Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
F aC ” | a 19 MART — 1938 | K a kowı hastalıklr bir koyun gibi hr- $ ötomobil durdu. Şoför, biraz ı"'mı bir bâlde mâniveliları kariş h_"lhın sonra benzin müşiresine bak- tsiz bir jestle kasketini burnu "'fhe çekti. Ve otomobilin içindeki dönerek: | » — Havadis fena İvan Platonoviç, de- | ımîkitovkaya kadar gidemiyeceğiz.. ! Bıfırı tüketmiş! Siz otomobilde | üz, ben beş ön dakikada köye l.ufd" benzin bulurum., Şunun — şura- ' N' iki kilometrelik bir yol var.. Platonoviç, öfkeli bir sesle: %'; Hayır, dedi, otomobilde sen kal, ben giderim. Biraz evvel geçtiği- . g“ höyden benzin al, dedim. “Yok, j ı»— bol yetişir!,, dedin.. Al sana' “bol, * ’Cüıirl %&nr hiç bir cevap vermedi.. Şark | da bir çam ormanı vyükselen kar- | ml"lkleı'e dalgın gözlerle baktı. .,jı?_'n Platonoviç, öotomobilden indi.. 5 | %E:rcı:lıetinin önünü ilikledi, Ve a- : H!u_ adımlarla Nikttovkanın yolunu ; ':îhk karir idi, Her taraf buz tub Ş 'h Fakat rüzgâr olmadığı için so- Ş t»q?'âktu. Mıntaka koimtesi kâtibi M—Phtonovıç’in can sıkımtısı çabuk k Bir çocuk neş'esiyle, önüne çı- müuş beygir pisliklerin. ıyağıyle Hiltave öa vurarak ilerliyordu, *“Acaba Nikitovka (kolhoz) unun re- isi kim?.,, diye hatırınldan geçirdi. “Ha, evet, hatırladım. İsmi galiba Lescenko olacak., Kızıl sakallı bir adam.. Ec- nuştuğu zaman hep önüne bakıyor. İyi bir mujik, yalnız lüzumundan fazla sessiz ve pısırık.. Hattâ biraz mahcup ve ürkekçe.. Onun bu taraflarını biraz | düzeltmeli.. Onu biraz cesaretlendirme- li. Kendine güvenişi arttırmalı... Pi- sırıklık iş görmesine engel oluyor.. ,, İvan Platonoviç, ufak bir tepeyi tır- manınca, bacalarından hemen hemen amut bir vaziyette dumanlar tüten kır- mızı damlı Nikitovka'yı götdü. Bir kıs- rağın koşulu olduğu bir odun arabası, yavaş yavaş tepeden aşağı iniyordu. A- rabanın içinde, koyun postundan bir gocuük gîymış kolhozluü bir köylü var- dı.. M-Mw * — Köye kadar beni de arabana alır mı- sın? idedi. Yer vermek için biraz yana çekilen köylü, kalm bir sesle: — Otur, dedi. Bir müddet sessizce yürüdüler. Son- ra kolhozlu köylü sordu:: — Şehirden mi geliyorsun?,. — Evet şehirden — Nikitovkada ne var, ne yok?. — Ne olsun, İiyilik.. — Sizin Leşcenko nasıl?. Kolhozlü köylü, elindeki kamçı İle tüylü beygirin karnına dokundu.. Huy- lanari beygir kuyruğunu salladı. — Leşcenko mu? Ne yapsın, sürtüp dürüyor.. Mıntaka komitesi kâtibi köylünün yüzüne bakarak: — Galiba lüzumundan fazla mahcup ve pısırık olacak,, Biraz cesareti kıt.. — Onun aklı kıt, aklı.. Edepsizliğe 1 gelince çuvalla.. İvan Platonoviçin hayret ettiğini gö- | rünce: — Meselâ aklıma eser çiftliğe gelir, sen o zaman seyreyle gürültüyü. Orta- lığı biribirine kötar.. Ona bağırır, bu- na çıkışır.. Velhasıl yardım etmek, fay- dası dokunmak şöyle dursun, bütün iş- lerimizi altüst eder. Herif üstelik küfür kumkuması.. Öyle yakası açılma- dık küfürleri var ki.. Sormalı. i — Peki, mmtakaya gidip neye şikâ- yet etmediniz?. Kolhozlu koylü elini salladı: Kızıl Sakal "ı Leonid Lenç — Bir çok defalar yazlürk, fakat fay- dasını görmedik! Herif mımmtakayı da elde etmiş.. Bundan üç dört ay evvel buraya mımtaka komitesi kâ tibi gelmişti. Köylüler kendisiyle ko- nuşmak istediler, Fakat herif otomobil- den aşağı inmedi ki,, Yüzünü bile gör- medik.. Yalnız Leşçenko ile konuştu ve geri gitti. İvan Platonoviç o zamanki buraya gelişini, Leşçerikonun ürkerek yüzünü hatırladı ve canı sıkılır gibi oldu, Ken- di kendine: “İşleri masa başından idare etmenin neticeleri işte böyle olür.,, diye düşün- dü.. 'Köylünün yerden göğe kadar hak- kı var.. Güya kolhozu gezmeğe geliyo- ruz, öotomobilden aşağı indifimiz yok. Kolhozlularla konuşacak yerde kolhoz reisini görmekle iktifa ediyoruz. Ben de şu Leşcenkoyu adam zannettim. Hal- buki herif kazınm biriymiş.. Vay kızıl sakallı kerata, vay.. Ben de onu ıslâh etmeğe niyet etmiştim.,, y Kısrak, arabanm gicırtisimi dinliye- rek ağır ağır yürüyordu. İvan Platono- ! viç düşüncelerine devam etti: “Halbuki ben daha geçenlerde mer keze yazdığım bir rapora mıntakanımn bütün mes'ul adamlarımı, teker teker, şahsâan tanıklığımı bildirmiştim. Maa- mafih pek te yalan söylememiştim.. İş- te meselâ şu kızıl sakallı Leşcenko gi- bi.. Diğer kâtipler bu kadar da tanımı- yorlar yal.,, Kolhozlü köylünün dudakları arasın- dan mırıltr halinde çıkan anlaşılmaz bir kaç kelime onu bu kederli düşünce- lerinden âyırdı. Yolun bir dönemecinden bir çift gü- zel atın koşulu olduğu şık bir kızak görünmüştü.. Kızağı, şapkasını cakalr bir şekilde yana eğmiş kırmızı surtlr bir adam idare ediyordu. Kolhozlu köylü: — Leşçenko geçti, diye mırıldandı. Yanlarından geçen kızağa dikkatle bakmakta olan İvan Platonoviç, kat'i bir sesle: — Yanılryorsunuz, dedi, bunun ne- resi Leşçenko? Leşçenkonun sakalı kı- zıldır. Halbuki bu geçen sakalsız bir adam.. Köylü, kamçısını havada şaklatarak: — O sakalını kestirdi. İki üç aydır, sakalsız dolaşıyor. Halkın söylediğine göre, evlenmeğe hazırlanıyormuş... A- lacağı kız sakaldan hoşlanmıyormuş.. Bunun Üzerine o da sakalını yfh'ütü- vermiş.. İvan Platonoviç: — Şu arabayı biraz durduruver, bBen yaya gideeccğim, dedi. Ve arabadan aşağı atladı.. Adamakıllı canı sıkılmış bir halde Rusçadan çeviren: Ferah Ferruh ae Srşeme —a İğese çe İikye | Tür bir kız mıyım ve bu kadar — konuüş- Mak istiyen bu kalb dilsiz mi kalacak? Kalbim açılmadan kurudu muü acaba?. Yoksa onu canlandıracak olari güneş, bu dünyada değil mi?. Genç kız, işte gene böyle düşündü- Bü bir akşam, annesi telâkki ettiği ma- Eloiz Puasson, onun gözleri içine k şöyle dedi : , —GĞel yavrum, biz de dua etmeğze Bidelim!.. Jan hayretle sordu: — Düa etmek mi?. — Evet, bütün Parisin, bütlürn mem- :şketm dua ettiği gibi biz de dua ede- N,, — Fakat niçin? Kimin için?, — Eral için!.. Jan ne dindar, ne de dinsiz sayılır- ! Ührevi işler üzerinde asal düşünce- Sini İNi