2, HAZİRAN — 1935 Macar hikâyesi: Haydutlar arasında KA 5 İkinci e4e ue kazandım. Kazan- dıklarımı cebime köoymuyordum. Dördüncü, beşinci altıncı, elleri hep ben kazandım. Terlemeğe baş- Jıyordum. Bir haydutla kumar oy- namak ve boyuna — kazanmak ne müthiş bir işti. Yedinci elde gene kazanmayayım mı? Önümde da - ha — şimdiden 20 şer florinlik bir yığın birikmişti. — Büz gibi bir ter sırtımdan aşağıya akıyordu. Ne o- lurdu Presburg kumarhanelerinde de böyle bir şansım olsaydı! “A » man Allahım bu sefer bana kaybet tir., diye dualar ederek bütün ka- zandıklarımı yeniden kâğıdın üt - tüne koydum, Nafile; - sekizinc de kazandım. Daha şimdiden ken- | dimi ölmüş sanıyordum. Haydut gülerek: — Benim yiğit koca dayım; her halde sen aşkta talisizsindir. Çün- kü kumrda kazanan aşkta kaybe - der dedikdten sonra, gözlerini çe - virerek Kontese manalı — manalı baktı, Benira bütün azam tirtir titriyor du. Dokuzuncu eli de oynadık. Ge- ne kazandım. Haydut elini masaya vurarak: — Koca dayı, böyle giderşe ben bütün Bihar vilâyetini kaybedece - gim! Dedikten sonra önünde artakal- mış paraları topladı. Ben de tit riyerek kendisine kazanmış oldu- ğum paraları geri vermeği teklif ettim, Haydut kızdı: — Sen beni ne sanıyorsun? Pa- ralarımı topla yoksa — kapı dışarı ederim ha! Aramsı Allahım b peralaği bih -de'yapacaktım? Bunlar - kimbilir kimin canma kıyılarak ele geçi - rilmişti ve bu sefer de benim za - yalk canrma — dokunarak geriye almacaktı. Hepsini toplıyarak zi - ganlara verdim. Verir vermez de yapmış olduğum deliliği anladım. Demek ki paralara tenezzül et - memek suretile kendimin zengin bir adam olduğumu anlatmıştım. Ziganlar hemen etrafrma üşüşe rek sevdiğim şarkımm admı sordu- lar. Ben de Kontese hangi şarkı - dan hoşlandığını sormak - suretile bu işten yakamı sıyırdım. Kontes nazlanmadı. O pürüz - süz şakrak sesile “kış yaz Puszta da otrurum,, şarkısına — başladı. ©O kadar güzel, o derece kuvvetli söylüyordu ki nerede — olduğumu unuttum. Kendimi Budapeştedeki locamda sanarak alkışlamağa baş ladım. a Haydutların başı da alkışladı. Sonra Kontese öğretmek için ken- di şarkısını söylemek istediğini an lattı. Gür ve güzel — bir sesle, şimdi hatırIryamadığım bir türküyü söy- ledikten sonra gene bana döne - rek: — Haydi bakalım — koca dayı sıra senin, Fena halde sıkıldım, Böyle kor- kunç bir yerder — yegâne bildiğim (Allahaısmarladık benim sessiz yuvam) şarkısını nasıl söyliyebi » lirdim?. — Ben şarkı mem ki. Eskiden bir opera parçası söyle- diğimi sandığım zamanlarda Kon- tes kahkahalarla güler, — sesimin akordsuz olduğunu söylerdi. Bunu bildiğim için şimdi şarkı söyleme- Ye nafile cesaret edemezdim. — | Bu sırada Kontes bana fransız- ca olarak başrmı derde sokmamak söylemesini bil- için şarkı söylememi — öğütledi. İnadım yüzünden onun bir hakare te uğramasını istemiyordum. Artık ne yaptığımı bilmez bir hale gelebilmek — için böyle bir teşvik kâfi idi, Ne yapabilirdim? Kalbim korku oklarile delik de - şik olmuş, boğazını öldürücü bir dehşetin tesirile kupkuru “Allaha ısmarladık,, şarkısına başladım ve elimden geldiği kadar söyledim. Şarkının ortasına kadar Kontes' hiçbir şey yapmadı. nız senin bağrında mes'ut olabili- vim,, parçasında sesimi yükseht mek için kendimi zorlayınca, se - sim çatlak bir zurna gibi akord « suz çıktı; Kontes kendini tutamı- yarak, bastı kahkahayı, arkasın « dan haydutlar da büyük gürültü- * lerle güldüler. Ben de hiçbir se bep