2 Aralık 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

2 Aralık 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

çiz erik öd Ls Tefrika: 31 Nesep zincirinin halkaları ADNAN: BüTÜN Müstârebe Araplarının ceddi... İbrahim Peygamber “oğlu İsmail Peygamberin, babadan oğula, erkek çocuklarından gel- mekte... Her batın, ortalama 30 se- ne kabul edilecek olursa, Milâttan evvelki Birinci, 35 yıl hesabiyle İkinci; 40 sene hesabiyle de Üçün- cü Asırda yaşamış olması lâzım... Bu ihtimallerin üçü de mümkün ve Kuvvetli olduğuna göre, Adnan'ın devrini Milâttan evvelki ilk üç asır içinde kabul etmek icap eder. Bazı Garp muharrirleri, aradaki batın sayısına bile tam dikkat etmeden ve her batna assari ölçüyü biçerek, Adnan'ı nihayet Milâdın İlk As- rına kadar geriletirler ve onun Bâ- bil Kralı Buhtunnasar ile mücade- lesine dair rivayetleri bu bakım- dan cürütmeye çalışarak Peygam- berler Peygamberinin nesebine ha- kikatsizlik isnat etmeye kalkarlar. Halbuki İslâmda, Adnan'ın, Milât- tan evvelki Altincı Asırda yaşadığı söylenen Buhtunnasar ile mutlaka mücadele etmiş bir şahsiyet oldu- ğuna dair hicbir nas (mutlak ölçü) bulunmadığı sibi, Adnan'ın Son ve Üstün Resul ile arasındaki 21 ba- tınlık ölcünün yekün halinde kaç yıla vardığına ve onun hangi asır- da yaşadığına ait de hiçbir kat'i hüküm yoktur. Bu müddet, imkân *. âleminde, 4 asırdan 11 asra kadar uzayıp kısalabilir. Kaldı ki, Ara- « bistanı istilâ eden ve Adnan tara- fından karşı koyulan yabancı kuv- “vetlerin de, ille Buhtunnasar dev- rinin Babilileri olması şart değildir. Adnan'ın validesi ve ayrıca zev- cesi, rivayete göre Kahtan oğulları soyundandır. Çocuklarının sayısını tam bilmiyoruz; fakat en başta, mukaddes soy bavrağını Kâinatın Efendisine doğru taşıyan Muad... U $ UAD, rivayete #öre, Babililer Arabistanı yakıp yıktıkları za- man 12 yaşındaydı. İsrail oğulları nebilerinden Ermiyâ ile Berhiyâ, tehlikeyi evvelden hissettiler ve 4 Peygamberler Peygamberinin ced- dini korumak için istilâcılardan daha cabuk Hicaza kostular. Çocuk Muad'ı emniyetli bir vere götürdü- ler. Muad, orada, Adnan'ın vefatı- na kadar saklandı. Adnan öldükten sonra vine o iki nebi, cocuğu Mek- keye sölürdü. Hac merasimini onunla beraber yerine getirdiler. Muad vatanına dönünce kendisi- ni meşru reis tanıttı ve istilâ felâ- ketinden artakalan Arapları ida- resi altında topladı. Muad'ın dört oğlu dünyaya gel- di. Kolu devam ettiren, Nezar... NEZAR: Z AMANININ, erkek güzelliği bakımından en vakışıklı insa- nı... Dört çocuğu olmus ve herbi- rinden kalabalık oymaklâr türe- miş... Bunlar Arabistanın dört bu- cağına dağılmışlar... Arapçayı ilk defa vazanın Nezar olduğu rivayet ediliyor. Nezar, öleceğine vakın dört ço- cuğunu yanına cağırmış ve mirası- nı şöyle dağıtmış: — Bu kırmızı deri cadır ve ben- zeri Mudar'ındır. Siyah cadır ve benzeri Rebia'nın... Kırcıl hizmetçi ve benzerivle, paralar ve benzerle- ri, sunun ve bunun... Eğer taksim işinde anlasamazsanız, Necran böl- gesinde vasavan falan ihtivara baş- vurursunuz! Babaları ölünce çocuklar Necran bölgesinde yaşayan ihtiyara baş- vurmaktan: baska are bulamadı- lar. Yolda bir deveye ait ayak iz- leri sördüler. Deve, izlere göre, yo- lun kenarında otlaya otlaya git- mişti, Kardeşlerden Mudar, bu iz- lere bakıp: — Buradan otlayarak gecen de- venin, dedi; valnız bir sözü vardı. Rebia atıldı: — Bir ayağı da topaldı. Üçüncü kardeş: — Kuyruğu da yoktu. Dördüncü kardeş: — Ve gayet hızlı yürüyordu. Yollarına devam eden kardeşler, biraz ileride, devesini arayan bir adama rastladılar. Deveyi tarif et- tiler: Tek gözlü, topal, kuyruksuz ve gayet hızlı yürüyen bir deve... Tastamam!,. Deve noktası noktası- na böyleydi. Fakat kardeşler deve- N A k 5 yi hiç görmediklerini, görmeden konuştuklarını söylediler. Adam inanmadı, kardeşlerin peşine düş- tü, Necran bölgesindeki ihtiyarın yanına kadar onları takip etti. Kar- deşler, kendilerinden şüphe eden adama verdikleri cevabı, ihtiyarın huzurunda da tekrar ettiler: — Deveyi asla görmedik! — Ya tek gözlü olduğunu nasıl bildiniz? — Çünkü yalnız bir taraftaki otları yemişti. — Ya topallığını nasıl anladınız? Ön ayaklarından birinin izi, öbürüne nisbetle daha derin ve kuvvetliydi. — Ya kuyruksuz oluşu? -— Kazuratı yığın şeklinde düş- müştü. — Ya hızlı gidişi? — Gerideki kolay otlaklar yeri- ne, varılması en zor noktalara ulaş- mıştı. e, Vezir. tasavvuf ıstılahı olarak, yerine göre bircok mânada kullanılır. Tahkik ehli gözünde vakit, za- manı belirsiz bir işin meydana ge- lişini ifade edecek olan gerçekleş- me tezahürüdür. Bu bakımdan vak- te, işlerin oluş vâdesi diyebiliriz. Bir insan, hangi şeyi elde etmek için hangi şeyle uğraşırsa, o şey onun vakti olur, Demek ki, tasav- vuf dilinde vakit, mekânla ifade edilen zaman hükmüdür. Meselâ dünya ile uğraşanların vakti dün- ya, âhiretle uğraşanların vakti ise âhirettir. Bazı mâna ifadeleri için de aynı şeydir. Sevinçte olanın vak- ti sevinç... Hâsılı, bir insan üze- rine, oluşlar ve hallerden galip ve hâkim olan neyse, o şey, o kimse- nin vaktidir. Bazan, vaktin umumi kullanılış delâletine eş olarak, vakit mefhu- miyle, insanın, içinde bulunduğu ve mazi ile istikbal arası zaman kastedilir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: