42 SERVETİFÜNUN # No.2077—392 Yazan : Andrö Gide Dünya Nimetleri Çeviren : Avni İnsel Kitap HI. Villa Borghâse. Her damla, her şua, her varlık havuzda zevk ile ölüyordu. Zevk! Bu kelimeyi birçok defalar söylemek isterdim. Onun, refahın daha doğrusu varlığın müte- radifi olmasını isterdim. Anlıyamıyarak vesaire... dediğimiz bir şey varsa, o da Hâlikın dünyayı zevk için yaratmış olmasıdır. Şimdiye kadar meçhulümüz olan orası uyku veren nefis bir serinlik (o dülüyrelü. Orada nefis mi&yvalar acıkmamızı bekliyordu. Adriyatik f#abah saat. 3). Halatlar arasında dolaşan bahriyelilerin şarkıları beni iz'aç ediyor nsanın kısa süren hayatının ne nefis acı ve tatlılar içinde yuvarlandığını Yemiş ey son derece ihtiyar ve genç topr Ebedi zevahir fikri, intizar edilen ölüm yakınlığının bir lâhzalık Hayata vermiş olduğu kıymeti bir bilseydin. Baharlar | Bir senelik ömürleri olan nebatların bile ne de fazla istical eden nârin çiçekleri var. İnsanın hayatta bir tek İsihürı vardır. Her neş'enin hatırası yeni bir saadetin görünüşü demek değildir. Piesole tepeleri. by Floransal Çiçek, lüks ve ciddi mütalâalar Vinciglinta tepeleri, Semanın ei bulutların bırakmıştı. Zannediyordum ki, o © diyarda bulutlar git- tükçe kalınlaşır ve yağmur yağıncaya kadar semada kalır. Aldandığımı anladım. Semanın, bulutları birer birer emdiğini gördüm. Semada mailikten başka bir şey kalmamıştı. Bu hâl gökyüzünün bayılışı, nefis bir ölümüydü. Roma, Monte Pinoto. Bugün beni neş'elendiren aşka benzer bir şey oldu. Fakat, bu aşk insanların bahsettiği ve aradığı aşk değildi; güzelliğin verdiği his hiç. Bu aşk ne kadından, ne de kafamdan geliyordu. Acaba beni anlıyabilirmiy- din sana bunun ZİYADAN geldiğini yazmış olsaydım. Bahçede oturuyordum. Güneşi görmüyordum. Mün- teşir ziya yüzünden hava okadar parıldıyordu ki, se- manın mailiği eriyip akacakmış gibi oldu. Evet, haki- katen, her taraftan bu muazzam bahçeye ziyalar akı- yormuş, ve altın yaldızlı köpükler, şuaların fışkırışı arasından dal —— — gibiydi. Napoli | Güneş ve ögle mazı küçük berber dük- kânı, Sıcak rıhtımlar | (ireliiimek için kaldırılan stor- lar. İnsan kendisini bürekiyer. Hu hâl acaba çok sürecek mi? Sükünet. Şakaklardan sızan ter damlaları. Yanaklardaki sabun köpüklerinin titreyişi. O nazik ber- berin nefis bir tıraş edişi vardı. Usturayı eline almaz- dan evvel, cildi yumuşatmak, dudakları dik tutmak için, çehrede, ılık suya batırılmış bir sünger gezdirirdi. Sonra yanan yerleri hoş kokulu bir suyla yıkardı; daha sonra da merhem sürerdi. Bu hâl beni o derece sermest ederdi ki, onun önünden ayrılmamak arzusile, saç- larımı dahi kestirtirdim. Amalfi (geceleyin.). Gece yarısı intizarları vardır Henüz bilinmiyen aşkların. Deniz üzerindeki küçük oda. Uyandırdı beni de- nizdeki mehtap | Fecir zannile ve güneşin doğuşunu göreceğim ümi- dile pencereye yaklaştım. Aldanmıştım. (olan olmuştu). - Mehtap lâtif, lâtif, lâtifti, ikinci Faust'taki Helöne'in kabulündeki gibi. Issız deniz... Ölmüş köy... Gecenin kalbinde uluyan köpek sesleri... Pencerelerdeki yırtık paçavralar. İnsan için yer yok. Bütün bu uyuyan şeylerin na- sıl uyanabileceğini akıl almıyor... Uyuyan köpeğin me'- yusiyeti... Sabah olmıyacak... Uyumak imkânsızlığı... Hangisini yapmak isterdin (bunu mu, şunu mu?); Çöl bahçeye çıkacak mısın? Yıkanmak için kumlara inecek misin ? Okşayışlarınla köpeği teskin edecek misin ? Mehtap altında sincabi görünen portakalları topla- mağa gidecek misin? (Nice defalar tabiat benden bir hareket bekledi; ona hangisini vereceğimi bilmedim.) Gelmiyen uykuyu beklemek Beni, duvarlarla muhat olan bu bahçede, merdiven- leri okşayan dallara asılarak bir oğlan takip etmişti. Taraçaya merdivenlerden gidilirdi. Ağaçların gizlediği bu bahçede görünmek imkânsızdı. Yapraklar altında okşadığım ey güzel çehre, gizli- yemiyordu gölge senin yüzündeki nuru. Ne de koyu görünürdü onun alnına vurmuş buklelerinin gölgesi. Dallar ve sarmaşıklara asılarak bu bahçeye inece- ğim. Burada, kuşlardan ziyade şarkılarla dolu ağaçlar arasında oturup çeşme sularına altın yaldızlar serpecek akşamı beklerken muhabbetle ağlıyacağım. Dallar altında malik olunan nazik vücutler, Nazik parmaklarımla, onun şadef gibi cildine do- kunmugtum. Onun, gürüllüsüzce kumsallara konan nazik ayak- larını görüyordum. Siragöze. Tekneleri yassı kayıklar; ılık yağmurlarile tepemize kadar inen alçak semalar; kokan bataklık çiçekleri; nebat hışırtıları. Suyun derinlikleri, mavi membaların fışkırışlarını gizliyor. Tunus. Bütün semada yelken bezine lâzım olacak ne bir