e t zi HLi Diş Siyasa Valans Hükümeti Yazan : Şekip Gündüz General Franko İspanyadaki nihaf zaferi kazanabilecek mi? ? Bask hükümetini ezdikten sonra şi mali İspanyada bulundurduğu kuvvet- leri de tamamiyle şark cephesine nakle den âsi generalın, ikide bir, Madridi zabtetmek üzere olduğundan, hükümet çilerin son günleri yaklaştığından bah- sedenler çoğaldı. Acaba hakiki vaziyet bu tarzda düşünenlere hak verdirebilir mi? Biz İspanyadaki meşru hükümetin ölümü yaklaştığından bahsedenler çok laubali bir cüret göstererek hakikatleri örtmiye çalıştıklarr kanaatindeyiz. Görünüşe aldanmamalıdır. “Frankonun muvaffakiyeti” adı ve rilen şey bu âsi generalın eline bir çok şehirlerin geçmiş olmasından ibarettir. Fakat yakın tarih bir harbte zafer adı verilen şeyin arazi ve şehir zabtetmek demek olmadığını ispat etmiş değil mi dir? Bunun en mükemel nümunesi Türk istiklâl harbinde görülmüş değil mi- dir? Zafer, iki kuvvetten birinin diğeri ni imha etmesine verilen addır. Acaba Franko Valâns hükümeti ordusunu im ha etmiş midir? Bunu iddia etmiye imkân yoktur. Zira ortada hâlâ arslan gibi dayanan bir hükümet cephesi vardır. Acaba âsi general, şimalden getirdi ği kuvvetleri dinlendirdikten ve hazır Irklarını tamamlayıp müsaid bir zaman kestirince bütün şiddetiyle saldıracak olursa Valâns hükümeti cephesini yarıp düşmanını sarabilir veya denize döke- bilir mi? Bunun yapılrp yaprlamiyacağını an- lamak için şu rakamlara bir göz gezdir mek kâfidir. Frankonun kumandası altındaki kuv vet 160000 kişiden mürekkeptir. Bunun 100000 i İtalyan, 10000 i Alman on bini de beyaz rus, Portekiz ve irlanda gönül | lülerinden mürekkeptir. 30000i de Faslı dır. i “elripgtorru Frankoya harbin bütün safhalarında en büyük muvaffakiyetleri kazandırmış olan hep bu Faslılar olmuştur. Fakat Fas kıtalarında şimdi eski harp küdreti görülmemektedir. Zira, uzun bir dikkat ve terbiye ile yetiştirilmiş olan Fas kuv- vetleri ateşe gire gire erimişler ve alay larda açılan gedikler hep tecrübesiz ace mi gençlerle doldurulduğu için bu kuv wetler hiç bir işe yaramamağa başlamış lardır. Binaenaleyh 1937 deki Franko ordusu 1936 daki ordudan çok zayiftir. Buna mukabil hükümet cephesi devamlı bir çalışma neticesinde, ilk günlerde büyük felâketler doğurmuş olan inzibat sızlığı ortadan kaldırmış ve yeni topladı gı askerlerle elindeki kuveti tam yarım milyona çıkarmıştır. Frankonun 160000 kişisi yarım mil yonu mahvedebilir mi? Eğer geçen yılda olduğu gibi hükü- met kuvvetleri eski model — silâhlarla harp etmiş olsalardı, dışarıdan mühim- mat tedarik etmekteki zorluk yüzünden atil kalmağa mahküm olsaydı, belki... Fakat şimdi işin şekli değişmiştir. İngiltere, Fransa ve Rusyanın faşist devletlerden çekinerek, safdil bir kor- kaklıkla ademi müdahale komisyonuna saplanıp kaldıklarını ve İtalya ile At manya Frankoya bol bol yardım eder- ken Valâns hükümetini başr boş bırrak tıklarını sanmış olanlara bugün ne ya- man bir şekilde aldanmış olduklarını söylemek mümkündür. Almanya ve İtalya Frakoya tayyare vermiştir; fakat ademi müdahale terane sini bir. buçuk yıldanberi dillerinden dü şürmemiş olan devletler Valâns hükü- meti topraklarında tayyare ve motör ya pan fabrikalar kürmuşlardır. Almanya ve İtalya Frankoya top, tank, mühimat mitralyöz ve saire vermişlerdir, fakat