Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
— : ; d ı Bir işçi gibi fabrikada çalıştım; hizmetçilik yaptım ! (17) ı i Hacer benil evine çağırdı İşçi kızın davetini memnuniyetle karşıladım Bir işçi ailenin yaşayışını yakından tetkik edebilecektim değnekleri Ğ: kenar semtlerinde ne garip | peşinde sürüklendiğini görünce, me- M Yaşıyor! İşte onlardan biri: | rak duydum. Bu da kimi oluyordu? Di Aynı mahallede oturuyoruz. O. | Bu adam, yoksa bir iskater mı? h'tle% tanıyorum, Vücuduna nis- * & & , * »r*ü[ Ben seni Kadın — Ne diyorsun! %Ğk cilız kalmış hareketsiz ba- tük tutmuyordu. Ve, yürürken kol- klerine dayanıyordu. Yiktl asında kamburu vardı.. Göğsü, Bir konak şahnişi gibi, ileri doğ. Va ;&mü Yyapmıştı. Ufak başı, ön Ü iki çıkıntının arasında kısık N “ı"du. Sıska yüzü kara sarıydı. Arı çöküktü. Siyah — gözlerinin bip ». iliğini görmeyiniz: Ne korkunç h diyeceksiniz, Belki hedir? Bunu ben bilmiyorum. "ti kimse bilmiyor. Ona, mahalleli- hbğe"diği isim şu: Topal, Cami k?nma bakan sokağın içinde, vi- hl:p Pisı acaip iğriliş büğrülüşlerle t“ha ' boduçka bir ev vardır. Bu ev, yuaü Evidir, Mavi, çil gözlü, buruşuk Tüy, ihtiyar annesile, o burada otu- Sabahiç yom:ıa-hlyın ne zaman çıktığını bilmi- '—'W. Mahalleye gece yarısından bit b'tınael dönerdi. Niçin? Belki göze Yo ktan çekiniyordu. Belki utanı- mh.mîelki hakarete uğramaktan, ği Mahalle cocuklarının düsme- ııüı“lu.ıyordı.ı. M lik bir gecede, onun dönüşünü u M. koltuk değnekleri, bir dü. ü.hyîdden bir ahenkle kaldırımları %dlh U. Ve, birer eski pabucun na- hğş " koruduğu tahta, karanlık - ev- hı:'kîk saçaklarımda.. Kafesleri, E_; Üş bir kumaş parçası gibi sey. İq,şumbalamda öten bu sesin akis- HT Barip acılık taşıyordu. Ben, * Bözlerim yaşlı, hep onu düşün- hâ'“âı; doğurduğu bu garip mahlüka ahai Te kadar üzülmüştü. Ve, bel. Bah h“)“:icşeğiucle onu görmeğe ko Tij %hı » Seviamek mi, kederlenmek Teap bi Söeldiğini takdir edemeden &qnhıh Müddet şaşkın kalmıştı. O, hîu’ii» bir garip cilvesiydi. Ne dene- büpr / Ana, baba belki üç, belki bes, Lü%yeg:laene. ırsana çok az benziyen ıt_ bin tüş mahlüku . acı bir utanç- ?y'—’l'e çıkarmamışlar, saklamış- tin , Akat, nibayet.. Şüphesiz ki bir _ ?'hulgnin marangozuna, mini h“ı[,_ İ:ışift koltuk değneği ısmarlan- KM 1 yine bir gün, bu talisiz hğfığ':îîtl:,ekledne dayanarak sa- şm kîîğ%uman Üç gün sonra, baba “)eq;;ğma fısladığı ezanlı adını q._ı'“’% belki bu tarihten başlıyor.. %f? Sokakta artık ismi topal. gn aı—î giremezdi. Sağlam akran l&' a“““tı Ima sokulamazdı. Çelimsiz- dq_dı' BEl.lıj Belki düşer bir yeri kırı- Di şâfaıı patlardı. Belki ölür. kendini lirdi, bazan dövülürdü. t bazan ıîn küçük mahalle kızları hîlı, Orurlardı. Zavallı topalım N ı't% ç:: kadar gücüne giderdi bu.. gğ:nqa Zula Ühtemeldir ki, küçücük ı,u&:ıum Üa ğrayan “Topal,, bir insan olmuştu. Artık * Oyn . îîğlğ :mak- topaç çevirmek için 'a ordu. Yepyeni bir oyun o Iğ“l'bağalarm bacaklarını Mg zlerini oyuyordu. Kedi ıthhvıt aı,îa'mâ Şadırvanında boğmak İt eg, . ” Ordu, i "'kı Söpü Arkalarma birer Sin ye, Karak havalandırdığı si- n Su hoşuna gidiyordu rüyye! Bip * & 5 '“Mıî“w Şfğ' üç kişilik bir cemaatin N M n < Pan bir tabut arkasında By , Net eklerine yaslanarak, hı- ııjh"îtı_ Sit le soluyarak yürüyordu. | q,ıl'ğe, n Miydı? Zavallı topal, de. Pa Ansa, Allah sabır versin '.