Gine kli e bakkal 65 em u On beş gün sonra. Peregrini- nis ellerinde üç kutu. Biri Rakı- mın cigarası, ötekiler Penbe ve Rabiaya şeker. On beş gün Sinek- li Bakkalın semtine uğramamıştı Şimdi güya bir dostluk vazifesi diye gidiyordu, yahut dimağına kendini mazur göstermek için öy- le söylüyordu. Neden bu kafasım- daki her şeyden şüphe eden kud- rete bu kadar mahkümdu? Ne- den bir dostunun kızmı günlerinde aramasın? Artık etten, ıstırap kemikten bir makine değil ya, o da insan. Dükkânm peykeleri inmiş, ka- pısı aralıktı. İtti. Dükkân karan- lık. Mutfağa giden küçük sofada ışık var. Mutfaktan Rakımın sesi geliyordu. Kapıyı vurdu. “Nerede idin ayol?,, “Hani akşamları gelirim dedin. di, on beş gündür semtimize uğra- madı. Bu ne vefasızlık!,, Penbe elinde cigarasiyle mut- fak kapısını açmıştı, Rakım kah- vesini mangalın yanına bırakmış, fırlamıştı. Tavanda asılı kocaman fenerin içindeki petrol lâmbası- nın sarı ışığı içinde orada bir aile manzarası gördü. Ocağın üstün. deki rafta bakırlar parıl parıl ya- nıyor. Mangalın etrafmda üç hasır iskemle. İkisi boş, çünkü Penbe ile Rakım hâlâ ayakta. Üçüncü. sünden Rabia yavaş yavaş kalktı. Arkasında parmak dikişli bir hırka, çenesini beyaz bir tül- uzun bentle bağlamış. Beyaz çerçeve! içinde yüzü daha süzük ve uzun, gözlerinin altı mosmor, içlerindeki| ışık sönmüş gibi. Her halde o, Pe-| babası sürüldükten aramamasından regrini'nin, sonra kendisini müteessir görünmüyor. “Hasta mısmız?,, “Bademciklerim sık sık şişiyor.,, Oturdu, şeker kutusunu dizine koydu. O, kutunun kürdelâsmı dalgın dalgın çözerken Penbe, fundanları ağzına atıyor, ağzımı şapırdatıyordu. Rabia, kutunun kapağındaki maymun resmine ba- karken ağzının bir tarafını aşağı doğru çeken çarpık bir tebessüm etti. Bal rengi gözlerin iştirak et- mediği bir tebessüm. Rakım, dükkândan ona da bir hasır iskemle getirdi. Penbe: “Rabianın boğazına, zeytin döktüm, ısıttım, koydum. Yatar- ken mhlamur içireceğim, bir de ter- leteceğim.,, diyordu. Peregrini iskemlesini Rabiaya yaklaştırdı: “Bana, ateşiniz var gibi geliyor, Rabia hanım.,, Kız cevap vermedi. Cansız yü- zünde bir şey bekliyen ve bir şey dinliyen bir mâna hasıl oluyordu. “Buruuvv.., Buuuvv... Buvuvv!,, Herçm bir poyraz fırtınası, bah- çede kuru dalları birbirine çarpıp hışıldatıyor, kapının önündeki ça- (Nakil, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.) kılları karıştırıyor, ve bu ân rüz- gârm arasmda kapı tırmalanıyor. Rabia kalktı, kapıya gitti. Kedisi- ni içeri alırken, Peregrini'nin göz- leri, aralanan kapının ötesinde karanlığı korkunç siyah bir dalga gibi gördü. “Allah denizdekilere imdat et- sini,, Penbenin çiçek bozuğu yüzü dua eder gibi, küçük siyah gözle. rin arkasında yaşlar var. Hay ak- si karı, Rabiaya Tevfiğin deniz geçtiğini hatırlatmakta mâna var mı? Kız, kedi donmuş gibi duruyor. “Tevfik Beyruta varalı çok ol- du.,, Bu cüceden. Rabia iskemlesine döndü. Peregrini eski bir Beyrut seyahatini atlatmağa başladı. Na. sıl çarşaf gibi bir deniz üstünde gitmiş, nasıl Beyruttan Şama seya- hat etmiş. Havası portakal, limon çiçeği kokan, önündeki mavi deni- ze ayaklarını batırıp oturan, yu- muşak, yeşil yamaçlı Lübnan... Rabia hafifçe içini çekti. Du- dağınm bir tarafını aşağı çeken çarpık tebessüm hâlâ yerinde, fa- kat yüzünün gergin ifadesi değişi- yor. “Bu hafta Vehbi Dedeyi gördü- nüz mü?,, “Bu sabah uğradı. Bir iki güne kadar Tevfikten mektup gelir, di- yor. Ahbaplarından bir derviş geliyormuş, elden mektup alırsak, doğru havadis alırız.,, Mutlak Rabianın zihnini Tev. fikten ayırmalı! “Musiki derslerinize devam e decek misiniz?,, “Zaten muntazam ders almıyor dum. Fakat şimdi biraz daha çalış malı, diyor, Musiki dersi vermemi teklif etti. Dükkânda artık çalış- mamı pek muvafık görmüyor.,,. Peregrini içinden: “Hani kızı kendi haline bırak malı, diyordu. Demek o da çocu: ğun zihnini meşgul etmek için bir şeyler düşünüyor. Fena değil, ye- ni simalar görecek...,, dedi. Fakat bir taraftan da kızın boğuk ve yır- tık çıkan sesini düşünerek mütees- sir oluyordu. Her kelime ağzın- dan çıkarken yüzünü buruşturu- yor, boğazma bir şey saplanmış gibi elleri boynuna gidiyor ve yut” kunuyor. “Ramazanda mukabele okumı- yacak mısınız?,, “Sesim çatlak zurna gibi kal- mazsa.,, “Bir iki güne kadar bir şeyiniz kalmaz.,, Gene içinden: “Sesi böyle kalacaksa, ölsün, daha iyi.,, diyordu. Fakat Rabia- nm ölümü fikri burnunun direği. ni sızlattı, Gözlerine hücum eden yaşları zor zaptediyordu. (Devamt var) onun, kızımı kollarmın o arasında|sına HABER — Aksam postası MİLKKÂNUN — 1935 AmerikayafA” “ Vay çapkın vay..! Alacağı olsun onun. Neclâyı, Nevyorkta arayıp sormamış bile. Ben zaten parası için sever şöründüğünü çoktan anlamıştım! ,, M. Paşa salonda aşağı yukarı dolaşıyordu. Sabırsızlığı son dereceyi bul - rmuştu.. Daha fazla bekliyemiye - cekti, Saat beşe geliyordu. Şimdiye kadar her iki dokto - run da gelmesi lâzımdı.. Kâhya » — Bari sen git de iskelede bek liyen Kenan Beyi bul.. Ve neden geciktiğini anla! Diye söylenirken, konağın bah. çe kapısı önünde duran bir araba, Paşanın yüreğini serinletmişti. Mehmet kâhya: — İşte geldiler Paşam! Diyerek kapıya koştu. Kenan Bey önde, Amerikalı doktor biraz arkada yürüye * rek bahçeye girmişlerdi. M. Paşa Amerikalı doktoru görünce, çocuk gibi sevindi.. İç kapıya inerek, misafirlerini kar$şı- ladı: — Niçin geciktiniz, Bey? Paşanm hususi doktoru güle - rek selâm verdi: — Geciktiğimizi zannetmiyo - rum. Doktor vapurdan çıkar çık- maz hemen arabaya bindik ve yo- la çıktık. Paşa tereddütle ikisinin de yü- züne bakarak sordu: — Neclâcığım nasılmış, Sor- dun mu? Kenan Bey cevap verdi: — Sormaz olur muyum?! Bu | ——— geceyi dün geceden daha iyi ge - çirmiş... Sıhhati yerinde imiş. Hiç bir iztirabı yokmuş. Yukarıya çıktılar, M. Paşanın sevincinden ağ. zı kulaklarına varıyor, çabuk ko- nuşayım derken dili peltekleni - yordu: — Oh-, Çok şükürler olsun Tan rtma... Yavrucuğum ne ölümler den kurtulmuş. Misafirlere yer gösterirken, a- rada Kâhyanın kulağına şu söz - leri fısıldamayı da unutmuyordu: — Adaklarımı yarm hemen yerine getirmeliyim, Mehmet; sa- bahleyin erkenden bir koyun alıp Eyüp Sultana götüreceksin! On deste mum da Tokmaklı dedeye... Anladım mı? Mehmet Kâhya gülmemek için kendini zor tutuyor ve mütema - diyen: — Başüstüne Paşam... Diyerek başını sallıyordu. ia Amerikalı doktoru yemek ma. sasınım başma geçirdi; kendi de yanma oturdu. — Acaba, doktor, bizim Nev. yorktaki damat taslağını tanıyor m? Kenan Bey profosöre Fransız! ca sordu. Amerikalı doktor şu cevabı ver di: Kenan — Çapkının biri.. Bütün Ame -| rikan gazeteleri ondan bahsedi - yorlar, Bol bol para yiyor. — Para mı yiyor?! | — Evet, Güya kendisine Mısır | tahvillerinden büyük bir ikrami | ye . — Vay teres vay! Neclâyı bu | lacağım diye Amerikaya gitti. Şimdiye kadar kendisine otuz bin dolar göndermiştim. Zavall para: cıklarım... Amerikalı doktor mütecessira” ne başını sallıyarak: — Neclâyı bir gün bile görme. ğe gelmemiş. Barlardan birinde orta malı bir kadına tutulmuş... Bu kadının koynundan çıkmıyor- muş! Diye mırıldandı. Paşa dişlerini gıcırdatarak söy- lendi: — Ben ömrümde bir kişiye ka- pıldım, O da, Aslan