ademi müdahaleciler Valâns hududları içinde top, tank, mühimmat, mitralyöz ve her şey yapan muhtelif fabrikalar kurmuşlardır, Şu ande yalnız — Katalonyada 283 harp fabrikası harıl harıl çalışmaktadır. Elinde her türlü iptidaf madde bulunan Valânsın garbi Akdenizdeki limanlarma mayin dökülmesinden ve Rus Fransız gemilerinin eşya taşryamamasından en ufak bir endişesi dahi kalmamıştır. Almanya ile İtalyanın ve faşist dün yanın bu işte adam akıllı atladığı mu hakkaktır. Esasen kendileri zügürt o- lan bu iki devletin yarın öbür gün Frankoyu pek pahalı bulacaklarr ve o zaman hıyanetin her temiz memlekette mahküm olduğu akibetle İspanya top- raklarında da karşılaşacağı tahmin edi lebilir. y Şekip Gündüz i Değil mi ? Doğru Mecburi yemekten sonra Mecburi bahalı elbise! İşçilerine zorla yemek veren Ve bedelini yemeseler dahi cayır cayır kesen (yazdığımız şikâyet tekzip edilmediğine göre maalesef bu nok- tayı şimdilik hakikat telâkki etmek mecburiyetindeyiz). Havuzlar ida. resi işçilerinden birinden yeni bir mektup aldık. Mektup sahibine göre “işçi için, kurulan yardım teşkilâtı meğer yal. nız zorla yemek vermekle kalmıyor, başka “mecburi kolaylıklar,, da gös teriyormuş. Meselâ fabrikada işçilerin yekma- sak bir tulum işçi elbisesi giymeleri mecburiyeti konulmuş; niçin itiraz edilsin? Fakat bu elbiseyi mecburi yemekhane müessesesinden tedarik etmek şartı da koşulmuş. Buna da pekâlâ diyelim. Lâkin şikâyetçinin dışarıda nihayet 850 kuruşa alınabi leceğini söylediği elbise zorla 4715 kuruşa verilirse işçi şikâyete hak kazanmaz mı? Mektupta bir kısım şahısları alâkadar eden başka şikâyetler de var. Bunları şimdilik yazmayarak havuzlar idaresi müdürlüğünün bir kere daha dikkatini çekiyoruz. Ateş olmayan yerden duman çıkmayaca- ğına göre şikâyetleri büsbütün “yd- lan,; telâkki etmek pek mümkün de. ğil ama biz gene lüzumundan fazla mütereddit davranarak mevzuubahs idareden soruyoruz: Yapılan bütün bu şikâyetler hiç bir esasa istinat etmemekte midir ? öyle ise bu nokla birkaç satırlık bir tavzihle niçin aydınlatılmamakta- dır? Bu iş, şikâyetçinin hüviyetini tahkik için idare erkânından bazı- larının gazetemize kadar — gelmele- rinden daha mı zahmetl?i. Ölü çocuk cesedi Dün öğleden sonra Binbirdirekte terzi- hane sokağında 10 numaralı evde oturan Hayriye isminde bir kadın Alemdar kara koluna müracaat etmiş,evinin bitişiğinde- ki arsada bir çocuk cesedi gördüğünü söy- lemiştir. Arsada taşlar arasında bir çuvala sarılı olan bu ceset bir aylık bir kız çocuğudur. Morga kaldırılmıştır. —— Ölü bulundu Üsküdar müddeitimüumiliğinde — odacı Ziver dün Üsküdar merkezine müracaat ederek ayni evde oluran 85 yaşında Lâ- lezar ismindeki kadının iki — gündenberi adasından cıkmadığını haber vermişlir. Bunuğ üzerine memurlar eve gilmişler, Lülezarın odasına girmişlerdir. Kadın yg- tağında ölü olarak bulunmuştur. — Tabibi- ndlt cesedi muayene etmiş, ölümü şüpheli görerek cesedi morga kaldırtmıştır. Zabı- ta ölüm hakkında tahkikat yapmaktadır. l yar h- B ; —— PERŞEMBE BİRİNCİKÂNUN — 1937 Hicri: 13856 — Şevval: 5 Güneşin doğuşu Güneşla batışı 7,13 1641 Vakit Sabah Öğle İkindi Akşar 1 Xatsı İmsak 5,44 12,05 14,28 16,41 18,19 5,26 e ö Tp ga e F FĞĞ F İHABEK — Akşam postus ı"— ea Ha e ———i Çin - Japon harbi ve İngiltere —— Fransız