—..... —. E BE HANIM Yazan: MUSTAFA NİYAZİ Ü, ne tahtakurusu böyle ?. Or- du, sanki ordu.. — Bak biri yastığın üstünde.. Biri de tahta yarığına kaçıyor. — Mandaya dönmüş kan eme eme.. Tahta yarıkları, kovan gibi.. İnsan pis müsibetleri oğul veriyor sanacak.. Hürmüz teyze, gaz lâmbasınt biraz yana eğerek tahta oyuklariyle ii tutuyor, tahta kurulan sı- cağı duyar maria alevli şişenin içine düşüyorlar — Dam —— yatsak.. — Sabaha karşı ciğ yağar.. Üşürüz sonra.. Hem sabah ayazı insanın ciğerini düşürür alimallah.. — Burada da kalırsak, tahta kuruları eme, eme damarlarımızı kurutacak.. Hoş sana viz gelir ya, kan tulumu. Teyze, uykusuzluktan kızaran şiş gözlerini devire devire ters ters 1. m kepazelik/. diye homurd Melek, ye katıla gülüyordu: — Öğle ya teyze, hani şişman- liğinda gözüm varsa gözüm çıksın. Fakat bütün yer yüzünün tahtaku- ruları senelerce emseler bitiremez- ler. Eğer ben de senin gibi olsam, şu zavallı mahlüklara, kanımı bol bol sebil etmekten çekinmezdim. Hürmüz teyze, başını gördüğü işten kaldırmadan söyleniyordu. — Gene çiroz, maskaralığın üs- tünde. Sabah yaklaştı, biz daha uyuyacağız. — Ne yapalım ?. Kasabaya fili, pire tozu ısmarladık, daha gelmedi.. -— “Gelmedi, diye oynıyalım mı? Soytürk edeceğine gel, yardım et. “Melek, Li bir kahkalin sağna- ğına tutulmuşt — Hani & gaslte biri gelip içeriyi dinlese o &bw karının dedi- SERVETİFÜNUN kodularına inanmamışsa bile ina- nacak, — Aman teyze, köy benim için düşünürse düşünsün, vız gelir. — Öyle, öyle Kahkaha şeridi yeniden tutuştu; katılırcasına gülmeğe başladı. Bu haliyle, bir dul kadından daha çok, on sekizine henüz basmış ufak te- fek delişmen kızlara benziyordu. Gecenin sabaha yakın saatle- rinden biriydi. Gecenin ne kadar ilerlemiş ol- duğu kestirilemezdi. Karanlık ba- sar basmaz ortalıktan el, ayak çe- kilmiş, derinden derine köpek ulu- maları, inek böğürmeleri gelmeğe başlamıştı. Ve bu böyle sürüp gi- diyordu. Uzaktan uzağa horoz sesleri du- yulmakta, biraz aşağıdaakıp giden çayın şırıltları, bu basık köy oda- sına - kurbağa yaygaralarıyle be- raber - dolmaktaydı. Ortalık o ka- dar sessiz ve o derece ıssızdı. Melek, hala gülüyordu. Yaşa- mağı artık böyle telâkki etmeğe başlamıştı. Belki, bunda çok yakın- da geçmiş şeylerin büyük bir payı vardı ?. Pekmezçi'ye geleli, bu ay da geçerse, tam dokuz ay olacaktı. Bir yıl önce boşandığı kocasını hemen unutuvermiş, bir daha adını bile anmamıştı, Hâlinden göründüğü gi- bi memnun muydu, yoksa kahka- haları ardından böylemi görünmek istiyordu? Bu köye onu unutmak için mi gelmişti ?. Hürmüz teyze'de zaman zaman bir kıymık parasının bile bir ilgisi O Ne. 268—578 5, olduğunu, çiviler sökülsede yerle- riuin bir kalacağını düşünür, yara- flasterlerini sökerek halâ işleyip iş- lemediğini anlamak isterdi. y Pekmezçi'de “Melek, ,ten başka bir ebe daha vardı. Yerlile bu iki ebeyi ayırmak için birine “Ebe ha- nım, ötekine “Ebe nine, diyorlardı. Ebe nine, kınalı saçları, oyalt çenberi ve gök feracesiyle alayir bir ebe tipiydi. Melek'i hiç çeke- mez, önüne gelen yerde açar ağ- zını, yumardı gözünü: — O, Ebâanım dulcuğu ebe de- gil yosma yosma.. Hiç kadınca kadın genç yaşında kalkarda gur- bet ellerde yek at, yek mızrak do- laşırmı ? Yanındakine ko “teyzem, diye dursun. Allahın bildiğini kul- dan ne saklıycakmışım.. Ne yalan diyem.. Ben işkilleniyom.. Eğer o kapatma kılıklı karıyı yirmek isti- yorsam iki elim iki yanıma gesin. Neme gerek bayırın yosmasından ötüre küna girem? Dul kan bu. Karamanın koyunu, ergeç çıkar oyunu.. Beni “dediydi, dersiniz. Görün, bakın.. Kokusu eninde, so- nunda çıkmazsa aha şure yazıyom. Ve parmağile, duvara bir şey yazar gibi yapardı. Bu ağız Meleğin en masum ha- fifliklerinden, büyük #uçlar gibi bahsetmesini ustalıkla becerebili. yordu. Matta genç dul ebe hanım asirrda bir aşna fişne oidiğümü da ortaya atan o değilmiydi 7. “