yokken gülmek mecburiyetini duydum. Sonra tekrar dansa başladılar. Kontes bir türlü — yorulmuyordu. Tanyeri ağarmcaya kadar danse! ti. Ancak güneş pencerelerden « şık vermeğe başladığı zaman da, haydutlara artık yorulduğunu v: arabasının koşturulmasını söyledi. İşte şimdi bizim de hapı yutmamı- zın sırası gelmişti. Haydut dışarıya çıktı, arabacı ile uşağı uyandırarak arabyı koş- turdu. İçeriye gelerek gidebilece - ğimizi bildirdi. Hiç şüphesiz bizi yolda öldürecekti. Arabadan inerken kurduğum- dan daha büyük bir korku ile tek- rar bindim. Beni en çok üzen şey, para çantamın benden alınacağı - nt düşünmelti Haydut kendi-* “için-de bir at eğerliyerek ve arabanın yanı ba - şında dört nala giderek — bizi ana caddeye kadar — çıkardı. Burada şapkasını çıkardı. Bize derin say- gı gösteren bir selâm verdi ve ge- riye döndü. Zerind şehrine gelinceye kadar yaşamakta olduğuma bir türlü i - nanamıyordum. Ancak — burada ağzımı açarak Kontese çıkıştım ve kendi çılgınlığı vüzünden bize çok pahalıya — malolabilecek bir belâyı savuşturmuş olduğumuzu söyledim, Eğer bu haydutlar ben- den korkmasaydı birçok münase- betsizlikler yapabilirlerdi. Bu mü- nasebetsizliklerin başlıcasını biz yapmıştık: Düşünün bir kere he- le, handa haydutlarla tanyeri a - ğarımcaya kadar dansetmek! Ben bütünbu — dertlerimi uzun uzdıya dökerken Kontes sözümü keserek: — Benim sevimli Baronum uy- kun yok mu? Diye sordu. Canımın sıkıldığı - nı gösterici bir surette — karşılık verdim: — Hayır, yok! — Öyle ise handa sonunu getir- memiş olduğun şarkıyı bitir bari, — Ben uyuyacağım. Saat altıya doğru Arada var- dık. Odasına çıkarken merdiven başında tanıdıklarından üç kişiye rastgeldi. Dün gece başından ç» çenlerin hepsini ayaküstü en'atı - verdi. Baloya gittik. Bizim Kontes ba- lonun en güzel kadını idi ve bunu kendi de biliyordu. Hiç dansı"* « mediğine bakılırsa, oraya güzelli- ğini göstermekten başka niçin gel miş olabilirdi? Dansa kaldırmağa — gelenlere çok yorgun olduğunu söylüyordu. Yorgun olduğuna doğrusu ben de . BABER — Akşam Postası —— — Kartal Oğullarının ülkesi ARNAVUTLUKTA Türkçeye çeviren: A, EKREM N0 7 Bu gördüğün adamı, erkek mi sanı- yorsun? O kadın erkektir hiç bir | Fakat “yal 'ı vakit evlenemez / — Tiranın izcileri bayrak ve müzika ile geçid resmi yaparlar. İzci- lik Arnavutlukta çok yayılmaktadır. Bu bağırma, — dağlıların telsiz telgrafıdır. Bağırılan havadis te- peden tepeye giderek bizim bir haftada aldığımız yolu — bir kaç saat içinde kateder. Korucuları - mızdan Lulaş bize bağırmanın daima şifre olarak — yapıldığını | söyledi. Meaclâi “Nasilain?.. — diyince bu “bir yabancı geldi,, demektir. Bu ses düz bir hava çizgisi çize- rek 6 kilometre kadar mesafeden işitilmektedir. Ancak sözler o ka- dar uzaktan işitilmiyebilir. Yolda giderken Müslüman hi- ristiyan daha bir çok yolcular bi- ze katılmıştı. Şimdi on iki kadar atlı ve bir çok yerde tüfeklilerle | birlikte yürüyorduk. Atının üstün de dim dik duran, yakışıklı bir süvarinin kolu düğmeli idi. Yu- nan tarihçisi Herodot ta eski İl - inanıyordum. Geceyarısından şa - fak sökünceye kadar on sekiz çar- daş oynamak — kolay iş değildi! Ben dansetmemiş olmakla bera - ber ayakta duracak halim yokta. Kumar odasında soluğu aldımı. Asıl şans kendini şimdi gösterme- li idi. Masaların birinde Lânskine oynanıyordu. — Bana lütfen yer verin, deh - şetli şansım var!... Amanın, ne de şans?1,. Tasta: mam bin florin kaybettim.. Yolda