ük. imi No. 2136—451 UYANIŞ Bogaziçinde Bir Güm... Yazan: Halid Fahri Ozansoy Eski yıllara, çok eski çocukluk yıllarına dönüş, insan için bazen bir ihtiyaç halini alıyor. Nasıl ki böyle şiddetli bir arzu geçenlerde beni de Boğaziçinin Ana- dolu yakasına sürükledi. Beylerbeyini, Anadoluhisarını ve Paşabahçeyi gezdim. Beylerbeyine son yıllara kadar henüz sağ olan bir yengemi ziyaret maksadile arasıra giderdim. Anadoluhisarına da, bundan birkaç yıl önce bir dostumun davetile bir gün şöyle bir uğramış ve yalnız iskeleye yakın bir yalıda birkaç saat geçirmiş- dim. Fakat ne Göksuya, ne Küçüksuya gitmiştim. Paşabahçeye gelince, hayret etmeyin, otuz yıldır ayağı- mı basmamıştım. Halbuki çocukluğumda iki defa, biri yedi, diğer oniki, onüç yaşlarımda iken, orada birer yaz mevsimi geçirmişdim. Bu defa Beylerbeyini, Anadotuhisarnı gezerken Göksuya da bir sandalla gittim. Çocukluğumda tanr- dığım ve üstünü sandallar, kikler ile dolu gördüğüm dere, bir yaz öğlesinin kızgın güneşi altında dünyadan el etek çekmiş bir münzevi hüznile bomboş ve sıkıntılı idi. Bir tarafında sazlar, diğer tarafında bodur kayak incirleri başlarını durgun suya gömmüşler, en hafif bir rüzgârla titremiyorlar ve yıkılıp enkazı taşınmakta olan eski bir. değirmende sonra, çınarların altına uzanmış birkaç inek, tek sandalın geçişine bakarak, ağır ve yorgun geviş getiriyorlardı. Derenin nihayetindeki dört kardeşler çınarın, sandalcımın anlattığına göre, bir kökü çobanlar tarafından bakılıp oyulduktan sonra bir gövdesi yıkılarak üç gövde ile üç kardeş kalmış gör- düm ve bu manzara bana, Boğazın şimdiki metruk ve zavallı taliini kuvvetle hissettiren bir timsal gibi yeis verdi. Beylerbeyine gelince, nufus azalmış ve ekser yalılar * ve köşkleri bomboş duran bu nisbeten en kalabalık Anadolu sahili köyünde bile bakımsızlık insana iç acısı veren bir hakikat halinde sırıtıyordu. Anadoluhisarını ve Beylerbeyini, son zamanda yazıp yeni bitirdiğim romanın, ilk telif romanımin, bazı elâmanlarını toplamak için gezmiştim. Fakat iki ziyaret arasında, romanima alâkası olmadığı halde, Paşabah- çeyi de gidip ziyaretten kendimi alamadım. Çünkü oraya da yazımın başında söylediğim gibi, çocukluğu mun bilhassa annemin sağlığına tesadüf eden yıllarını düşünmek ve yeniden anmak için gitmek benim için bir arzudan daha kuvvetli bir ihtiras olmuştu. Gittim, orayı da gördüm. İskeleden çıkınca, onüç yaşımda olurmuş olduğum yalıyı müthiş surette ihtiyar- lamış, oda oda kiraya verilmiş, biçare bir halde buldum. Sorra köyün içerisini dolaştım ve daha ötedeki İncir köyüne kadar uzandım, hayret! Yedi yaşımda oturduğum konak gibi ev sanki son senelerde yapılmış gibi sağlam Vaktile büyük bir para sarfile, ihtimamla yapılmış olan bu evin bu değişmemiş man- yep yeni duruyordu. zarası içime sevinç verdi. Sonra kapıyı açtım ve bina- nın yeni sahipleri olan çok kibar bir ailenin müsaadesi ve nezaketile eyin içine girdim. Her odada dolaşdım ve her odadan anneme ve çocukluğuma ait nice ha- tıraların izlerini topladım. Ev sahipleri, çocukluğunda yedi yaşının sâf yılları bu odalarda geçirmiş olan bu şimdi saçları ağarmış ihtiyar çocuğa nasıl ikram ede ceklerini bilemiyorlar, bense teşekkürümü anlatacak kelime bulamıypzdum. Bilhassa yukariki kaltan aşağıki küçük bir odaya inen dar merdivesin kapısını görünce gülümsemekten kendimi alamadım. Çünkü birdenbire, o merdivenden düştüğüm günü halırlamıştım. Fakat, bu odadan odaya geçişimde en ziyade kalbimi burkan annemin hayali idi. Kendi kendime: — İşte diyordum, annem vaktile şu odada, şu kö- Muhakkak şu koltuğun yerinde vaktile de bir koltuk veya sedir vardı ve anneciğimin şede oturmuş olmalı. ayakları şu döşemelerin üzerine basmıştı! İşte bütün bir Paşabahçe ziyareti benim için bu hâtıralarda kıymet alıyordu. Köyün kendisine gelince, kaldırımları bozuk, taş toprak içindeki sokakları ve ıssızlaşmış kahvehanelerinde pinekliyen birkaç ihtiyan ve esnafı ile, Boğazım bütün bu yakasındaki gariplik, tenhalık ve bakımsızlığı adeta elle tutulur hazin realite halinde gözlerime sokuyordu. Paşabahçeden hem tatlı, hem âtı hislerle ayrıldım. Bu satırları da, çocukluğumun mihrabına iğilen ruhu- mun boğuk bir feryadı gibi sıralıyorum ve kendi anne- mi anarken, sanki bütün göçüp giden annelerin mate- bir köy, bir eski ev, yaşlanan insan'ar için ne İiymetli, ne aziz mint tutuyorum. Hakikaten bazen bir kıyı, bir hâtıra oluyor. Bugün bu hâtıranın içinde yaşarken yarın için kendimi daha kuvvetli buluyorum. ar çocukluğumun ve gençliğimin hızını bugünkü eseri katmış, yeni bir hayat ve kudretle canlanmış gibiyim,