“bir Prâsident 6320'dir. Size muhte- melen en uygun düşeni budur. Çok sağlam ve dayanıklı bir aygıttır bu.” Merlin aygıtın sağlamlığını denemek isteyen Hadubrand'ı ancak son anda engelleyebildi (Hadubrand hayal kı- rıklığıyla gürzünü içeri soktu). Hil- debrand ise ““Prâsident”” adından pek hoşlanmamıştı. Bir ““Prâsident''(baş- kan) çok demokratik geliyordu kula- ğa, onlar ise kendi derebeylerine yü- rekten bağlıydılar. Satıcı şimdi Star'ı gösteriyordu onlara: “Star gerçi da- ha pahalıdır, ama ondan belki de da- ha çok hoşlanacaksınız.” Merlin, “Star” kelimesinin Almanca “'yıl- dız”' anlamına geldiğini açıklayınca, şövalyeler coşkuyla bunun kendileri için hiç kuşkusuz uygun bir aygıt ol- duğunu söylediler; çünkü onların bayrakları üstünde de bir yıldız pa- rıldamaktaydı. Satıcı Star LC-10 C olarak bu yazıcının bir Cammodore arabirimiyle de donatılmış olduğunu, yazıcı-kafasında dokuz adet iğnenin vuruşa hazır bir şekilde durduğunu ve pek çok sayıda değişik yazı türüne sa- hip olduğunu ekledi sözlerine, Ha- dubrand'ın aklına bir soru daha ta- kılmıştı: Bir devrin gotik yazısının da aygıttan kâğıda geçirilip geçirilemiye- ceğini öğrenmek istiyordu. Şövalye- ler bu soru üzerine şimdi ilk kez satı- cının çaresiz kaldığını gördüler. Sa- tıcı ne bu yazı türünü taniyordu ne de bu yazının mevcut yazılardan Cour- rier'ye, Orator'a ve Sans-Serif'e ben- zeyip benzemediğinden haberi vardı. Ama gene de, karakter-seti editörle- ri denilen ve her istenilen yazıyı ya- zıcı aracılığıyla kâğıda geçiren prog- ramların varlığından söz etti satıcı, Kuşkusuz onlar da gotik yazıyı bu şe- kilde üretebilirlerdi. Merlin ve iki şö- valye meseleyi bir süre kendi arala- rında müzakere ettikten sonra Hil- debrand şöyle dedi: “Tamam! Bizim bayrak işaretimizi taşıyan aygıtı sa- tın alacağız.” Yaklaşık 800 Mark'lık bir “kurtarmalığın'' onu ürkütmedi- Bini de sözlerine ekledi. Satıcı kısmen demir giysilere bü- rünmüş olan şövalyelere bir göz ata- rak onların hardware açısından şim- di çok iyi donatılmış olduklarını be- lirttikten sonra, artık software konu- sunda konuşmaları gerektiğini ifade etti. Satıcı dinleyicilerin şaşkın bakış- larını fark ettiğinde, şu açıklamada bulundu: “Hardware -ki bunu Al- mancaya katı emtia olarak çevirebili- riz- deyiminden bilgisayar tertibatın- daki el sürülebilecek her şey anlaşıl- maktadır. Ancak, örneğin klavye üzerinden daktilo edilen bir metnin ekranda ya da daha sonra kâğıtta be- lirebilmesi için bir programa gerek- sinme duyulmaktadır. Programlara ise ve tabii verilere de software denil- mektedir. Bu deyimi Almancaya yu- muşak emtia olarak çevirmek müm- kündür.”” Buna göre, bir metin- işleme programı şimdi software ola- rak sizde eksik olan şeyin ta kendisi- dir. Özellikle de C64 için piyasada pek çok sayıda iyi program bulun- maktadır, diyerek satıcı sözlerini ta- mamladı. Küçük bir yanlış anlama ortadan kaldırıldıktan sonra (Hildeb- rand ve Hadubrand hemen bilgisayar pazarına doğru yola koyulmak iste- mişlerdi) satıcı çekmeceden iki küçük paket çıkardı. Vizawrite'ın ve Star- texter'ın şu anda Commodore 64 için en iyi metin-işleme programları ola- rak kabul edildiklerini, fiyatlarının da sundukları hizmetler karşısında çok elverişli olduğunu söyleyen satı- cı, bu sırada bir yandan da Vizawrite- paketçiğinden bir disketi disket yeri- nin ağzına sürmüş ve kısa bir yükle- me evresinden sonra bir metni dak- tilo etmeye başlamıştı. Hadubrand ansızın bir şeyin dizliklerine sürekli olarak vurduğunu fark etti ve bunun nedenini araştırırken küçük bir erkek çocuğuyla karşılaştı. Çocuk onun ku- lağına şunları fıisıldiıyordu: ““Kendi- nize bir Mastertex Plus satın alın! Bu çok daha ucuzdur ve gereksindiğiniz her şeyi yapabilir.”” Satıcı şövalyele- rin kararan yüzlerini gördüğünde, ço- cuğun elbette haklı olduğunu, zaten kendisinin de bu programı onlara bi- razdan takdim edeceğini belirtti ace- leyle. Vizawrite programını bir çırpı- da sona erdiren satıcı Mastertext Plus'u masanın üstüne yerleştirdi. Hadubrand meseleyi kafasında ölçüp biçiyor gibi görünüyordu ve bir süre sonra şöyle bir düşünce ileri sürdü: Madem ki metin-işleme programı böylesine ucuzdu, bu güzel, rengâ- renk, hareketli görüntüleri büyülü bir biçimde ekrana getiren programı da belki satın alabilirlerdi. Hildebrand da uzay gemilerinden pek hoaşlanmıştı