No. 2219-3934 UYANIŞ ki 235 TİZTRO | N 3) ZARA Şehzadebaşı ve Ertuğrul Sâdi Tek Yazan: Hüsameddin Bozok Türkiyede ciddi bir tiyatronun, resmi veya hususi bir himaye görmeden yaşamasına imkân göremiyoruz. Burada ciddi tiyatro tâbirini; ken- di sanat haysiyetini her şeyin üstünde tutan, şaklabanlıktan ve para hırsından uzak, zayıf veya kuvvetli daimi bir sanatkâr kadrosu bulunan bir tiyatro yerine kullanıyorum. Böyle bir tiyatro olmak vasfını ancak İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda bulabiliriz. Halk Opereti bile bu tip tiyaro olmaktan oldukça uzaktır. Niçin İstanbul gibi kalabalık, canlı ve en medeni şehrimizde ciddi bir tiyatronun #wbver- Hon'suz yaşaması kabil değil ?.. Busual, hariç. ten kendimize sorulmuş gibi cevap vetmeğe kal- kışmaktansa, bu mühim meseleyi tiyatro ile alâkadar mmünevverlerimize bir kere arzetmek daha faydalı bir hareket olur. Burada Ertuğ- rul Sadi Tek Tiyatrosu'nun hazin âkibetini bir sanat aktüalitesi olarak bildirmek isterim. Zira Ertuğrul Sadi Tek Tiyatrosu'nun, Tak- simdeki kendi müstakil tiyatrosunu bırakıp Şeh- zadebaşına “Turan Tiyatrosu binasına geçmesini, basit bir yer değiştirme meselesi sayanlardan değiliz. Taksimde müstakil olarak çalışan bu sanat teşekkülü, Şehzadebaşında kantoların, «Ses kraliçelerinin», Çinli varyetecilerin ara- sina gömülmekle istiklâlini ve sanat haysiyetini kısmen olsun kaybetmiş demektir. Kantocu kız- ların boğuk seslerinin kulaklarda bıraktığı uğul- tu devam ettiği bir anda «< Hamlet > seyretmek hem pek tatsız hemde büyük Shakespearezin ruhuna saygısızlık olur. Ertuğrul Sâdinin şahsiyeti üzerinde hiç bir an tereddüt etmedim. Ertuğru Sâdinin Othello'da ve Hamlet'te eşsiz olduğu gibi İago'yu da o- nun kadar kudretle temsil edecek Türkiyede baş- ka kimse yoktur! Onun, «Unutulan adam»ı bir avuç imkânsızlık içinde nekadar muvaffaki- yetle sahneye koyduğu da hatırlardadır. Bu derece kuvvetli bir sanatkârın bu mev- sim başında hiç yoktan bir topluluk vücude getirerek OTTaksimde kendi başına bir ti- yetro açtığını görmüş; ve bu faaliyeti, gerek 'Türk sanat hayatı için, gerekse memleketin münevver tabakası için bir kazanç telâkki et- miştim. Ertuğrul Sadi, Beyoğlu gibi kalabalık bir muhitte, sinemaların, pastahanelerin, çalgılı meyhanelerin geceyarılarına kadar dolup taştığı bir yerde bir mevsim tutunamadı. Buriç'atin acısını kalbimde duya duya Ertuğrul Sâdi'yi bir kere de Şehzadebaşında seyretmeğe gittim... Aktör Kin'in ıztırabını hakikaten duyan ve duyuran sanatkâr, meğer sen ne bedbalıt, ne zavallı imişsin | Maksadı sadece fındık fıstık yiyip kantocu kızların baldırlarını seyretmek olan o kalabalık karşınde aktör Kin'in iç âle- mindeki inhidamları, kaynaşmaları anlatayım diye beyhude yere kendini harcadın durdun... Sen tıpkı Andre Gide'in bahsettiği «Çöl ortasında kendi kendine konuşan adam»a benziyordun... Bu temsil esnasında Ertuğrul Sâdinin kadro- su, Manakyanın ve aktör Bürhanettinin'in bir- kaç mukallidinden ibaretti; piyesteki genç deli- kanlı rolüne çıkan, ayni sahnede biraz ev- vel açık saçık (oşarkılar okuyan bir kantocu kızdı ! Bütün bu yoksullukların ortasında Ertuğrul Sadi'nin nevmit olacağını ve Shakespeare'in ölmez kahramanı gibi: «Ey fazilet, sen kuru bir kelimeden ibaret imişsin » diye bağıracağını zannetmiyorum. 1932 de Raşit Rıza'nın Şehzadebaşında zen- gin bir kadro - Ertuğrul Sâdi, Vedad Ürfi, Nurettin Şefkati, Yaşar Nezih, Avni, Fatma, Dürnev - ile kurduğu tiyatro dağıldıktan sonra Ertuğrul Sadi kendi ekipini bugüne kadar ya- şattı. Hattâ onun bir zamanlar Sovyet Rusya, İran ve Irakta da muvaffakiyetli temsiller ver- diği kulağıma çalınmıştı. Kendini bu derece san'ata veren .bir sanankâara bedbin olmak ya- kışmaz.