No. 2071—386 cafi “ Pençesi <Küçük> için. Küçük Kemalle en son <Beyag Gömleklilere in son temsilinde görüşmüştük. Ve son tablodan önceki antraktla o tablodaki oynayışın devamınca &on uefâ yanyana oturmuştuk. Oyundan sonra dış kapı önün- deki selâmlaşmamız da, meğer son gselâmlaşmamızmış ! «Meğer» mi9. Son görüşme, 8on beraber oluruş ve son ayrılış, son selâmlaşına! Bundan bahsederken, «meğer» demiyebilirdim de....; çünkü, o gece onunla kısa bir müddet beraberken, adetâ yakında olacağı hissetmiştim; bu hissedişle, - sezdirmemeğe guyret ederek - ona gözucile mümkün olduğu kadar fazla bakmıştım : Yakında ayrılacağımızı bildiğimiz kim- selere baktığımız gibi... üçük Kemalle karşılaşmalarımız hayli seyrek olur ve oldukça kışa sürerdi; sadece iki tanıdığın rastgele buluşmasını vetile veren seyrek ve süreksiz yüzyüze gelişler;..... büna rağmen, konuşmalarımız, teklifsiz iki insan arasındaki konuşmadan bemen be- men farksız bir tempoda yürürdü; etiketten aynl- mamakla beruber!,. Kendisile konuşmamızda, muhak- kak bir tiyatro bahsi geçerdi. Onun kim olduğunu bildiğinize göre, o cepheden bunu pek tabii bulur- sunuz; eğer beni tunısaydınız, bunu bu cepheden de tabii görürdünüz ! Aradaki bu istıtradı yapıştan maksadım, evvelâ kendisini yeter derecede yakındau tanımadığımı ifa- dedir; bunun arkasından gelecek sözün, kendisinin öyle her zaman herkesle uzunboylu konuşmak istek- lisi olmadığı, eski tabirle. «merdümgiriz» olmasa bile, uzunboylu konuşmaktan pek öyle hazetmediği his- sinde bulunduğumu belirtmek olacağına göre, o isti- rad, yersiz değildir. Belkide bazan dış muhitte içine kapanmak hevesiudeydi ve ihtimal içini kemiren ra hatsızlığın tesirile, ei karşı çekingen ve kağıcı davranıyordu. Fakat... Fakat, birçok Hide sayısı yirmibeş defuyı geçmi- yecek olan görüşmelerimizin o sonuncuğunda, Küçük Kemal, bilâkis sokulgandı. Sadece bana karşı aldığı vaziyetin o gece ilk defa böyle olması da mümkün; lâkin, halinde her halde bir değişiklik vardı. Ben, bu hali farkettim..... 'Tepebaşındaki tiyatro salonuna girince, kapının solundaki ve soldan ilk loca önündeki yerlerden ikin- cişine oturmuştu, Ben de sağındaki boş yere iliştim. İsviçre dönüşünde semirmiş olan Küçük Kemali, tek- rar zayıflayışın yeni bir merhalesindeydi; yanakları çökmüş benzinin kanı biraz daha çekilmiş, parlak gözlerinin etrafı daha ziyade gölgelenmişti. «Nasılsı- nizi» sorgusunu dudaklarımda alıkoydum; sik gık ve kof kof öksüren, boyuna mendilini ağzına tutan bitkinleşmiş hasta ile, şundan, bundan konuşmağa UYANIŞ başladık. Fazla dönüp dolaşmadık, bahis, her zaman- ki gibi gene tiyatroya ve o gecenin programındaki Sidney Kingsleyin piyesine geldi. Baştan sona kadar hastahane dekorları arasında ortaya konulan bu piyesteki vak'a, Küçük .Kemalin hassasiyetine dokunacak mahiyetteydi; hastalar, he- kimler, Dye e Hattâ şifa bulmıyacak bir müteverrimin de bahsi geçen bir mewzu..... Buna rağmen oradaydı ve sonuna kadar da seyretmigti. Bu tahammülü gösterebilmesi de, bu sayının öteki sayı- falamıda uzunuzadıya anlatılan tiyatro aşkının bir delilidir Ba yaiben kendisi bahis açtı. Bir ande değişmesi lâzımgelen sahnelerden, bizde dönen sahnelerin bulun» mâyışından v.s, konuşurken, zil çaldı, ben yerime geç- mek üzere kalktım, -Gidiyor musunuz?» dedi, Bu söyleyişte, sesinin tonu, aksini istediğini belli ediyordu, Kendisine, yanımdaki yerin boş olduğunu, beraber gelmesinden memnun olacağımı söyledim. O zaman, salon bomboşa yakın bir haldeyken, böyle uzakla oturmayı niçin tercih ettiğini anlatı. «Ön tarafta sıkıyorum, bunalıyorum. Böyle geride kendimi daha rahat hissediyorum. Böyle etraf apaçık oluraa i» dedi, Bir an tereddütle, rahatsız eotmezsem, oyunun Ronu- nu yanında uzaktan seyretmeği tercih edeceğimi söy- leyince, buua memnun oldu. Bu memnun oluşun, zahiri olmadığına eminim. Ayni akşam farkettiğim bir şey de, konuşmamız sırasında başını iğdikçe nefesi benim nefesime karış» tığı vakit, gözutile veziyetimi kontrol ettiğidir. Ilan taların ekseriyetle bu hususa nekader dikkat ettik- leri ve ehemmiyet verdikleri, umumiyetle bilinir, Vaziyetimi hiç değiştirmedim. Çekinmediğimi, kaçın- madığımı görünce, bundan da ayrıca memnuniyet duyduğu kanaatini edindim. Kim bilir, belki de © hallerde değişmiyen vaziyetler, ölümü yaklaşan gence bir #mit, bir teselli veriyordu | Bütün bu teferrüntı anlatışım, niçin * Benim bu- rada onun için asıl söylemek istediğim şey, başka dır, Asıl söylemek istediğim şeyi söylemeden, bütün bu teferrüatı anlatışımın sebebi, gözden her kaybedi- lenin son görünüşünü ve hareketlerini hatırlamak, hatır- latmak.... canlandırmak meyli olsa gereki Her kayb» edilenin en son görünüşü, sonradan bize en bariz görünen ve üzerimizde silinmez, unutulmaz tesir bi- rakan görtnüşüdür; insan, sırası düştükçe, bunu tek- rarlamuk ister! Küçük Kemal için asıl göylemek istediğim geye gelince, bu, tiyatroya candan bağlı olan o artistin, sahneye çıkamamak, oynayışla kabiliyetini artırış, gün günden olgunlaşış imkânlarından istifade ede- memek, fikren ve rahan benimsediği, etüd ettiği tipleri canattığı sahne üstünde şekillendirmekten uzak durmak, kendisine en uygun bulduğu rollerin çarekiz başkalarına verildiğini görmek felâketidir. Sıhhati korumak için katlanılan bu fedakârlık, can- dan bir artirt için, uzayan bir cançekişmedir. Ve bence, Küçük Kemalin en trajik tarafı, işte - eski tabirle «Mukuadderati İlâhiye» dediğimiz şeyler arasında yertutan - bu ta- rafıdır. Onun en trajik tarafı, bu uzayan cançekişmedir |