* Öğrendim: “Topal,, her cenazeye koşmayı bir vazife biliyor. Çünkü.. İçinde bir hicran var. Bunu bana ma- hallenin ihtiyar sakası anlattı. On se. ne evvel, yirmi yaşındayken de “To- pal,, böyle çelimsiz, hastalıklı bir in- sanmış. Bâbasının öldüğü gün, onun kabristana kadar giderek fenalaş- masından korkmuşlar. Koltuk değnek lerini saklamışlar.. Babacığının cenazesinde bulunma- yan “Topal,, şimdi her rastladığı ölü- nun peşine takılıyor, koltuk değnekle. rine dayanarak, hırıltılı nefeslerle so- luyarak, en uzak kabristanlara kadar yürüyor.,. Reşat ENİS Mavi kulaklı yankesiciler ! Son zamanlarda Bükreşte, yanke- sicilik bir hayli artmış — bulunuyor. Bükreş polisi bunların faaliyetlerine bir nihayet vermek için, hümmali bir şekilde çalışmakta — ve bir çok tedbirler almaktadır. Polis komiserlerinden biri, yan- kesicilerin tanınması için, garip bir çare bulmuştur! Bu komiser, yanke- sicilerin kulaklarının, hiç bir şekil- dede çıkmasına İmkân olmıyan, ma- vi bir boya İle boyanmasını teklif etmiştir. Böylelikle, Bükreşliler, ka labalık yerlerde, "“Mavi kulaklı,, a- damları yanlarında görünce, cüzdan larına ve üzerlerindeki diğer kıy- metli şeylere dikkat. edeceklerdir. Bu suretle, yankesiciler, “İcrayı fa- aliyet,, imkânını bulamıyacakları i- çin, mesleklerinden vazgeçecekler- di. Fakat bu teklifi tatbik sahasma koymak o kadar kolay olmamıştır. Yankesiciler, bunu haber alınca, der hal bir kongre toplayarak — teklifi şiddetle protesto etmişlerdir. Diğer taraftan, kongre bir heyet intihap etmiş ve bu heyat hükümete müracaat ederek teklifin “insaniyet namına,, kabul edilmemesini ve yan kesiciler için “talilerinden istifade etmek fırsatı,,nın baki kalmasını İs- temişlerdir. Polis komiserinin bu "dâhiyane,, buluşunun tatbik edilip edilmiyece- | Bi henüz malüm değildir. Fakat büu teklifin, şimdiden, hayırlı mette bulunmuş olduğu muhaki_ıak- tir. Çünkü yankesicilerin kongre ha- linde bulundukları üç saat zarfında Bükreşte bir tek yankesicilik hâdi- sesi olmamıştır. bir hiz- zengin sanıyorum. Erkek — Sevgilim, ben sana hep hayatımın yegüâne servetisin demiyor mu idim? Açık gözlük Yanında bir çocukla bir yere girdi.. Boş bir koltuğa oturdu, Saçını kestirip, sakalını tıraş ettirdikten sonra kalktı. Çocuğu göstererek: — Çocuğun lda saçlarını kesiniz, de - di, ve ilâve etti: — Ben on dakikaya kadar gelirim.. — Başüstüne efendim.. Çocuğun saçları kesildi; aradan on dakika daha geçti; gelen giden yok.. Berber çocuğa sordu: — Baban nerede kaldı acaba?, Çocuk hayretle gözlerini açtı: — Babam mı? Benim babam öldü.. — Peki beraber geldiğin adam am - can mr idi?. — Amcam filân değil, hiç tanımryo- rum, Yolda beni çağırdı, gel senin saç- larını kestireyim, dedi. Ben de razı ol. idum. ; Yağlı müşteri tabii hiç görünmedi. Tatbiki kabil ©l- mıyan karar Şehir meclisi uzun müzakerelerden sonra yeni bir darülâceze yapılmasına karar verdi ve gu karar suretini kabul etti: 1 — Şehirde eskisinin yerinde yeni bir Darülâceze binası yapılacaktır. Bu iş için lâzım olan malzeme yıkılacak olan eski Darülâceze binasından te- min edilecektir. 