karikatürü — “Cennet, Hâdiseler:ve fikirler... anaların ayakları altındadır,, Atatürk dehasımın ilk gıdasını temiz kanımdan aldığı sev- gili anasmı daima sonsuz şükran hislerile anmak ve meza- rı önünde diz çökmekle bu yüksek ahlâk duygusunda da hepimize Tamamiyle hatırlryamiyorum. Fa- kat eski Atina sitesinde bütün güç bilme celeri isabetle çözen Delfi mabedinin kâ hinlerine, yahudda ilk çağ Karunların- dan altın kralr Frezüis tarafımndan meş- hur kanunşinas Solona şöyle bir sorgu sorulmuştu: j — “Acaba dünyanın en mesud ada- mr kimdir?” zi Lidya kralı, anlaşılan duvarları bile altından olan muhteşem saraylariyle ken | dini dünyanın en kudretli ve en bahti- yar insanı sanıyordu. Halbuki filosoflar “En bahtli adamın Pompei beldesini baş tan başa yıkan korkunç zelzeler esna- sında genç oğlu tarafından omuzlanarak kurtarılan ak saçlı bir ihtiyarm olduğu- nu” bildirmişlerdi. Tabiatiyle bu cevap mağrur kralın hoşuna gitmemişti. Sene lerden sonra, Daraya esir düştip de yakı lacağı sırada hakikatperest Solonu ha- tiriryarak içihi çekmiş ve bunür 'sebebi ni soran Dara da bu fesi hikâyeyi dinle yince dünya üÜstünde hiç bir kudreti af fetmiyen zamandan korkmuş olduğu i- çin düşmanının hayatını bağışlamıştı. İnsanlık tarihi karıştırılırsa en düy gulü ve engin muhayyileli şairlerin sa de güzellik aşkı için feryad etmedikleri ni, ana ve baba aşkı terennüm eden bir çok şaheserler yarattıklarını görürüz. Analara ve babalara karşı çokuk ne fis feragatinin ve fedakârlığının sayısız misalleri arasmda Antigon ve İfijeni insan hatrrasından silinmiyen kahraman iki tiptir. Sofaklun (kral Ödip) eserin de güzel Antigon feci mukadderatın kurbanı olarak gözleri oyulan babasına her yerde kılavuzluk etmiş ve müstebit bir kralın emrini çiğneyip kardeşini gömdüğü için işkenceli bir ölüme mah- küm edilmişti. Racin'in — İfijeni'sinde hassas ve dilber kız, babası Ağamem- nun ve dolayısiyle milletinin zafer ve selâmeti Uğrunda kana susamış olan Diana mabedinde boğazlanmak teklifini memnuniyetle kabul etmişti. İhanetle öldürülen babasının bir ge ce yarısı kendisine sesini duyuran ruhu na verdiği sözü tutarak malihülya te- marüzü ile sevgili Ofelyasınrı unutup bin bir mücadeleden sonra hainlerden intikam alan Hamlet de hakikatli evlâd tiplerindenbiri değil midir? Zevk ve takdir hisleriyle seyretmiş olduğumuz “Kral Lear” temsili de bu tezi fevkalâde bir maharetle canlandır maktadır, Psikolog edip Şekisperin, ahlâk felse fesini ağızlarına döktüğü şahısların he yecanlarında hayatta her gün görülen nankörlükleri ve riyaları kendi ruhumuz da da duyuyor, ürküyoruz. Lear, bü- tün servetini, ve geniş ülkelerini kendi lerine taksim ettiği iki büyük kızı, baba ve ana sevgisini bütün saadetlerin Üüs- tünde tuttuklarını söyledikleri halde soraları alelâde bir uşak hatırı için bile onu kırdılar, kovdular ve nihayet öl- dürttüler. Halbuki hakiki sevgisini riya ile şişiremiyen Kordelya mirastan mah rum edilmiş; fakat betbaht ve sefil kralr göz yaşları içinde sinesine çekmiş hattâ sonunda onun şan ve şerefi uğrunda öl müştü. Bu ı.yni Erajedide ihtiyar saray na zırınm bir oğlu vahşi hiyanetin bir mi salidir. En âdi menfaatler yüzünden ba- hanelerin adli kovuşlarına öncülük etmiştir. Yazan : Dr. Rasim Adasal basının gözlerini oyduracak kadar vah