öğretmen olmasıymiş. Valinin karısı ona gırf müddeijumumi karısı olduğu için gelmek mecburiyetinde- ymiş. Yokaa öğretmen sıtatile Vilâ- yetin tâli bir memuru imiş. Halbu- ki Vali karısı olmak itibarile ancak eşraf ve erkân memurin ailelerinin vezinelerini iade edebilirmiş. Lâf buradan çıkmış, vay sen mnaHim- leri hakirmi görüyorum, diye almış, yürümüş. O sırada muallim maâaşlarıda verilmiyor. Hâdise alev- lenmiş. Bizim hanım bir taraftan meslekdaşlarını kışkırtıyor, Ne de olsa Müddeiumumi kocasına güve- niyor. Vali bir iki defa aleyhindeki propağandaların kabahatın bizim karıda olânğunu iddia etmek iste- di, ama banş ona omuz silkip geçtim, Arkadaşımın anlatdığı bu taşra dedikodulardır tatşız şeylerdi. Boş bir çalım, hedefsiz bir “çekişme ve neticesiz nüfuz ve kudret yarışı, Fakat ömürlerini hep bunlar öldü- rüyordu. Benim egşnediğimi görün- ce o da beni isticevaba kalktı; — Ya sen, sen nelerle meşgul- sün, ; — Benmi, ben hâlâ eski ha mam eski taa, — Dünyalık nasıl? :