2 — Eski darülâceze binası, yenisi yapılıncaya kadar kullanılacaktır. NOT — Mevzubahs olan İstanbul şe- hir meclisi değildir? Fıkra fransızca- dan tercüme edilmiştir. — Gene birisi ezilmiş. — Ne felâket, sinemaya geç kala- cağız! Sağa baktım, sola baktım, yanımda - ki kızlar: — Yapma kız! — Etme kız! — Usta kızar kız!. Diye bLeni işime teşvik ediyorlar. Gene bunlardan öğrencim xi usta bu. gün bir işçiye yol vermiştir. — Neden? diye sordum. Bu sualimi cevapsız bıraktılar. Bel- ki de. o, kendisine verilen ücretin kar- şılığını fabiikaya işiyle ödevemiyordu. Kok o* Hacer beni çok bekletmedi. Hemen koşar adımlarla geldi. Beraberce kapı klan çıkdık. Hacer, Halrcroğlunda, Ayazmada otu- ruyordu. Kendisinin söylediğine göre, bu semtte belki cambaz da oynayacak- ti. Hem cnu seyredecek, hem eğlene- cek, hem de konuşacaktım. Merakım ne cambazda, ne eğlence - de, ne de konuşmaktaydı. Bir işçi evi- n? yakmdan görmek, bir işçi ailenin yaşayışını yakmıdan tetkik etmek imkâ- nma kavuşmak istiyordum. — İşte bunun içindir ki Hacerin tekli - fini cana minnet bilmiş ve hemen ka - bul etmiştim. , , Hacere gelince, o da davetini kabul etmemden memnun görünüyordu. Yol- da giderken hep o konuşuyordu.. Dün gece Şehremininde bulunan akrabaları - na gittiklerini, Naşidin komikliklerini, aktrislerin açık saçık kıyafetlerini an- latıyor, yarı uyku içinide geçen geceden sonra bugün, öğleye kadar çalışmanın kendisine pek ağır geldiğini söylüyor - du. Hacer, tve çirkin, ne de güzeldi. Giyi- nişi, basitliğine uygündu, Zaten yiizüne bakan da on da daha başka bir mâna a- ramıya heves etmezdi. Biz, işçilerden ayrılıp ta bir kayığa atlamak için yol aldığımız sırada yanı- mıza genç bir #şçi kadın daha takılmış- tr. Genç kadının, siyah ince mantosu- nun önü açıktı. Ve, arkasındaki eski yamalı, basma entarisi görünüyordu. Güneşten rengini atmış, krep damor baş örtüsünün uçlarını çenesine bağla- miş, sarkıtmıştı. İlk bakışta insana gü- zel görünen bir tavırla mütemadiyen gü lümsüyordu. « Fabrikanın tam arkasına düşen sahi- le saptık. Buradan bir kayığa atlayarak doğruca Halmıroğlunda — geçecektik. Kirli sahilde, dolmuşa adam taşıyan kayıkçılar vardı. Bunlardan birinin ka- yığı *deta dolmuş gibiydi. Bizi bekli - Röportajı yapan : Neriman #etuusssnsaa yormuş hissini verecek surette, daha görür görmez: — Haydisenize, .Kalkıyor!. Diye beğırdı.. Bu davete bir an evvel icabet ede- bilmek için koşuştuk. Böz atlar atlamaz da kayıkçı, elindeki küreği sahile daya- yarak kayığı açtı. Kayıkta kaklınlı erkekliyiz. Erkek- ler aralarında konuşuyor ve gülüşüyor- lar. Biz, bir kenara çökmüş ve onlara hemen hemen arkamızı dönmüş vazi'yet- teydik. Biribirimizi görmüyorduk. — Fakat çekingen ve yılışık bakışların sandalın havasmda belirsiz bir dalga yarattığını hissediyorduk. Yanımızdaki genç ka- dmm, kıskanç kocasımın hayaliyle, baş örütüsünün sarkan uçlarını çenesine do- ladı. Ben, idenizi, giden gelen kayıkları, vapurları seyrediyorum. Hacerle genç kaden, yavaştan konuşuyorlar, galiba da | kazan kaynatıyorlardı. Mevzularımı bil- mediğim için arasıra kulağrma çarpan cümlelerden bir mâna çıkartamrıyor- dum, Nihayet karşı sahili bulduk, Yüzer para vererek sandaldan atladık. İskele- den yürüyerek İdar bir sokağın başına geldik. Genç kadın, yanımızdan koşa koşa ayrıldı. Kocası mezbahada ame - leymiş.. Orta yaşlı bir adammış, eve her akşam et kokudarı içinde gelir, va- zifesi 75 kuruş gündelikle koyun göv delerini sırtında taşımakmış.. Kaynanası, kayınbabası, görümcesi varmış, beş senelik evliymiş, üç yaşın ida bir oğlu da varmış. Ayrılmazdan beraz önce konuştuğu mevzu yemekti. Âcele eve gitmesi icap ettiğini, öğle yemeğini hazırlamak mec buriyetinde olduğunu söylüyordu. — Akşamdan kalma fasulya, merer- mekli bulgur pilâvımız var, diyordu. Belki kocası eve gelirken bir kilo da üzüm alıp getirirdi. O ayrılınca Hacer de kend'siniden bahse başladı. — Benim de babam kahvecidir, dedi. Ona Hacı derler. Sonra daha geniş, daha hususi izah lara girişti. Babasının kendi babası olmadığını, anasmın bu aldama (ki defa vardığını, bu evlenişlerden birincisinin nikâhlr, ikincisinin nikâhsız olduğunu söyledi. yay- Devamı var Bün, bir diğer cenazenin | Haberin deniz ve macera romanı 18 Yazan: Ali Rıza Seyfi. Hergün gemi listelerini, cihan limanlarına girip çıkan gemileri gösteren resmi — jurnalları, cihan seferlerini her dilde çıkan deniz gazetele- rini toplamaklığım, tetkik etmekliğim yüzünden bu hususta bayağı bir mütehassıs haline — geldi- ğim halde adsız altın gemiden haher almak im- kânını bulamamıştım. Yalnız garip olarak şunla- rı öğrenmiş bulunuyordum: Altın geminin Spe- zia limanından çıkmış olduğu ay içinde, her bi- rinde bir milyondan fazla İngiliz lirasr olan üç açık deniz vapuru Avrupada iyi havaların hüküm sürdüğü sırada batmış, Loyt Sigorta şirketi tara- fından değerleri ödenmişti. Sen şimdi bana “ser sem Martin Hall,, diyeceksin “bununla ne anlat- mak istiyorsun? Nasıl delice bir düşünceye dü- şüyorsun?,, Ben de sana — diyeceğim ki: Allah versin de benim bütün bu düşündüklerim delilik olsa; ancak benim heyecanlı hayalimin uydur- duğu saçmalardan ibaret bulunsa! On iki ay içinde ne altın gemiden, ne de Biİ- lâk adir adamdan bir haber — alamamaklıfım beni yeise düşürmemişti. Londrada bulunduğum bir ay İçcinde gece gündüz bin yere koşarak, bat- mış olan gemilerde boğulmuş zengin ve kibar a- damların yanlarındaki mücevherat ile — değerli şeylerin — mümkün oldu#fu kadar — bir cetvelini yapmakla uğraşmıştım. Bu cetvelde birçok mü- cevheratın, yüzüklerin, kontluk taçlarının, ger- danlıkların, bileziklerin adları ve tarifleri oldu- ğu gibi tarihi bir antika çekmecenin de tarifi var dı: Bu çekmecenin üstünde meşhür Jean Petitot tarafından yapılmış bir resim bulunuyordu. Bir vakit Fransız maliyecisi Neckerin elinde