Turguttur. Alacağı olsun onun. Hele kızca -| ğızım biraz iyileşsin de, bir kere. de onun fikrini alayım. Sonra birden Kenan Beye döndü: — Dün sevinçle hiç de dikkat etmedim.. Neclânm parmağında nişan yüzüğü var mıydı? Kenan Bey önüne bakarak ce" vap verdi: — Benim gözüme çarpmadı. Zannederim ki yoktu. | — Amerikal doktorun söyle -: dikleri tamamile hakikattir. Hiç | mübalâğa yok. O çapkından her şey beklenir, Ben zaten onu Ame- rikaya giderken de denemiştim.; Kızımı, paramda gözü olduğu içi ever gibi göründüğünü anladı amma... Ne yazık ki bir defa ka” İ pıldık. Amerikalı doktor çok iştah! yemek yiyordu. Kenan Bey, Nec * lânm gelişinden çok memnundu Kendi kendine; — Artık Paşanın sonu gelmi * yen istintaklarmdan, tahammül edilmez münakaşalarından kur * tuldum... Diye seviniyordu. Kenan Bey o gece evinde sab8" ha kadar Neclânm hastalığının fizyolojik sebeplerini ve tedav! usullerini tetkik etmiş, hayli ks“ fa yormuştu. Kenan Bey Avrupadaki tıb 68” reyanlarımnı günü gününe takib eden, ruhi hastalıklarda müteha” sıs, değerli bir hekimdi. Fakat ne de olsa, Neclâyı tedavi edem doktor, bir Amerikalı profesördü” Onunla bu hastalık üzerinde fa# la mübahasa ve münakaşaya gi * rişmek, herşeyden önce Türkün misafirperverliğile taban tabar4, zid ve kaba bir hareket olacakti: Kenan Bey bu mevzu üzerinde konuşmayı, nezaketen başka bif güne bırakmıştı. İstanbulun havasından, suyu” dan eski san'at eserlerinden ve her Amerikalıyı yakmdan ilgiliye” Şarkm harem hayatından bahse * derek gülüşüyorlardı. (Devamı var) — Türk Hava Kurumunun beyannamesi “Türk Hava kurumu,, fitrele * rin Hava kurumuna verilmesi hak kında bir beyanname çıkarmıştır, aynen yazıyoruz: f Sevgili yurtdaşlar ; Türk Hava kurumu işe başlıya hdanberi fitrelerinizi üç ulusal cemiyete yardım olmak üzere ver" meğe alışmış bulunuyorsunuz. Bu yıl da kapınıza getirilecek zarf - ları boş çevirmiyeceğiniz şüphe * sizdir. Hava kuvvetlerimiz için siz - den yardım istenildiği zaman da. ha derin düşünerek, dünkünden daha keskin görerek ve anlıya * rak elinizi cebinize uzatmalısınız. Karnınızı doyurmak için har- cadığımız parayı nasıl istekle ve - riyorsanız, havanız için de ayni arzuyu göstermelisiniz. Göklerini sağlam tutmıyan uluslarnı halini görüyorsunuz. o Uçak filolarının bir insan ağırlığındaki bombaları ile dünyanın en vuruşkan yiğit * leri bile başa çıkamıyor. Atatürkün Kamutay kürsüşün- | den söylediklerini dinlediniz. Bi. | ze havadan saldıracakların yuva" larma biz de gökten ateş yağdı - rabilecek kadar kuvvetlenmeli » yiz ki, hava tehlikesine karşı bu" lunmuş sayılabilelim. Hiç durma. dan milyonları emen havacılığf para yetiştirmek, ancak bütün 4" lusun, ayni cömertlikle yardım* koşmasına bağlıdır. Bu yardımls” için bize başvurulduğu zaman, © devini istekle yapan bir insan" gönül rahatlığını duyarak ileti atılmalıyız: “Fitre,, olarak vereceğiniz p# ra bütün yıl harcadıklarınızın ©” yerinde, en değerlisidir. Bu pa”* binlerce zavallının yarasma merhem olacaktır. o Susuzlukt8” çatlamış topraklara düşen yağın” gibi her felâkete yetişen ( AY), Türkiyede düşmüş çocuk b” rakmamak için çırpınan (çocuk ESİRGEME KURUMU) da, evi nize bırakılacak zarflardan kuY* vet alacaklardır. Aç kalmış bif yoksulun, sokakta kalmış bir yav runün ne demek olduğunu içini” de bilmiyen yoktur. Yürekleri iyilik için çarps” yartdaşlar; Bugünün fitresi, on beş yirmi Yıl önceki fitreden bambaşkad”"" Sizden istediğimiz bu başkalıf iyice kavramak ve ondan sopr* yardıma koşmaktır. Göklerimi” hastalarımız, yoksullarımız ve e yallılarımız gözlerini size di bekliyorlar,