yormamıştı.. Krala gelince, ona da lükayttı.. Janin bir tek Tantısı, bir tek - kralı "“d!: Kaprisi..Buna Tağmen Eloiz a en yakın kiliseye gitti. Parisin arzettiği tamoşa bir Tüya idi; Sokaklar nâmütenahi bir kalaba - simsiyahtı; ve bu kalabalık, baş- ka hiç bir kalabalığa benzemezdi. İn- yoöm nehirleri, ağır ağır ve sessizce, her etrafında teşekkül eden halk larına akryordu, Ancak duyula- Filir bir mırıltı: Sanki Paris; ölmek “'Gfı bulunan bir insanm — odasıymış Bibi, herkes yavaş sesle konuşuyordu.. ö':'de beride, hemen her tarafta, bu sü- knt“n ortasından, ani bir hıçkırık yük- Eyordu ve o zaman meş'um bir işaret h:umlı gibi, eninler duyuluyor, sonra, Bi Şey yeniden süküta bürünüyordu.. Ütün kiliselerin kapılatı açıktı ve içe- “?! giremiyen insanlar, ince bir yağ- —zln altınıda sokaklarda diz çöküyor- Bu hafkı hangi felfket ezmişti? Ta- ' ıî':'l en şayanı hayret hâdiselerinden blınk kalan bu rstirap, gözyaşı ve Bi : — NY TU K BU VO J-ı_ı_.-oM Hşindie " İzşal V alyi di ö Z A L li “__—— dua buhranma onu hangi korkunç mec- buriyet sürüklüyordu? Bu ne?. Bu ai« lelerden her birini azrail mi ziyaret et- mişti? Neydi bu?. Kral hastaydıl!. , Halkın On Beşiönci Lüiye bağladığı ümitleri asla ölçebilecek bir insan var mı? Halkın bu ümidi her halde sefaleti kadar nâmütenahiydi, çünkü bu kadar hakikt, bu kadar ulvi, bu kadar müte- hassis edici rstırabı, bu kadar büyük bir küvvetle feveran etmişti.. İnkisarı hayal müthiş olacaktı.. Bu inkisarı hayal bir gök gürültüsü ismine maliktir, ismi, doksan üçtür.. Fakat mevzuüu bahsettiğimiz devir- de, Paris, henüz ümit devresindeydi. Son derece saf olaân bu ümit, şairden gözyaşı koparan bu Üümit, müverrihi hayrette bırakan ve filozofu — şaşırtan bu ümiüt, Rejans devrinin sefahatinden ve istipdattan henüz kurtulan bir mil- letin bu ümidi ise, sadece Lüinin has- ta olduğu haberiyle şayanı hayret bir ıstırap şeklinde tezaüf ediyordu. Son derece hassas olan Jan bütün bu ıstıraptan son derece mustarip — ol- müuş, bu kadar gözyaşı görünce ağla- mış ve Porisin matemi onun Truhunu mateme sarmıştı . Duaların devam ettiği bir kaç gün müddetle, yavaş yavaş müteheyyiç oldu. Ona öyle geldi ki koskoca şehrin bütün ıstırabı kalbine nakşedildi. Dü- şüncesini, kalbini, zihnini, hiçbir zaman görmediği bu krala tevcih etti ve Ön Be- şinci Lüinin kurtulduğu haberi etrafa yayılınca, Jan müthiş bir sevinçle sa- rardı ve Eloiz Puassonun kolları arasım- da bayıldı. « O günden itibaren, Jarım hayatı tes- bit edilmişti.. Bütün halkın ağladığı bu kral, hasta- liğı Paristen istimdat çığlıkları koparan bu kral, bir — şarkıcının “çok sevgik,, lâkabını takarak, bütün halkın ayni lâ- | kapla te:miye etmeğe bıghdığı bu di l -tq. aa kadınları onundur! Küreiarz üzerinde en güzel kadın, muhakkak onun elin « deki kadındır ., Dü Barri, beynine erimiş kurşun gi- bi akan yakıcı sözlerin tesiri altında, tanımnmrıyacak bir hal almıştı. | Sen - Jermen hep devam ediyordu: — Biraz sonra, yani bir kaç yüz se- ne sonra, diğer zevkleri düşünmeğe başlar. Meşhur olmak ister. Rafael ve- ya Mikel Anj olur. Kudret ve haşmeti- nin zevkini almak iüster. Kral olur!. Durmadan, mütemadiyen yükselir. Ni- hayet mutlak zevki anlar.. Ve tahakkuk ettirir. Zevkk adamı ihtiraslarında 1stı- tap çeker; daha san'atkâr eserinin ya- ratılışında ıstırap duyar; yüksek me- mur nazıra tâbidir; nazır krala tâbi- dir! Kral, halk denilen bu kocaman ve meçhul şeye tâbidir; halk efendilere ve, bundan daha fenası, işe tâbidir. Yal- nız büyük &ırrm sahibi bulunan insan, dünyadan, halktan, kraldan, ölümden azadedir! O kendisinin efendisidir ve bu nâmütenahi hürriyet içinde, her an, nâmütenahi zevk duyar.. O zaman, bir kanat hareketiyle yükselmiş olduğu zirveden, insaniyetin keşmekeşini sey- retmeğe, sevinç nidalariyle Üümitsiz çığlıkların cehennemi musikisini dinler 've merhamet dolu nazarlarla, bir kaç betbaht milyonu kazanmak ve bu mü- tevazi hedefe ulaşmak için biribirlerini öldüren ve hattâ isimlerini bile satan betbahtlara bakar!, Dü Barri dehşet dolu bir nida kopar- “dı, yerinden doğruldu ve çehresi kar- ma karışık ve sararmış olduğu halde, inler gibi bağırdı: — Ne demek istiyorsunuz? Merha- met ettiğiniz bu insanlar kim? Söyle- yin! Söyleyin!.. Bu insanlarldan hiç ta- Jnıdığmız var mı? — Hayır!.. Böyle sefilleri neden tanı- mamrt istiyorsunuz? — Fakat diyordunuz ki., — Büyük eksir sahibi insanın zevk- lerinden bahsediyordum, çünkü bunu bana siz sordunuz,. Size söylediklerime başka bir ebemmiyet atfetmeyin.. — Fakat.. Siz,, Bu insan değil misi- niz?. — Tuhafsmız kont., Öyle zannedi- yorum ki yaranız sizi rahatsız ediyor« Eh! İnsan yüksek Besle rüya göremez mi? Haydi, sükünet bulun,. Aksi talkş dirde bu akşam çıkamazsınız., j Kont dü Barri dehşet içinde 'hığm— dı. —Bu akşam çıkmak istediğimi m kim söyledi ? Sen - Jermen bir kahkaha atarak ce« vap verdi: —Siz kendiniz! Hoşça kalın, kont.. Sizi yarın görürüm, yaranız hususun- ida endişe etmeyin, bununla ben meşgul olurum, Bu geözler öyle büyük bir sa- mimiyet, öyle tabit hir sesle söylenmiş- ti ki, dü Barrinin şüpheleri kısmen da- ğıldı. Yalnız kalan yaralı da akşamın altısına kadar üuyudu ve yahut ta uyuür gibi yaptı. Nihayet odacısını çağırdı ve: — Beni giyindir! Dedi, Hizmetkâr da hayretle bııgıı'ldn — Fakat yaranız, mösyö 1ö kont, Dü Barri, ayni âmürane tavriyle : — Giyindir, benil.. Diye tekrarladı ve içinden ilâve etti: — Krala bu akşam — refakat etme- mektense, sağ kolumu kaybetmeyi ter- cih ederim!.. Acaba onu bu şekilde cez- beden nedir?. Dü Barri giyindikten sonra, kuvveti- ni denemek için birkaç adrm yürüdü ve çök hafif bir zaafa rağmen, pekâlâ yürüyebileceğini anladı. Dudaklarmı raüstehzi bir memnuniyetle büktü.. — Benden başka herkes, bu vaziyet- te yatağından çıkmazdı. Sir, diye dü- şündü, Fakat mevzu bahsolan.. Majes- telerine hizmetse, beni hiç bir kuvvet alıkoymaz |,, Öyle zannediyorum ki, ey