bulun- muş olan bu çok değerli antika bir Amerikalı ta- rafından satın alımmıp Paristen (Boston)a götürü- lürken Nevfounland bankları açığında batmış o- lan Catalonia vapurile kaybolmuştu. Ben bu İş- lerle uğraşırken Nevyork zabıtası hafiyelerin- den bir dostüumun mektubu elime geldi. Bu mek- tupta aradığım adama dair pek kıymetli malü- mat vardı; Mister Bilâk; Hudson nehri sahilinde köşkü ve toprağı olan bir Amerikalr milyonerdi. Birçok şehirlerde büyük nüfuzu, İtibarı olan bu adam şimdi kıymettar taşlar, tablolar, minyatür resimler satın almak üzere Avrupaya — gelmişti. Mister Bilâk, tantyanlar tarafından — delişmen, “egzantrik,, bir adam addediliyordu. Nevyorklu dostum onün Londrada bulunduğunu da bildir- miş olduğundan hemen oturduğu oteli, öğrenmiş onun yanındaki odayı tutmuştum. Üç gün sonra da senin beni Pariste gördüğün Yahudi kılığına girmiş olduğum halde ona antika şeyler satmağa başladım. Fakat burada asıl söylemesini istedi- ğim şey, yukârıda Catalonia vapurile batmış ol- duğunu anlattığım tarihi antika kutunun da bu Mister Bilâkın odasındaki değerli şeyler arasın- , da olduğunu görmekliğimdir! Bu yeni keşfin beni ne kadar heyecanlandır O dığını sana söyliyemem. Düştünce zinelrimi ger- çek surette biribirine bağlayan ikinci halkayı da iste burada buluyordum. Bu adamın — elinde tarihi ve hüviyetinde asla yanlışlık tasavvur olu- namıyacak bir kutu vardı. Bütün dünya ise bu kutunun, içinden tek adam bile kurtulmamış bir vapur İle batıp derin, meçhül denizlerin — dibine gitmiş olduğunu biliyordu... Oh, bu malümat be- nim için ne büyük bir hazineydi! Bilâk üç ay Londrada kaldı; bu üç ay İçin- de benim gözümden otuz saat bile uzak kalama- . Üâr Bu müddet içinde bütün deniz seferlerini, va- pur kazalarını sırasile tetkik ediyordum. Bilâkın Londrada bulunduğu üç ay zarfında denizlerde izah olunamıyacak surette hiçbir kaza olmamış, hiçbir gemi batmamıştı. Bu garip tesadüf elbette bence dikkati celbedecek bir sşeydi. Ben Bilâkın 'adsız altın gemi ile doğrudan doğruya ilgili ol- duğunu gösteren bir emareyi henüz bulamamış- tım, lâkin o,geminin adamlarını pekâlâ — tanı- yordu. Şüpheli elmaslar ve kutu onun elindeydi.. Bundan başka o karada bulundukça denizlerde nasıl olduğu anlaşılamıyan ve hiç kimsenin kur- tulmadığı hiçbir deniz felâketi olmıyordu! Bütün bu garip uygunlukları düşünerek bu adamı takibe yeniden azmettim ve bu İş için hü- kümetin bana verdiği memuriyeti de bırakarak büsbütün bu iİşe koyuldum. Onun arkasından Pa- rise, Sen Petersburga — gittim: onu F'ransa şe- hirlerinden Marsilya limanına kadar izledim. İ- talyanın Spezia limanında gördüğüm haydutlar- "dan üçüyle Marsilya limanından — tekrar yatına bindiğini gördüm ve bir ay sonra yat, o İçinde olmadığı halde İngilterenin ! Coves limanına gel- mişti. O sırada da Ümit burnundan Kaiz Jimanı- na gelmekte olan ve içinde mühim miktarda pa- ra olduğu bilinen bir vapur nasıl olduğu biline- meden batıp gitmişti! İsşte o vakit bana büsbütün inanma — geldi. Görmekte olduğum okorkunç — rüyanın gerçek geay- Devamı var. |