şet göstermiş, diğer oğlu Edgar ise ay larca sürgün olarak sefalet ve açlık i- çinde yaşarken bile daima onu düşün- müş ve nihayet ona kavuşmuştur. Schiller'in meşhur haydudlar eseri de mürai, habis ruhlu bir oğul ile, Üni versitede muvaffakiyetle — okuyan asil ruhlu diğer bir oğul arasında ihtiyar ve hasta bir babanın hayatı etrafında cere yan eden bir mücadelenin şahane ruhi tahlilidir. Bütün bu misalleri hiç bir sıra gö- zetmeksizin hatırlryabildiğim kadar ta rih yapraklarından çıkardım. Yoksa her gün yaşadığımız hayat gâh ana ve babalara karşı sayğı ve sevgiyi, gâh bi- lâkis onları sefalet ve hattâ ölüm sahne lerine düşüren hiyanet ve nankörlüğü gösteren açık misallerle doludur. Timar kadar uzan- miya lüzum yöktur. Otalarda ruht tabiat tan bir sara veya şiddetli bir küfuntu ve hezeyan nöbeti içinde analaâritir ve baba” larını öldüren deli tipleri çoktur. Bun-: lar yaradılışta ölçü ve nizam tanrmayan garip tabiatın canavar ruhlu ÜBetrbaht mahlüklarıdır. Daha üç ay önce, Kuruçeşmede mec zup bir esrarkeş ihtiyar babasiyle bera her bir erkek kardeşini de kurşunla ye re sermişti, Ne yazık ki, bu marazi va- kalar haricinde de muhtelif derecede ve tarzda tecelli eden nefrete şayan bir çok evlâd hiyanetine de şahid oluyoruz, Bugünlerde İstanbulun kalabalık merkezlerinden uzak bulunmiyan bir mahallesinde yağmurlu ve karanlık gece lerin süküneti içinde yürek dağlayıcı bir hailenin cereyan ettiğini duydum.. Şair Mehmed Eminin bir zamanlar lise sınıflarında ıslak gözlerle okuduğumuz (Kesidi mi ellerin?) manzumesinde ka til çocuğunun kanlı ellerini görünce ya ralandığını sanarak kendi ağır yarasını bile unutan şefkatli anayı hatırlar mı- sınız bilmem? İşte o kadınlar kafilesin den bedhaht bir ana, yüksek tahsil sıra larında bulunan genç oğlu tarafından bir para yüzünden kırbaçlanarak tekme lenmiş ve yüzü gözü kan içinde ölüm döşeğine yatırılmıştır. Eminimki bu ya ralr ana da yüzüne kırbaç şaklatan canar ruhlu çocuğuna zarar olarak söylediği söz (Acıdı mı ellerin?) olmuştur. Anaların ve babaların bütün hayat müddetlerince çocuklarınm saadeti i- çin çektikleri mihnet ve meşakkatleri uğradıkları sayısız güçlükleri beylik ke limelerle tasvire kalkışmak bu kahra- manlara karşı en büyük bir haksızlıktır. Ana, baba şefkati ve nefis feragati ta- rihin ve küçük insan kafalarının sığdıra madığı en büyük bir destandır, Tabiat ta mevcudiyetleri tabil bir kanun olan bazı istisnalar bertaraf edilirse, değil yalnız medeni milletlerin en iptidat kavimlerin ve hattâ hayvanların bile kurmuş oldukları basit aile yuvalarının çamuru bu kahramanlıklarla yuğurul- muştur. Bence nefis ferağatinin en yüksek derecesine varan analar ve babalar kadar fedakâr çocuklara da imtisal nümunesi olabilecek şeref madalyaları ve nakdi mükâfatlar verilmelidir. Eski Yunan ef sanelerinde, analariyle babalarına say- Egt ve sevgi göstermiyen gençlerin lâh lar tarafından çok şiddetli cezalara çar Ü- —— aZ K € yi # asiÂlemk t aa sacssau At a Mükâfat melese? B U haftanın fransızca edcğ;e gazeteleri mükâfat - haberleri - dolü: iki gün içinde beş mükâfaî;î büyük kari kütlesinin merakına © | len beş yeni muharrir... Eserleri hiç T mazsa on, on beş bin tane.sâ Şki;îiıe : kendilerine, adlarını tanıtmak ZV" | bereber, bundan sonra —.v:auıwawldî“"mRIL bir iki roman için derhal müşteri izakkliei caklarından'emin olarak çalışma$ * F nını verecek... İlk bir iki mmnm”, zanan romancılar arasmch Mw ' . beş yıl dillerde dolaştıktan sonra VÜT luverenler az değildir. Fakat, , M' bütün gönül rahatr ile beraber, M__.