ise, ben ondan kaçtıkça, şans pe şimden kovalamıştı. Bundan altı ay sonra, elime bir gazete geçti. Resmi tebliğler sü - tununda, (çünkü ben — gazetenin başka taraflarını okumam) Sez -| ! ged divaniharbince idama mah - küm edilen meşhur haydut Josef Feketenin asılmış olduğunu oku - dum. . Bu alâkaya değer gazeteyi ma- dam Stefi Repeye götürerek ha - vadisi okudum. İdam sözlerini bi- Hirince : — Vah, vah, ne yazık! — Öyle mükemmel bir dansördü - ki! Çok acıdım doğrusu.. sözleri ağzından döküldü. Türkçeye çeviren Ahmet Ekrem Hryalıların hep döğmeli oldukla- rını söylemiyor mu? Pate bu döğmeli adamı mağile göstererek : — Bu gördüğün adamı, erkek mi sanıyorsun? O kadın - erkek- tir; hiç bir vakit evlenemez!.. Bu söze aklımız ermemişti. Ağ- zımız açık. kalmışkı.. Bunun üze. rine Malcia e Madha ülkesinir yüzlerce yıllık belki de Amazon- lar kadar eski bir âdetini anlat- tı. par- Malciarlar çocukları daha kü- çükken drahomasını, çehiz para- sını vermek şartile — nişanlarlar. Erkek evlât asıl makbul olandır. Şimdi çocuklar büyüyüp te ara: larında eylenme olmadığı takdir- de, kız bakire kalmağı ahtederek erkeğin üstündeki evlenme bağı- nı çözmeğe mecburdur. Bundan sonra artık erkek elbiseşi giyebi- lir, silâh taşır ve eğer erkek kar- deşleri yoksa babasının — ölümü üzerine topraklar kendisine ge - çer. Ancak bü miras kendisi ö- lünce ailesinden bir erkek evlâda geçer. İşte bu kolu döğmeli ka- dını biz erkek sanmıştık. Bu kötü ve mânâsız âdet yü- zünden zavallı evlenmemeğe ve Bzğee <8 katik MLEZ bütün hayatını böyle eşsiz ve boş geçirmeğe mahkümdu. Dağın doğu ve batı yamaçları- nı birbirinden ayıran sınıra var- dık. Esasen muhafızlarımızın k - bile sınırları buraya kadardı. Yanaklarını uzun uzadıya bizim yanaklarımıza — sürtüştürdükten sonra bizden ayrıldılar. Hiç bir ücret ve mükâfat bek- lemeksizin bizimle yedi saat yü- rümüşler ve kabilelerini bir. kan davasına karıştırmamak için bü- tün yolculukta bizi - korumağa hazır bulunmuşlardı. 1200 metreden birdenbire ye- şil (Şala) ovasına inen dik inişi, atlarımızı yedeklerimize alarak yaya indik. Şala vadisinin dört yanını tepeleri karla örtülü dağ- lar bir duvar gibi çevirmekte : dir. Şimdi Malisörleri teşkil eden yedi gruptan biri olan Dukajin- lerin topraklarında idik. Kendi- si de Dukajinlerden olan kılavu- zumuz Pate bizi taş duvarlı ve mazgallı bir kârgir banaya gö - türdü. Burada önümüze ekmek, çorba, peynir koydular ve altımı- za birer şilte serdiler. Pate yemekten sofifa Vi "öyin, “kendi saçlarının vaftiz babası - na,, ait olduğunu söyledi. Mal:- sörler de eski İlliryalılar gibi ka- falarını ustra ile traş ettirirler. Çocuk iki yaşına varınca yapılan ilk merasimde vaftiz babası ola- cak adam makası işletir. Bizim cenup vilâyetlerimizde bir âdet vardır. Sünnet olacak çocuğu tu- tan adama “kirve,, derler. Kir- velerle çocuk babası — arasında sünnet münasebetile bir çok he - diyeler alınıp verilir. İşte Arna - vutlukta da “saç vaftiz. babası,, denilen adam böyle bir merasim dolayısile akrabadan sayılır. Gelelim biz, saç kesme mera - simine: Çocuk hiristiyan ise kafa taşında istavroz biçiminde dört parça saç bırakılır. Eğer Müslü - man ise başın üç yanı traş edile- rek tepede bir müselles bırakıl- maktadır. Gittikleri yere sazlarını da götürürler. Balkan yarım adasının çingeneleri he ryerde olduğu gibi saz ve söz âşıkıdırlar. Çingene — kemanlariyle Arnavut curaları bir arada iyi tempo tutabiliyor.