Görünüşün “nesnel' gerçekliğini fotoğrafa terketmek zorunda kalan kimi ressamlarsa, *öznel' bir gerçekliği, kendi iç dün- yalarını ifade etmeye yöneldiler. Artık bu ressamlar için resimlerinin konusu, kendilerinin o konu karşsındaki duygularını, tavırlarını dile getirmek için bir mazeret, neredeyse bir bahane haline gelmiştir. Örneğin erotik resim... Cinsel arzu duyulan gözdeler yüzyıllardır ressamların resmetmeyi en çok sevdikleri konulardan biri olmuştur. Ama 20. yüzyılda cinsel arzunun, artık yöneldiği gözdeden kopmuş gibi göründüğü resimlerle karşılaşırız. Resmedilmeye çalışılan arzunun objesi değil, kendisidir. Arzu seçilen renklerde fırça vuruşlarının yarattığı titreşimlerdedir, resmin bütün atmosferine sinmiş durumdadır. Ancak ifadeci resim anlayışının be- risinde yatan fotoğrafla resim arasında- ki örtük karşılaştırma fotoğrafın (ve hatta daha da genel olarak, gözün ve görmenin) özelliklerinin yanlış anlaşıl- masından kaynaklanıyor olabilir. Ötedenberi gözün nesnel gerçeklik karşısındak bir ayna işlevi gördüğü, başka bir deyişle, gözün gördüğünün saf ve çıplak gerçeklik olduğu varsayıl- dı. O kadar ki gerçekliğin aslında nasıl olduğunu dile getirmek için geliştirilen düşünce sistemleri “teori” gibi, “nazariye” gibi, göz ve bakış anlamı- na gelen kelimelerden türetilmiş adlar- la adlandırıldı. İfadeci sanat da görme hakkındaki bu geleneksel kabulleri paylaşıyordu. İfadeci ressamlar nesnenin saf ve çıp- lak gerçekliğinin ötesine geçmek, onda bir anlam (yorum, ifade) keşfetmek is- tiyor, bunu içinse görünüşün tahakkü- münden kurtulmanın gereğine inanıyorlar, kübistlerin eşyanın cephe- lerini parçalama gerekçelerinden çok farklı gerekçelerle görünüşleri çarpıtı- yorlardı. Oysa neredeyse aynı zamanlarda, fel- sefe ve fotoğraf, çok farklı yöntemle- riyle, gözle ilgili eski inanışları kökten değiştirdi. Felsefe, gözün gösterdiği dünyanın sanıldığı gibi saf, çıplak ve anlamsız olmadığını, anlamlandırma ve görme faaliyetlerinin içiçe olduğunu Öğ- retiyordu. Gördüğümüz herşeyi, zaten anlamlı bir şey olarak ve bütün duygu- sal yükleriyle birlikte görüyoruz. Kimi fotoğrafları da bu tezin canlı bir kanıtı olarak görmek mümkün. Tek bir statik kare bile, bazen yanlızca duygu ve tavırları da değil, bütün bir hikaye- nin yaşanmışlığını ifade edebilir. 64