ırı?' a yıllık şöhret de büyük şey değil M v Gerçi sonra unutuluvermek aCf | k#' da öyle ama, muharrir, sanatkâr pile humarının müdhiş olacağını bile — şöhret camımdan içmeği isterler. . a Keşke bizde de bir iki “““"'î.îâw kâfatı olsal Her yıl Paris'ten M çeke- haberleri gelince bu sözleri için alaml” rek tekrar etmekten kendimizi ük yoruz. Fakat onların bizim için üşüd' bir faydasr olabilir mi? Orasını ÖS mek, doğrusu, bizi hayir rahatsıf —. yor. “Hayır!,, demeğe dilimiz var a bile “Etet!” demenin de pek Hâ' I:ed’ı bir iddia olacağını seziyoruz. Bif olgbir biyat mükâfatı nihayet kaç pârâ lir ki? Fransa'da, gençlere öteki" .bazıları sadece bir addan ibaret, yie ler de, bizim paramızla, beş alti Yüzbi; rayı aşmıyor. Ancak kitaba bü satış satış temin ediyor. Bizde o büyü$ — (. kabil mi? Diyelim ki bizde bes YÜ A ralık bir mükâfat, ayrıca beş Y Bu da satış kârr getirsin, etti bi 1“'_3; şinî; bin lira ile bir muharririn rar didinmesini bırakıp da iki üç Sef? , hat etmesi kabil midir? Mükâfatlâf yer takım kimselere, sadece kalemlefi Ded şıyabilmek hususunda yardım İÇİf yesi olunur. Her muharririn de asıl g;neğe oduür: sanatinden başka bir İŞ Eöbüw'g mecbur olmadan geçinebilmek V€ w& gayretini, zekâsını eserine 35"1 bir Bugünkü şartlar Türkiye'de böY 2 müuhaârrir zümresi: yetişmesine” ©' Ç değildir. Mükâfat tesis - edilirse 3';&“' müddet gâzetölerde, edebiyâtti ; tılarında dedikodular doğur i bâ: ka bir işe yaramaz, Bizde muhî“'“tı et maye için başka usullere müracağ? — | mek Tâzımdır. vi Hatıra gelen ve faydalı oıa_caın“A e dığım iki yol vatdır: Ya eskiden | a pa memleketlerinde olduğu | kârlara aylık (pension) bağlamak O e. nun için bittabi kayıdlar konabilir” V iç selâ aylık alan muharrir, her *? gel olmazsa şu kadar yazı vermekle B” lef tutulur. Yahut bugünkü Rusya'da oıld“ğuuâ; bi doğrudan doğruya devlet k”abb,ds' liği eder; gayet ucuz Sı?ıltfll’;_ı"attâ aai va dağıtıp para kaybetme&i Şîînışn rak bol kitab basar ve onları geçindirir. uğun” Elbette daha başka yollar dâ b'nuııv bilir; mesele sanatkârın Sanâ0” (mer harritin muharrir diye himaYf © bitalı sindedir. Sanat eseri merakksğ'ulumur' karii diye büyükçe bir Züm ”. maî” yan memleketlerde böyle DİF hi M ruridir, yoksa sanat, edebiyat bir meslek haline- gelemez. ' ;AT#Ç’ W — g « pıldıklatını okuyoruz. — © rın ayakları altındx—'ıdr;'i';ı i:ıîğ Müslüman peyğamberinir ; meti mamış olsapb:ıîe her devirde püyük P': bilen bir ahlâk düstürudür gi teur'un çoecukluğunu içint” vin kap:sı üstüne bir ha ken anasivle babasını t nutkunu şu dar sahifelere £ HUA me mütcessifim. A A Türk ulusu, tarihinin h;il. bw,ı yalnız analarla babalara '.de '&M ge tiyarlara son derece sayB! M.,a# ge lan kadirşinas bir _uıusmf'ww* | hasının ilk grdasını temiz wg# dığı sevgili anasını dâlm;e“” Pa ran hisleriyle anmlk V'k' MM | sunda da hepimize ÖnC v Analarını ve babaların” W::; sile bir köşesinide d"ğ*:;q S / besini bile inkâr W Ber pi bütün değerlf'huî"eı'_’r tü,,.w? d lir; En büyük ve en KW . Ad0 - rakları hile,. Doktor